Nietzsche'nin son mektuplarını (1887 - 1889), yaklaşık 21 aya yayılan son 'salim dönemi'nde yazdığı mektuplardan yapılmış seçmeyi Mekik ile ilgili olarak okurken, Safranski'nin kitabını notlarken, yalnızlık bağlamındaki çıkışları ister istemez dikkatimi çeldi. (Arada, 'iklim arayışı'yla ilgili cümlelerini mimlemeden edemedim - eski bir yazı tasarısı hortladı böylece).
Nietzsche'nin çöküşünde Ecce Homo sonrası kopuşunda yalnız kalışının yol açtığı yanıkların payı ölçülebilir mi? Lou'yla kopuşunun, o büyük hüsranın ardından tasfiyeyi hızlandırdığı tartışılmaz. Wagner 'sorunu'yla katlandığı unutulmamalı o soyutlanma, uzaklaşma, bağları yoketme isteğinin.
Bir o kadar da, saf yalnızlığı bir gereksinme haline getirdiği de. Overbeck'e, 14 Nisan (sic!) 1887'de gönderdiği mektubunda, artık Sils Maria'nın ve Nice'in kendisine elzem saydığı 'birincil ve yaşamsal koşulu' yerine getirmediklerini belirtiyor: 'Yalnızlık, derin dinginlik, mesafe (sic!), sorunlarımın dibine dek inmemi sağlayacak yabancılık (!) koşulu" - neden bu iki seçilmiş, yüceltilmiş noktada gerçekleşemiyor aradığı? Çünkü, buralarda teşhis edildiğini anlamış; dilediğince gözden uzak, silik kalamayacağını. önce Cenova, sonra, en sonunda Torino, iklim özellikleriyle olduğu kadar bu nedenle yeğleyeceği duraklar olacak.
Yaklaşık bir ay sonra, bu kez Malvida von Meysenburg'a bir mektubunda, hem yalnızlıklarını komşu kılmayı öneriyor, hem "en yalnız doğa kesitinin içindeki yalnızlığının tek tesellisi, ilacı" olduğunu belirterek, modern şehirlerin (Nice ve Zürih'in) kısa sürede kendisini nasıl sinirli, gamlı, bulanık, kabız, hasta kıldığını aktarıyor. Aynı mektupta, öte yandan, "yalnızlığa mahkum olduğunu" belirtmekle birlikte bunu 'misyon'uyla açıklıyor: İnsanlardan kaçınmak ve kimseye bağlanmamak" yaşamak anlamına geliyor artık onun için - başka türlüsünü düşünemiyor.
Gelgelelim, 1888 Temmuzunda gene Sils Maria'dadır; bir tür denge yitimi içinde Overbeck'e "Beni bir anlamda boğmaya çalışan bir yılan (sic!) cinsine karşı savunmadayım - bu, yalıtılmışlıktır". Yazdıklarının beklediği yankıyı getirmemesi ikinci, fazladan bir yalnızlık tabakasının üstüne örtülmesine getirmiştir: "Oyalayacak güçte herhangi bir şey bulma güçlüğü büyüyor. Zaman zaman, betimlenmez bir melankoli çöküyor içime." (aynı mektubun sonu). O günlerde, Meysenburg'a yazdığı bir başka mektup "etrafımda gerçekten tam bir boşluk oluştu" cümlesiyle başlıyor ve yazdıklarının karşılaştığı sağırlığın ağırlığını betimliyor.
Bu ne yaman çelişki diyenler çıkabilir, çelişki neresinde: Yapıtını ortaya koymak için süzme yalnızlığı gereksiniyor, ortaya çıkan yapıtın onu yalnız, yapayalnız, birbaşına bırakmasını değil. Sır'da sokulduğum "sıkıntı pathos"u farklı: Torino'da, son demlerinde bile müziğin, sözgelimi Carmen'in onu nasıl esrikleştirdiğini gözardı edemeyiz. Burada, boşluk, külliyen ses.
İkidebir, "bana erişen tek kelime olsun yok" demesi içimi paraladı. Hayvan sembolizmi yerleşiktir Nietzsche'nin yapıtında, hele ki Zerdüşt Böyle Buyurdu'da; ama onlara toptancı perspektifle yaklaşmaz, tersine, iyice ayrıştırır: Deve, aslan, yılan, kuş farklılaşmıştır yazısında. Birkaç kez 'hayvanlık koşulu'na dokunduğunu gördüm, bunlardan biri kendisini "yaralı bir hayvan" gibi "yeraltındaki yuvasında" saklandığını vurguladığı mektupta, biri de "insanı metafizik bir hayvan" kılanın müzik yapması olduğunu söylediği paragraftadır. (Ne dersiniz, Jacques, herşeye karşın, yazışmayı deneyelim mi?)
Yalnızlığın böylesi devirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder