İki Kişiyim Ben


Desen: Enis batur




Bilirsiniz ya da bilmezsiniz: Valery yazarları ikiye ayırır: Kendi kamusal varlığını yaratanlar ile kamusal varlık tarafından yaratılanlar. Gerek ilk kitabımın yayımlandığı 1973 yılından bu yana okur önünde, gerekse '73 öncesinde, yazıp da gün ışığına ürünlerimi çıkarmayı düşünmediğim dönemde, kendimi ilk kümenin içinde bildim.


Baştan beri, eğer bir başlangıç olduysa, her boyutunda 'ontique', yani hayati bir anlam taşıdı benim için, yazmak. "Nil"in bir sayfasında, derkenara matbaa harfleriyle yazdığım "susabilirdim" sözü bir fantezi değildi: Şehrimize sonradan gelen o ilginç 'iletişim' kelimesi daha o zamanlar, dibimde, sanıyorum tüm taşkın bölgelerimde canımı yakıyordu ve yazmanın benim için kurtarıcı bir yanı olup olmadığını kestiremiyordum. Sonunda kapım çalındı ve düpedüz korktum. Çekip gidecek gücüm yoktu, çekip gidecek yerim de. Sanata inandım mı, kendimi buna hiç değilse inandırdım. Eğridir doğrudur, başka bir sefere, son sefere ya da ondan da sonraki sefere konuşulur bu. Yazmanın, yaratmanın tekvinindeki özel dürtüler, nedenler ne olursa olsun, yazılan ya da yaratılan paylaşılmak üzere dolaşıma sokuluyor, günışığına vuruluyor, kısacası Borsa'nın karşısına ama içine çıkılıyorsa, bunun iletişimi istemekle doğrudan ilgisinin bulunduğu tartışılamaz elbette. 

Ama, kiminle, ne kadar ve nereye kadar, ne tür bir iletişim kurulabilir?

Öyle sanıyorum ki yalnız benim yazı serüvenim değil, tümden yazı serüvenini bu soru için uygun bulunan karşılıklar tanımlayabilir. Kendi payıma, yapabileceğim tek seçimin, dün ve bugün kadar yarın için de, kendi kamusal varlığımı oluşturmak yolunda olduğunu düşündüm hep. Şüphe yok ki, yazdıklarımı seçecek okurun nicel durumu üzerinde ileri-geri konuşacak halim yoktu. Sayıları çok kişinin gözünde pek azdı ama bu beni ne tasalandırıyor, ne de gönendiriyordu. Dün de biliyordum, bugün de bildiğimi düşünüyorum: Yazdıklarımla gerçekten ilişki kurmak isteyecek okur sayısı fazla değil ve bu sayının artma olasılığı, ben ben olmadıktan çıkmadıkça, neyse ki yok. İnce mizah değil: Her anlamda huzur verici bir müşteri türü ve sayısı. Bir yolu varsa kişinin ve onu ara sıra buluyor ama aralıksız arıyorsa, onu gözetleyenleri yitirmesi bunların sayıca azalmaları, tutumlarında hoşgörülü olmaları sözkonusu değil. Beni istiyorlar: Ben'i arıyorum çünkü. Yorulmaz, sürdürürsem: Beni isteyecekler durmadan. Yok bulursam ben'i, öyle sanırsam, üstelik susmazsam: Gözlerini başka bir yöne çevirecekler. Uzlaşma yok işte, sessiz bir anlaşma var demek ki.

...

İnsanoğlu yaratma serüvenine, bu serüvenin kendisine yönelttiği şiddet eylemine nasıl dayanabiliyor? Benim için bu dayanak, "susabilirdim"in karşısına "yazabilirim"i koyarken, içimdeki güdümsüz hayvanın yılgı ve coşku salgısını denetleme güdüsünden doğdu: Alınyazmak, çekirdeğimizin de çekirdeğinde oluşan sağırlığı sevkedebilmek, dolup taşmayı önlemek için güzelim yoldu. Peki 'sağırlık'? diye soracaksınız. Sormayın öyleyse: Joe Bousquet'nin "insanın en önemli yanı iletmediği yanıdır" sözü ne kadar da yakınımdaydı -baştan beri

...

Kişinin kendi kendisine, iç yada dış nedenlerle kilitlenmesi! "Susabilirdim" demiştim: Susulabilir belki; Yunus gibi kopartılabilir o organ; Kut gibi göz ve el yargılanabilir. Çekip gidilebilir buradan, çekip giden nice kardeşimiz var kayıtlarda: "Sizler şairsiniz, bense ölümden yanayım" (1921). Yakılabilir yazı, güneşi ardımıza alıp, tükeniş yürüyüşümüze başlamadan 


Enis Batur


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder