Adolf Hitler (Tarihten Bir uyarı)

Adolf Hitler.








Avrupa'nın kalbinde, zengin kültüre sahip bir ülkenin lideri. Normal insan ilişkilerinde beceriksiz, merhametsiz, nefret dolu ve önyargılı biri. 

"Belki de bazılarınız beni asla affetmeyecek...
 çünkü Marksist partiyi yok ettim. Fakat dostlarım, 
aynı zamanda bütün diğer partileri de yok ettim. Hepsi gittiler."


Hitler'in nefreti Yahudi soykırımına rehberlik edecekti.
Fethetme arzusu, Avrupa'nın büyük kısmını mahvedecekti.

Hitler, öyle bir karizmaya sahipti ki insanlar söylediği her şeye inandılar. Ancak şu da bir gerçek ki, Hitler Alman halkını hipnotize etmemişti. O, karizmanın ilişkileri nasıl etkilediğini gösteren bir örnektir. Hitler Almanlara, önemsediği saf ırkın geri kalan herkesten daha iyi olduğunu söyledi ve pek çok Alman ona inandı. Hitler her zaman nefret doluydu ve bunu milyonlarca Almanla bağ kurmak için kullandı. Ve bu süreçte, bu alışılmadık kişilik tarih boyunca yaşanan benzer olaylardan farklı olarak yüksek bir karizmatik çekicilik oluşturdu.



Harfler

Başlangıçta sessizlik, karanlık bile yokmuş - ses, ışık olmadığına göre onlar olabilir miymiş?
Sonra söz'ün, ses'in, sessizliğin, Gün'ün ve Tün'ün olduğu yazıyor eski kaynaklarda.
Demek zaman geçmiş, bir de Yazı olmuş.
Dünya kendisini içeren, içermeye çalışan, kendisinden giderek taşan bir Kitaplık içerdiğine göre bugün, Ayna Ayna'ya bakıyor artık.
Yazıyorlar okuyoruz, yazıyoruz okuyorlar.
Nasıl oluyor bu iş?

Çin işi, Mezopotamya işi. Tabletler, rulolar, ciltler, hard-diskler. Harf, ideogram, işaret. Kağıt, kalem, mürekkep, klavye, ekran. Umut, düş, karabasan, gerçek, imgelem, saptama, uyduru, anlatı. Hangi dünya, hangi dünya'nın içinde kimse bilemiyor şimdi. Uzaktan kıyamet haberleri alıyoruz: Yazı ölüyor, ölecek. İçeride direniş sürüyor: Yazıyorum, ergo sum. İki ucun ortasında: Hurufi hayat.

Çocuktum okumayı yazmayı öğrettiler. Gençtim, okumayı yazmayı öğrenmeye karar verdim: Açık denizde ücra ıssız bir adanın harfler prensi olmak istedim. Haritalar üzerinde çalışıyorum yıllardır. Kitap kitabı, ben kendimi ve kendimdeki ötekileri kovalarken, bir firar, bir üzerine gidiş, durdum ve Kitab'ın kendisine bakmak istedim. Yüzüne, gövdesine, tenine, tinine eğildim. Tutacaktım: Kıpırdadı. Ele geçirmeye kalkıştım, sıvışıp gideceğini anladım. Dokundum ona, izin verdi. Temasların sonrasında, birkaç iz, öylece kaldım. Bana mahşeri gösteren Yazı, sonunda saf bir yalnızlık sunmakla yetinecek.

Show me!


Will Mcbride

Kitap

Bu dünyada en önemli şeyin şehvet olduğunu düşünmeye hiçbir bakımdan eğilimli değilim. İnsan cinsel organlarıyla sınırlı değildir. Ama bu utanç verici organ ona gizini öğretir. 


Kitap: 
Yırtık yerinde gideriyorum susuzluğumu
ve uzatıyorum çıplak bacaklarını,
bir kitap gibi açıyorum onları ve 
beni öldüreni okuyorum orada.

G.B.

Theo





Romain Le Cam

After the Life Mask of William Blake

Kimilerinin kaygısından, kimilerininse düzenbazlığından, ama herkesin cehaletinden doğmuş bu iğrenç varlığın, bizden bir an bile iman, bir an bile saygı hak etmeyen, insanı isyana sevk eden bir yavanlık olduğunu kabul edeceksiniz; zekayı iğrendiren, kalbe isyan saçan ve insanlara eziyet edip aşağılamak için karanlıklardan çıkmış acınası bir zırvalık! Bu hayal mahsulünü lanetleyin; bu berbat şey ancak sersemlerin ya da aklını kaçırmışların zekasında var olabilir. Dünyada ondan daha tehlikeli hiçbir şey olamaz, insanların daha fazla korktuğu... daha fazla tiksindiği bir şey olamaz


Bu ilk yalanların meyvesi olan öte dünya umudu ya da kaygısı sizi asla endişelendirmesin. Özellikle kendinizi frenlemeyi bırakın. Değersiz ve ham bir maddenin zayıf kısmı olan bizler, ölümümüzle birlikte, yani bizi oluşturan elementler genel kütlenin elementleriyle birleştiğinde, sonsuza dek yok olacağız ve ne şekilde davranmış olursak olalım, bir an için doğanın potasından geçip başka biçimlerde yeniden fışkıracağız. Üstelik ömrü boyunca erdemi çılgınca göklere çıkarmış olan da, en korkunç suçlara gırtlağına dek gömülen de eşitlenecektir, çünkü hiçbir davranış doğayı gücendirmez ve bütün insanlar doğanın bağrından eşit olarak çıkmışlardır; yeryüzündeyken herkes bu ortak ananın itkileriyle davrandığından, hepsi de, yaşamlarından sonra, aynı sonu ve aynı yazgıyı paylaşacaktır   


Francis Bacon, Study for Portrait II (after the Life Mask of William Blake) 1955


Bütün bu dinlerde benim gördüğüm nedir? Akla ziyan gizemler, doğayı ihlal eden dogmalar, yalnızca akıldışılık ve tiksinti esinleyen grotesk seremoniler

Ey evladım şuna emin ol ki, sen öldükten sonra gözlerin artık görmeyecek, kulakların işitmeyecek; tabutunun içinde hayal gücünün bugün sana siyah renklerde sunduğu bütün bu sahnelerin tanığı olamayacaksın artık; nasıl ki doğumundan önce, doğadan alacağın organlar çeşidi değildiysen, artık sen olmayacak olan küllerini ne yapacaklarıyla da ilgilenme. Ölmek, düşünmeyi, hissetmeyi, zevk almayı, acı çekmeyi bırakmaktır: Fikirlerin de seninle birlikte yok olacaktır; acıların ve zevklerin mezarda senin peşinden asla gelmez. Dolayısıyla ölümü, kaygılarını ve melankolini besleyecek bir şekilde, huzurlu bir gözle düşün, ölümü sakin bir gözle görmeye kendini alıştır, huzurunun düşmanlarının sana aşılamaya çalıştıkları sahte korkulara karşı kendini teskin et  

Marquis de Sade

kozmo-eros

Başımı düz bir taşa dayayarak otların arasına uzandım ve gözlerimi Samanyolu'na diktim. Samanyolu bana göre, takım yıldızların tepesinde yer alan, yıldız menileriyle göksel sidikten tuhaf bir gedikti...

Başkalarına evren dürüst gibi görünür. Dürüst insanlara, gözleri kör edildiği için, dürüst gibi görünür evren; onun için de bu insanlar müstehcenlikten korkarlar. Horoz sesi duyduklarında ya da yıldızlı gökyüzünü gördüklerinde hiç kaygılanmazlar. Genellikle "tensel zevklerden" yavan olmaları koşuluyla tat alınır.

Ama artık hiç kuşku yoktu: "Tensel zevkler" diye adlandırılan şeyden yavan oldukları için hoşlanmıyordum. Ben herkesin "pis" bulduğu şeylerden hoşlanıyordum. Tersine, her zaman ki, alışılmış şehvetten hiç hoşnut değilim, çünkü bu, şehvet düşüncesini kirletir yalnızca, ne olursa olsun, yüce ve çok arı özüne dokunmaz. Benim bildiğim şehvet yalnızca bedenimi ve düşüncelerimi değil, önünde hayal ettiğim her şeyi, özellikle de yıldızlı evreni kirletir.

Ben Ay'ı, annelerinin kanıyla, o iğrenç kokulu ay başı kanıyla özdeşleştiririm.

(Gözün Öyküsü'nden)

Sade (Marquis de)


MARQUİS DE SADE'IN ŞATOSU







Enis Batur,
Acı Bilgi'den

Kimdir Bataille?

Kimdir Bataille? Maurice Blanchot'un deyişiyle, aynı anda hem skandal uyandırıcı ve en güzel anlatıları yazmış bir edebiyat adamı mı? Yoksa, 1950'li yıllarda Heidegger'in "Fransa'nın en sağlam düşünen aydını" saydığı bir filozof mu? Breton'un da, Sartre'ında varlığından huzursuz oldukları (ilkine göre bir "dışkı düşünür", ikinciye göre "yeni bir mistik") bir uç yazar mı? Bir sapkın, bir erotoman, melek ya da deccal, melek ve deccal mi?

   Herbiri, hiçbiri -tek yanıtı bize artık yapıtları verebilir. Bu yapıtların arkasında örtünen yaşamöyküsü, puslu bir efsane getirir: 1897 - 1962. İlk kitap, pek çok yazarda olduğu gibi, geniş çapta çocukluk yıllarından ve aile ortamından kesitler içerir: Açığa çıkararak, gizleyerek, çarpıtılarak. Tanıklardan, 20 yaşlarına dek, koyu bir inanç yükü ile donandığı öğrenilir Bataille'ın; o köklü tanrıtanımazın, gerçekten terkedildiğini anlaması ile gerçekleşmesi sözkonusu olmuştur. Sifilisin kemirdiği kötürüm babayı annesiyle birlikte terk edip gitmeleri, Suçlu'yu emzirecek yaralı, kronik bir meme olur.

Bunu hayatının en önemli kadını olan "müthiş" Laure'un erken yaşta ölümü ve Faşizm'in yaşlı Avrupa'ya çöküşü tamamlayacaktır.

İlk kitabın görece olarak geç ve gizli yayımlanması, istenmiş bir saygınlığın yolda hayli oyalanarak gelmesi, bitkinin kendi saksısını bir türlü bulamaması Bataille'ın olgunlaşmasını geciktiren belli başlı etkenlerdir: Asıl oturmuş kimlik, II. Dünya Savaşı sonrasında belirecek, etkisi halka halka o tarihten başlayarak yayılacaktır.

Başlangıçta yazarın Gerçeküstücülükle bir komşuluk arayışına giriştiği görülür. Breton'un merkezi/şahsi doğrultusunda yol alan topluluğun bazı üyeleri, özgürleşme süreciyle kökten çelişen bu eğilimin karşısında, Bataille'ın da itildiği bu bölgede buluşurlar: Antonin Artaud, Roger Caillous, Raymond Queneau, Michel Leiris gibi içeriden ya da kıyısından akımın bünyesinde yer almış, ama Papa'yla çatışarak dışlanmış olanlara Pierre Klossowski ve Maurice Blanchot türünden birkaç ayrıkotu eklenince bütün bütüne bir topluluk biçimi ortaya çıkmasa da, ciddi bir kolektiflik tabanı oluşur.  

Bataille ve arkadaşlarının ilgi alanları, hem ufuk düzleminde, hem felsefi içerik açısından Gerçeküstücü serüvenden enikonu farklı bir panaroma getirmiştir. Acephale'dan Documents ve Crituque'e yayın organlarına; Collage de Sociologie gibi hepten aykırı bir karşıkurumsal kurum arayışına aynı odaklaşmalar göze çarpmıştır: Alexandre Kojeve'in etkisiyle Hegel ve Nietzsche'yi bir daha terk etmemesiye baş uçlarına çeker Bataille ve arkadaşları; Sade'ın yapıtının etrafında, egemen burjuva etikasını sarsmaya yönelik bir iç değerler dizgesi kotarılmaya çalışılır (cinsel siyasetler düzleminde, gerçekten de gerçeküstücülerin "hedonist" perspektifinden tümüyle kopma görülür grupta); Sosyalizmin ve Faşizmin koşut yükselişleri çerçevesinde, topluluk-cemaat-toplum üçgeni çerçevesinde etnolojik, antropolojik, ekonomik çözümlemelere girişilir: İlkeller ve modernler büyüteç altındadır.




Gözün Öyküsü




Hans Bellmer - Gözün Öyküsü İçin Çalışma


Music for Egon Schiele (Rachel's)




Blogda Schiele:

K - a - p - ı - l - a - r



Algının kapıları temizlenirse, her şey insana olduğu gibi, 
sonsuz biçimiyle görünecektir. Çünkü insanoğlu kendisini, 
her şeyi daracık çatlaklarından gördüğü mağarasına kapatmıştır.

William Blake




*İblisin Sesi*

Kutsal kitapların ya da kutsal yasaların hepsi, şu
 yanılgıların nedenleri olmuşlardır:

1. Hani ya, insanın iki gerçek varoluş ilkesi vardır: bir Beden ve bir Ruh.

2. Enerji, ki Kötü bellenmiştir, yalnızca Bedenden gelir, ve Akıl, ki İyi denir ona, sadece Ruhtan gelir.

3. Tanrı, Enerjilerinin peşinden giden İnsana, Sonsuzluk içinde eziyet edecektir.

Oysa, bunların Karşıtlarıdır Gerçek olan:

1. Ruhundan ayrı Bedeni yoktur İnsanın, zira Beden, beş Duyuyla sezilen Ruhun parçasıdır, ki bu Duyular, bu çağda Ruhun başlıca giriş kapılarıdır:

2. Enerji yegane yaşamdır ve Bedenden
kaynaklanır, ve Akıl, Enerjiyi sınırlayan ya da onu dıştan kuşatandır.

3. Enerji Sonsuz Hazdır.

Arzuyu kısıtlayanlar, kendi arzuları dizginlenemeyecek denli zayıf olduğu için böyle yapar; ve kısıtlayıcı olan ya da Akıl, arzunun yerini zorla ele geçirir ve gönülsüz olanı yönetir.  Ve kısıtlandığı için giderek edilginleşir, sonunda ve sadece arzunun gölgesi kalıncaya kadar.  Bunun tarihi Yitik Cennet'te anlatılır ki, Yönetici ya da Akıl'a Mesih adı verilir.  Ve ilk Başmelek' e, ya da göklerin sahibinden emirler getirene İblis ya da Şeytan denir, ki onun çocuklarına Günah ve Ölüm adı verilir.  Oysa Eyub'un kitabında, Milton'ın Mesih'ine Şeytan denmektedir.  Zira bu tarih, her iki tarafça da benimsenmi§tir.

Gerçekten de, Arzu sanki defedilmiş gibi görünür Akıl'a, lakin İblis, Mesih'in arzusuna yenik düştüğünü ve 'Cehennemden çaldıklarıyla bir cennet kurduğunu söyler.

Teselli ediciyi ya da Arzuyu yollaması için Mesih'in Baba'ya yalvarması İncil'de betimlenir, ki Akıl, gelenler üzerinde Fikirler inşa edebilecektir; Kutsal Kitabın Yehova'sı alevler üzerinde oturandan başkası değildir. Bilin ki, İsa'nın ölümünden sonra Yehova olan, odur.

Fakat Milton'da, Baba Yazgıdır, Oğul beş duyunun Oranı ve Kutsal-ruh ise Boşluk!
Not: Melekleri ve Tanrıyı yazarken Milton'ın elinin kolunun bağlanması, İblisleri ve Cehennemi yazarken ise özgür kalmasının nedeni, onun gerçek bir Şair olması ve farkında olmadan İblis'in yanında yer almasıdır.

Cehennem Meselleri (William Blake)

Cehennem ateşleri arasında, Dehanın Meleklere azap ve çılgınlık gibi gelen zevkleriyle kendimden geçmiş yürüyorken, onların bazı Mesellerini derledim. Bana öyle geliyordu ki, kullandığı deyişler bir ulusun karakterini nasıl gözler önüne sererse, Cehennem Meselleri de, Cehenneme ait bilgeliğin doğasını, yapıların ya da giysilerin betimlenmesinden çok daha iyi ortaya çıkaracaktı.

Eve geldiğimde, sarp bir uçurumun varolan dünyaya öfkeyle baktığı yerde, beş duyunun cehenneminde, siyah bulutlara bürünmüş ve kayalığın üzerinde dolanan kudretli bir iblis gördüm; küle çeviren alevlerle, insan zihnince algılanan ve yeryüzündekilerin okuduğu şu cümleyi yazdı:

Havaya parsellenen her kuşun, beş duyunuz içine hapsedilmiş,
Engin bir haz dünyası olduğunu bilmelisiniz!  

Death's Door,  William Blake




****CEHENNEM MESELLERİ****


Ekim zamanı öğren, hasat vakti öğret, kışın keyfine bak. 

Arabanı ve sabanını ölülerin kemikleri üzerinde sür. 

Aşırılığın yolu bilgeliğin sarayına varır.

Sağgörü, Yeteneksizliğin kur yaptığı zengin ve çirkin bir kız kurusudur. 

Arzulayan ama eylemeyen, hastalık üretir. 

Biçilmiş solucan sabanı affeder. 

Suyu seveni ırmağa daldır. 

Budala ile bilgenin gördüğü ağaç aynı değildir.

 Yüzü ışık saçmayan asla bir yıldız olamaz. 

Sonsuzluk, zamanın nimetlerine aşıktır.

Meşgul arının kedere vakti yoktur. 

Budalalığın zamanı saatle ölçülür, bilgeliğinkini hiçbir saat ölçemez. 

Tüm sağlıklı besinler ağsız ya da kapansız yakalanır. 

Kıtlık zamanında sayıyı, ağırlığı ve ölçüyü kaydet.

 Hiçbir kuş sadece kendi kanatlarıyla çok yükseğe uçamaz. 

Ölü bir gövde yaraların öcünü alamaz. 

En yüce edim, kendinizden önce başkasını düşünmektir. 

Budala kişi budalalığında diretseydi, bilge olurdu. Budalalık hilekarlığın maskesidir. 

Gururun pelerini Utançtır. 

Tyger and Lamb






 Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabildi o korkunç simetrini?

Hangi uzak derinlerde, göklerde
Yandı senin ateşin gözlerinde?
O hangi kanatla yükselebilir?
Hangi el ateşi kavrayabilir?

Ve hangi omuz ve hangi beceri
Kalbinin kaslarını bükebildi?
Ve kalbin çarpmaya başladığında,
Hangi dehşetli el? ayaklar ya da

Neydi çekiç? ya zincir neydi?
Beynin nasıl bir fırın içindeydi?
Neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
Ölümcül korkularını alabilir avcuna?

Yıldızlar mızraklarını aşağıya atınca,
Göğü sulayınca gözyaşlarıyla,
Güldü mü o, görünce eserini?
Kuzu'yu yaratan mı yarattı seni?


Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabilir o korkunç simetrini?




***




  Küçük Kuzu seni kim yarattı?
     Bilir misin seni kim yarattı?
Kim hayat verdi, ırmak kıyılarında
Ve çayırlarda yiyecek sundu sana;
Sana sevinç giysisini kim verdi,
Tüylü parlak yumuşacık giysiyi;
Sana kim verdi bütün vadileri
Şenlendiren böyle tatlı bir sesi:
     Küçük Kuzu seni kim yarattı?
     Bilir misin seni kim yarattı?


    Küçük Kuzu söyleyeceğim sana,
    Küçük Kuzu söyleyeceğim sana:
Senin adınla bilinir kendi de,
Çünkü bir Kuzu der o da kendine:
O alçakgönüllü, yumuşak huylu,
O küçücük bir çocuk oldu.
Ben bir çocuğum, kuzusun sen de,
Onun adıyla biliniriz ikimiz de.
     Küçük Kuzu Tanrı seni kutsasın.
     Küçük Kuzu Tanrı seni kutsasın.





William Blake


William Blake "Hayalci"

The Ghost of a Flea c.1819-20
" Bedlam hastanesinin iki ünlü konuğu vardı: Kundakçı Martin... ve Hayalci lakabıyla anılan Blake. Bütün bu suçlu ve kaçık takımını gözden geçirip birer birer inceledikten sonra Blake'in hücresine gitmek istediğimi söyledim. Uzun boylu ve solgun yüzlü bir adamdı; çok düzgün hatta belagatli konuşuyordu; Cinbilim 
yıllıklarında yer alan örneklerin hiçbiri Blake'in sanrıları kadar olağanüstü değildi. - Onun gördükleri sıradan yanılsamalar değildi; o, sanrı değil gerçek görüntüler gördüğüne yürekten inanıyordu: Michelangelo ile sohbet ediyor, Semiramis ile akşam yemeği yiyordu... Hayaletlerin ressamlığını yapıyordu... Onu hücresinde, hayaletini gördüğünü iddia ettiği bir pirenin resmini yaparken buldum..."

(1833'de bir gazetenin köşe yazarına ait bilgi.)


***
William Blake'in eşsiz cümlelerini dikkatle okumalıyız. Bunlar tarihin en anlam yüklü cümleleridir: İnsanın kendi acısıyla, en sonunda da ölümle ve onu ölüme iten davranışla anlaşmasını anlatırlar. Sıradan şiirsel cümleler olmanın çok ötesindedirler. İnsanın kendi kaderine kaçınılmaz olarak kavuşacağını belirtirler. Blake daha sonraki bölümlerde kendi iç çalkantısını, çılgın ve karmakarışık bir üslupla ortaya koyar, çünkü kargaşanın doruğu onu da içine alır. Buradan baktığında, kendi bütünselliği ve şiddetinin içinde kaynayan hareketi bütün boyutlarıyla görebilmektedir; bizi bir yandan en kötüye doğru iterken bir yandan da Cennet katına yükselten işte bu harekettir. Elbette, buradan yola çıkarak Blake'in bir filozof olduğu söylenemez; yine de öze ilişkin görüşlerini, felsefeye parmak ısırtacak kadar belirgin, hatta kesin biçimde dile getirmiştir.


"Karşıtlıklar olmaksızın, ilerleme de yok. Çekicilik ve iticilik,
Akıl ve Enerji, Sevgi ve Nefret,
İnsan varoluşuna gereklidir.
Bu karşıtlıklardan, dinselin İyi ve Kötü dediği çıkar. İyi, Akla boyun eğen edilgindir. Kötü, Enerjiden doğan etkindir. 
İyi cennettir. kötü cehennemdir...
Tanrı, Enerjilerinin peşinde olduğu için insana sonsuzluk içre acı çektirecektir.      
Enerji biricik yaşamdır, ve Gövdeden gelir; ve Akıl enerjinin sınırı ya da dış çemberidir.
Enerji sonsuz Hazdır."


The Good and Evil Angels

1795  c.1805



William Blake bir kum tanesinde gezegeni görmüştü,
biz de onun bu resminde her şeyi görebiliriz.


Jan Wobble

Taşlar ve Kitaplar


Yazmasaydım ne olacaktı, demek vardı. "İki tür melankolik görülür" diyor Petrarca, "biri taşlar atıyor, öbürü kitaplar yazıyor." Yazma hastalığı ile yaşa(yama)ma hastalığı göğüs göğüse çarpışıyor aslında. Oyalanmama anlam veremezsem, yola devam edemem ki. Herkes tutunuyor, aczimin üstünlüğüne kapılmıyorum. Düpedüz yalan söylüyorum işte: Pekala, zaman zaman (eskisi gibi sık sık değil ama), aczimi üstün tuttuğumu biliyorum -ben değil miyim 'şu beni uçuran notaların ikiyüzelli yıl sonrasına hak kazanmış olmalarına benzer bir yazgısı olsun dilerim harflerimin' diye yanıp tutuşmuş, tutuşmakta olan? Claude Darreye gibi, inancı bana gerçekten, dipten inandırıcı gelen bir avuç insan dışında, kendi aczime tutunuş biçimimi yenik kılabilecek güç(lülük)te kaç duruşla karşılaştım bugüne dek?

Taşlar kitaplardan farklı olsalardı.


E.B.

İki Kişiyim Ben


Desen: Enis batur




Bilirsiniz ya da bilmezsiniz: Valery yazarları ikiye ayırır: Kendi kamusal varlığını yaratanlar ile kamusal varlık tarafından yaratılanlar. Gerek ilk kitabımın yayımlandığı 1973 yılından bu yana okur önünde, gerekse '73 öncesinde, yazıp da gün ışığına ürünlerimi çıkarmayı düşünmediğim dönemde, kendimi ilk kümenin içinde bildim.


Baştan beri, eğer bir başlangıç olduysa, her boyutunda 'ontique', yani hayati bir anlam taşıdı benim için, yazmak. "Nil"in bir sayfasında, derkenara matbaa harfleriyle yazdığım "susabilirdim" sözü bir fantezi değildi: Şehrimize sonradan gelen o ilginç 'iletişim' kelimesi daha o zamanlar, dibimde, sanıyorum tüm taşkın bölgelerimde canımı yakıyordu ve yazmanın benim için kurtarıcı bir yanı olup olmadığını kestiremiyordum. Sonunda kapım çalındı ve düpedüz korktum. Çekip gidecek gücüm yoktu, çekip gidecek yerim de. Sanata inandım mı, kendimi buna hiç değilse inandırdım. Eğridir doğrudur, başka bir sefere, son sefere ya da ondan da sonraki sefere konuşulur bu. Yazmanın, yaratmanın tekvinindeki özel dürtüler, nedenler ne olursa olsun, yazılan ya da yaratılan paylaşılmak üzere dolaşıma sokuluyor, günışığına vuruluyor, kısacası Borsa'nın karşısına ama içine çıkılıyorsa, bunun iletişimi istemekle doğrudan ilgisinin bulunduğu tartışılamaz elbette. 

Ama, kiminle, ne kadar ve nereye kadar, ne tür bir iletişim kurulabilir?

Öyle sanıyorum ki yalnız benim yazı serüvenim değil, tümden yazı serüvenini bu soru için uygun bulunan karşılıklar tanımlayabilir. Kendi payıma, yapabileceğim tek seçimin, dün ve bugün kadar yarın için de, kendi kamusal varlığımı oluşturmak yolunda olduğunu düşündüm hep. Şüphe yok ki, yazdıklarımı seçecek okurun nicel durumu üzerinde ileri-geri konuşacak halim yoktu. Sayıları çok kişinin gözünde pek azdı ama bu beni ne tasalandırıyor, ne de gönendiriyordu. Dün de biliyordum, bugün de bildiğimi düşünüyorum: Yazdıklarımla gerçekten ilişki kurmak isteyecek okur sayısı fazla değil ve bu sayının artma olasılığı, ben ben olmadıktan çıkmadıkça, neyse ki yok. İnce mizah değil: Her anlamda huzur verici bir müşteri türü ve sayısı. Bir yolu varsa kişinin ve onu ara sıra buluyor ama aralıksız arıyorsa, onu gözetleyenleri yitirmesi bunların sayıca azalmaları, tutumlarında hoşgörülü olmaları sözkonusu değil. Beni istiyorlar: Ben'i arıyorum çünkü. Yorulmaz, sürdürürsem: Beni isteyecekler durmadan. Yok bulursam ben'i, öyle sanırsam, üstelik susmazsam: Gözlerini başka bir yöne çevirecekler. Uzlaşma yok işte, sessiz bir anlaşma var demek ki.

...

İnsanoğlu yaratma serüvenine, bu serüvenin kendisine yönelttiği şiddet eylemine nasıl dayanabiliyor? Benim için bu dayanak, "susabilirdim"in karşısına "yazabilirim"i koyarken, içimdeki güdümsüz hayvanın yılgı ve coşku salgısını denetleme güdüsünden doğdu: Alınyazmak, çekirdeğimizin de çekirdeğinde oluşan sağırlığı sevkedebilmek, dolup taşmayı önlemek için güzelim yoldu. Peki 'sağırlık'? diye soracaksınız. Sormayın öyleyse: Joe Bousquet'nin "insanın en önemli yanı iletmediği yanıdır" sözü ne kadar da yakınımdaydı -baştan beri

...

Kişinin kendi kendisine, iç yada dış nedenlerle kilitlenmesi! "Susabilirdim" demiştim: Susulabilir belki; Yunus gibi kopartılabilir o organ; Kut gibi göz ve el yargılanabilir. Çekip gidilebilir buradan, çekip giden nice kardeşimiz var kayıtlarda: "Sizler şairsiniz, bense ölümden yanayım" (1921). Yakılabilir yazı, güneşi ardımıza alıp, tükeniş yürüyüşümüze başlamadan 


Enis Batur


Bisikletim, arkadaş bana



Ayvalık. Ağustos 2013


Georges Bataille: Literature And Evil


İnsanların hayvanlardan farkı yasaklara uymalarıdır; ne var ki yasaklar iki yanlıdır. İnsanlar bir yandan yasaklara uyarken diğer yandan da onları çiğnemek durumunda kalırlar. Yasakları ihlal etmelerinin nedeni bilgisizlikleri değildir: Bu tavır kararlı davranıp cesaret göstermeyi gerektirir. Yasakları ihlal etmek için gerekli olan cesaret insanın kendini gerçekleştirmesidir. Bu aynı zamanda edebiyatın da kendini gerçekleştirmesidir ve edebiyat ayrıcalıklı bir tutum içine girerek meydan okur. Otantik edebiyat Prometheus'çudur. Otantik yazar, etkin toplumun temel yasaklarına karşı çıkma cüretini gösterir. Edebiyat, temel bir düzenliliğin ve sakınımlılığın kurallarını tartışma konusu yapar. 

Yazar suçlu olduğunu bilir. Hatalarını kabul edebilir. Seçilmişliğin göstergesi olarak coşkuyu talep etmeye hakkı olduğunu iddia edebilir.

Günah, mahkumiyet zirvededir.  

Bu kitapta incelenen sekiz yazarın, Emily Bronte, Baudelaire, Michelet, William Blake, Sade,  Proust, Kafka ve Genet'nin tuttukları yolda da işte bu tehlikeli, ama insana özgü kararlılığı da içinde barındıran suçlu bir özgürlüğe duyulan özlemi hissediyoruz.

 (Edebiyat ve Kötülük, Georges Bataille)


Hakikat

Nedir bu kuruntu, bu hayal, güçsüz ve kısır!
Dalavereci, iğrenç rahip sürüsünün
salaklara vaaz ettiği bu tanrısallık!
Beni de mi katmak isterler çömezleri arasına?
Hayır, asla, yemin ederim, sözümde duracağım,
Asla bu tuhaf ve iğrenç put,
Sayıklamanın ve zırvalamanın bu evladı
Kalbimde en ufak bir iz bir bırakamayacak.
Epikürcülüğümden mutlu, bununla övünen ben,
Ateizmin kollarında vermek isterim son nefesimi
Beni dehşete düşürmek istedikleri aşağılık Tanrı
Yalnızca hakaretime uğramak için düşecek aklıma.
Evet, bir işe yaramaz yanılgı, ruhum nefret ediyor senden.
Seni ikna edebilmek için burada kesin olarak belirtiyorum.
İsterdim ki bir an varolasın
Sana küfredebilmenin zevkine varabileyim diye.

Nedir bu iğrenç hayalet.
Bir boka yaramaz Tanrı. Bu korkunç yaratık 
bakan göze bir şey ifade etmeyen, zeka göstermeyen,
kıt zekalıları ürküten, bilgeleri güldüren,
Duyuları bir şey demeyen, hiç kimsenin anlamadığı.
Çağlar boyunca vahşi ibadeti daha fazla kan döktü,
savaşın ya da Themis'in gazabının bin yılda döktüğünden.
Boşuna tahlil ettim, tanrılaşmış bu itin tekini.
Boşuna inceledim, benim felsefi gözüm
bir şey görmedi sizin dinlerinizin bu motifinde
karmakarışık bir çelişki yumağından gayrı,
daha gözünü diker dikmez sınava teslim olan,
zevk için hakaret edilen, meydan okunan, saldırılan,
korkunun mahsulü, umudun doğurduğu.
Aklımızın asla almayacağı.
Onu yükseltenlerin ellerinde, sırasıyla dönüşerek,
kah korku nesnesine, kah neşe ya da baş dönmesine,
onu insanlara duyuran mahir düzenbaz
dilediğince hüküm sürdürtüyor bizim hüzünlü yazgılarımız
üzerinde,
kah kötü kalpli tasvir eder, kah iyi yürekli,
kimi zaman katleder bizi, kimi zaman babamızdır hizmetimizdeki,
tutkularına göre verir ona daima
adetlerini, karakterini ve görüşlerini:
Ya bağışlayan eldir ya gözümüzü oyan
İşte böyledir bu sersem Tanrı, rahip onunla sallar beşiğimizi.

İyi de hangi hakla, kendini yalana katlanan,
beni de tabi kılmak ister kendi hatasına?
Var mıdır ihtiyacım, aklımın inkar ettiği Tanrı'ya
hak vermek için doğanın yasalarına?
Doğada hareket eder her şey, ve onun yaratıcı bağrı
her an hareket eder yardımı olmadan bir etkenin.

Bu çifte güçlük yarar mı bir işime?
Bu Tanrı nedeni midir evrenin?
Yaratıyorsa yaratılmıştır, ama ben hala
kararsızım, önceki gibi, onun yardımına başvurmakta.
Kaç, kaç git kalbimden uzağa, cehennem kaçkını dalavereci;
yok ol da rahat bırak doğa yasalarını:
Tek başına her şeyi yaptı o, sen yalnızca hiçliksin
Onun eliyle çıktık biz o hiçlikten günün birinde bizi yarattığında.

Yok ol git sen, iğrenç kuruntu, ham hayal!
Uzak dur bu topraklardan, terk et yeryüzünü,
burada yalnızca duyarsız kalpler bulacaksın
acınası dostlarının yalancı jargonuna!



Kaotik Benlik

Kitaplık dergisinin bu ayki sayısına bloglar ve blog yazarlığı konu edilmiş, birkaç sayfaya da takip edilen blogların bir listesi konmuş. Kendi blogumu görmedim aralarında. Ne de olsa uzun soluklu bir blog sayılmaz benimkisi; internette nerelere uzanmış, kök salmıştır bilemem altı ayda; ama google'a "tadzio kız mı?", picasso ne demek?" diye yazıp bloguma ulaşan insanlardan da haberim var. Dergiye şöyle bir göz attıktan sonra blog aleminde ne var ne yok bir bakayım dedim ve kendi blogumun hayli kişisel, ayrıksı bir yerde, kendi halinde ama dolu dolu yolunu sürdüğünü gördüm.

Altı ayda oluşturduğum içeriğin gerçekten de devasa olduğu söylenebilir ve bu beni belli belirsiz gülümsetiyor. Bloguma ulaşan okura blogun queer -ibne içeriğinin caydırıcı bir etkisi oluyorsa ne mutlu bana. Hayli utangaç ve mahçup bir yazara sahip gayet sade ve nezih bir blog bu ne var ki. Ama, senin final ödevini yapmana yardımcı olmak ya da başka bir sebeple de oluşturulmadı. Paylaştığım materyaller ve yazıların edebiyata ve sanata olan ilgine yardımcı ve referans olacağı bir tür klavuz olarak da görebilirsin blogu. Bana kafamın götürmediği sorular sorma, ne felsefede ne de sanatlarda hakim olabildiğim tek bir konu yok. Benimkisi evreni ve kendimi anlama çabasıydı şimdiye dek. Çıktığım yolda da, işte, entelektüel serüvenimin büyük bir parçası burda.

Aslında uzun bir süre takip ettiğim bir blog yazarının da ifade ettiği gibi  "benim tek isteğim sevdiğim şeyleri yapmaya devam etmek için bir vesile edinmek ve ortak zevkleri paylaştığım kişilerle bağ kurmak."

A Summer Dress (Short)







*
Francois Ozon'un 15 dakikalık 1996 yapımı kısası Yazlık Elbise. 
Bang Bang!


 

İmkânsız

İnsanlık yapayalnız varlıklardan değil kendi arasında iletişim kurabilen varlıklardan oluşur; yalnızca kendimiz için bile olsa, ötekilerle iletişim kurmaya dayanan bir ağ için varız: İletişim denizinde yüzüyoruz, hepimiz, dur durak bilmeyen iletişime indirgenmiş olarak yaşıyoruz; o iletişim ki, yalnızlığın derinliklerin de olduğunu bildiğimiz zaman bile kendini hissettirir; sayısız ihtimali düşünür gibi, ötekilerin duyabileceği bir çığlığı bekler gibi... Çünkü insanın varoluşunun düzenli aralıklarla düğümlendiği böylesi anlar, bizlerde haykırışlarla, acımasız kasılmalarla, çılgınca kahkahalarla gösterir kendini; çünkü kendimizin ve dünyanın geçirimsiz olduğunun ayırdına varmışızdır artık ve bu bilgiyi paylaşmak bir anlaşma zemini yaratır.

Paylaşılması en zor olan bilgi budur. İletişimin en derin biçimini, yani gözyaşlarının paradoksal anlamına dayanan biçimini bir kenara bırakmak zorundayım. Şuna değinmeden de geçemeyeceğim: Hiç kuşkusuz iletişim duygusunun en derini ve iletişimin doruğu gözyaşlarıdır.

Bataille

Bataille


İmkansızın sınırındaki kaygılı bir ifade arayışına adanmış Georges Bataille'ın eserinin, genellikle azgınca bir inkar görünümü taşırken dünyaya hiç çekincesiz ve ölçüsüzce "evet" demeye devam etmesi değildir en ufak çelişkisi. O, iyisinde de kötüsünde de, en yoğununda da en mütevazısında da dünyaya açıktı; ve dünyayı sahte bir utanç duymadan, sınırsızca kavrama iştahı içindeydi: Düşüncesini başkalarının "diğer herkesin" düşüncesine yakınlaştırma, iletişim kurma sabit kaygısı, en sıradan muhatabına bile gösterdiği titiz özen buna kanıttır; özellikle yaşamının olgun döneminde -çoğu zaman bitap düşürücü ve bıktırıcı bir bilgi edinme çabası pahasına- fırtınalı deneyiminin sezgileri ışığında gözlerimiz önünde cereyan eden bir o kadar fırtınalı olayları yorumlamaktan geri durmadığı ve sabırlı ve tutkulu çaba da buna kanıttır. Bunu yaparken de, eğitimi nedeniyle olduğu kadar dostlarının çoğunun etkisiyle de göz ardı etme eğiliminde olabileceği ve yaygın adlandırmayla ekonomi denen şeye bağlı olanlar da dahil, bu olayların hiçbir yanını ihmal etmez.

Bataille. 1956, Andre-Masson

"Cehaleti"ni alçakgönüllülükle itiraf etmesinin ötesinde, uzun süre boyunca bu "dünya..."nın onun için "yalnızca bir mezar" olduğu duygusu da onda elbette hakimdi; "bir mahzen koridorunda kaybolmuş" olma duygusu ve "düşüncesini yavaş yavaş (...) sessizlikle karışmaya bırakmak dışında yapacağı bir şey olmadığı inancı içindeydi. Ama eserinin hiç kuşkusuz en keskin ve en dokunaklı bölümünü oluşturan mistik dönem yazılarında bile sürekli kendini toparlar, "henüz değil!" diye sürekli haykırır, başkalarına doğru, bu dünyaya kaçamak da olsa tutkulu bakışlar fırlatmaya devam ederken, en berbat parçalanmalara maruz kalan bu dünyanın kendi bütünlüğü içinde ancak bir "facia" olarak (ki insan, bu facia'nın belki de doruğudur") kavranabileceğini hisseder, ama yine de bilmekten ve betimlemekten asla vazgeçmez.

Jean Piel 

Pornografik Yazın ve Bataille (Susan Sontag)

Marcelle, gerçekten, kan değil de, duru, hatta benim gözümde, ışıltılı bir sidik fıskiyesiyle ıslanmadan doyuma ulaşamıyordu. Önce şiddetli, hıçkırık gibi kesik kesik, sonra rahatça koyverilen bu fışkırma insanüstü bir sevinç taşkınlığı ile aynı zamanda gerçekleşiyordu. (Gözün Hikayesi'nden)


Bisikletin meşin selesi Simone'un kıçına yapışıyor, Simone da bacaklarını oynatıp pedalları çevirirken ister istemez masturbasyon yapmış oluyordu. Arka lastik, bu bisikletli kızın çıplak kıçının yarığında kayboluyordu. Tekerleğin bu çabuk dönme hareketi, tutkumla, seleye yapışmış o kıçın uçurumuna beni çoktan sürükleyen, penisimin sertleşmesiyle özdeşleşiyordu zaten. Rüzgar biraz dinmişti, gökyüzünün bir bölümünde yıldızlar görünmeye başlamıştı; aklıma şöyle bir düşünce geldi: Penisimin sertleşmesinin tek çaresi ölüm olduğundan, Simone'la ben öldürülürsek, kişisel görüntümüzün evreninin yerini arı yıldızlar alacak, böylece bana cinsel aşırılıklarımın sonu gibi görünen şey yani geometrik ve çok parıltılı bir akkor haline gelme (ötekiler bir yana, yaşamla ölümün, varlıkla yokluğun üst üste çakışması) rahatça gerçekleşecekti. (Gözün Hikayesi'nden)


Genelevin çıplaklığı kasap bıçağını gerektirir. (Madam Edwarda'dan)


Edwarda, başını arkaya atmış, ata binmiş gibi şöförün üstünde dimdik duruyordu, saçları sarkmıştı. Ensesini alttan tutup, dönmüş gözlerini gördüm. Kendisini taşıyan elinin üstünde gerildi, gerilme hırıltısını artırdı. Gözleri düzeldi, hatta kendisi bir an yatışmış gibi göründü. Beni gördü: Bakışının , o sırada, olanaksızdan dönüp geldiğini anladım ve derinlerin içinde başdöndürücü bir değişmezlik gördüm. Kaynağında onu sular içinde bırakan kabarma, gözyaşlarıyla taştı: Gözyaşları sel gibi akmaya başladı. Bu gözlerde aşk ölmüştü, bir tan soğuğu yayıyorlardı, içinde ölümü okuduğum bir saydamlığa sahiptiler. Ve her şey bu hülyalı bakışlarda düğümlenmişti: çıplak bedenler, teni yaran parmaklar, kaygım ve dudaklardaki salyanın anısı, ölümün içine bu körü körüne kayışa katkıda bulunmayan hiçbir şey yoktu. Edwarda'nın içine yürek sızlatacak derecede akan zevki -kaynak suları çeşmesi- alışılmamış bir biçimde uzuyordu: Şehvet seli varlığını daha bir güzel göstermeyi, çıplaklığını daha çıplak, utanmazlığını daha utanmaz yapmayı sürdürüyordu. (Madam Edwarda'dan)



*
Erotiği, onun büyüleme ve küçük düşürme tehlikelerini herkesten daha karanlık bakışla betimleyen yazar Bataille'dır. Gözün Hikaye'si (ilk kez 1928'de yayınlandı) ve Madam Edwarda, temaları cinsel dramaturjideki rollerine yabancı olan insanların her türlü irdelenmesini ortadan kaldıran tümüyle genişletici cinsel arayış olduğu ölçüde pornografik metinler olarak nitelenirler. Fakat bu tanımlama, kitapların sıradışı niteliği hakkında hiçbir şey iletmez. Cinsel organların ve eylemlerin bütünüyle açıklığının müstehcen olması gerekmez; bu, belirli bir üslupla verildiği, belirli bir ahlaki seslenme kazandığı zaman böyle olur. Bataille'ın uzun öykülerinde anlatılan cinsel eylemlerin ve sözde cinsel-iffet bozmaların az miktardaki sayısı, 120 Day of Sodom'un bitmek bilmeyen mekanikçi yaratıcılığıyla yarışamaz. Bataille daha iyi ve gelişkin bir ihlal duygusuna sahip olduğu içindir ki, betimledikleri Sade'ın sahnelediği şehvetli orjilerden bir biçimde daha yetkin ve karmaşık görünür.

Gözün Hikayesi ve Madam Edwarda'nın bu kadar güçlü ve rahatsız edici bir izlenim bırakmasının nedeni, Bataille'ın pornografinin nihai anlamda cinselliğe değil, ölüme dair olduğunu, tanıdığım diğer yazarlardan daha iyi anlamasıdır. Her pornografik eserin açık ya da gizli olarak ölümden bahsettiğini iddia etmiyorum. Sadece arzu temalarının o özel ve keskin biçimiyle, "müstehcen"le ilgilenen eserler böyledir. Her gerçekten müstehcen arayış, ölümün, eros'unkilere ulaşan ve onu geride bırakan sevinçlerine doğru meyleder.

Bildiklerimden daha iyi olan Bataille'ın eserleri, sanat biçimi olarak pornografinin estetik olasılıklarına riayet ederler. Okumuş olduğum tüm pornografik düzyazı kurmaca eserlerin sanatsal açıdan en ustalıklısı olan Gözün Hikayesi ve en orijinal ve güçlü biçimde entelektüel olan Madam Edwarda.       

Susan Sontag



*Bataille'ın Gözün Hikayesi ve Madam Edwarda isimli anlatılarına 
Ayrıntı yayınlarından çıkan Annem isimli
kitaptan ulaşmak mümkün.