Ferit


Kilisenin önündeki alandan, Saint Germain'e çıktım, orda ağaçların dibinden yürümeye başladım. Lip birahanesinin önünden geçerken Ferit'i gördüm, camın önünde, bana el salladı. Kapıyı açıp girdim. Terasta sakalıyla, güzel bir biçimde oturmuş, bira içiyordu.

"N'apıyorsun?"

"Otur bira içelim"

Masanın üzerinde birkaç kitap vardı: Rabelias'ın özel baskılarından biri, bir de yeni kuşak yazarlarından birinin romanı; sonra bir Marguerite Yourcenar. Gelen garsona:

"Bir bira" dedim.

Akşam üzeri.

"N'apıyorsun?" diye bu defa o sordu.

"Hiç" dedim. "Biraz iyi, biraz kötü, yaşanıyor."

Bir süre sonra bira bardağını daha ağzından çekmeden:

"Yirmi beş yaşında ölecekmiş gibi kurdum yaşamımı, ölmeyince her şey berbat oldu," dedi.

"Aldırma. Bu durumu biz yüklemedik ki kendimize," dedim. "Niçin bugün, bu anda, bu yıllarda, bu dünyanın ortasında..."

Dışarıya bakıyordu. Ardından garsona seslendi, iki bira istedi.

"Kendi seçmediğin bir durumun bütün sorumluluğunu yüklenerek sürdürmeye çalışmak. Bağışlanan bir şey varmış gibi," diye söylendi.

"Artık iş işten geçti," dedim. "Bu duygudan cayamıyorum ama, bunu ben de istemedim."

Durgun bir gündü. Çok sıcak değildi. Saint Germain bulvarı yarı yerine değin güneşli, duruyordu, geçen taşıtlarla kaynıyor gibiydi.

"Gözden geçirip durmak, ne olumlamak, ne de caymak, cayılır belki, ya da olumlanır."

"Umudum yok benim," demek istedim, diyemedim ama, "ne üzerine umudum yok," diye düşündüm. Camdan dışarısını gözlüyorduk. "Umut ya da umutsuzluk üzerine bir düşünce öne sürmemek, bir şeyler yapmak, bir şeylere bakmak, temel soru, karşılıksız, böylesi oluş, olduğu gibi, böyle bu, bu gerçek, böylece bu."

Demir

De yayınları, 1.baskı 1966
Kaldırımlarda

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder