Neden Nietzsche? Bilimsel düşünmenin ciddiyet ve katılığından bir kaçış biçimi olarak mı? Artık inanmaktan aciz olduğumuz, tedavisi yarım kalmış bir dinin özlemiyle mi? Ya da daha beteri: Anti-demokratik duygularımızı hatta kimbilir, belki faşist olanları tam anlamıyla serbest kılmak üzere itibarlı bir teorik mazeret bulma arzusuyla mı? Bu ve benzeri türde yöneltilebilecek diğer tüm sorular aynı noktaya işaret eder: Nietzsche geçici hevesin, keyfi seçimin ve belki de töresiz bir modanın hasıl ettiği tüm emareleri taşımaktadır; ona gerçek bir gereksinim yoktur, gelişmemize vesile olan kültürün ya da bilimin ilerlemesine herhangi bir biçimde cevap olmaz. Bu son derece barizdir ve daha da ileri giderek, Nietzsche’nin eni konu kültür, bilim ve kesinlikle ilerleme karşıtı bir seçenek olduğunu da belirtebiliriz. Ayrıca, onun öneminin başka bir yerde değil de tam da bu noktada yatmakta olduğunu da ekleyebiliriz. İnsanlık tarihini, peyderpey hayvanlığın puslarından kurtuluşun, toplu yaşamanın ve bilginin her seferinde üst biçimlerine doğru ağır ama istikrarlı yükselişin kronolojisi olarak gören herkes için; bilimsel deneysel-matematiksel, nesnel ve tarafsız aklın, uygarlığın en arı kazanımı ve insanoğlunun en büyük övüncü olduğunu düşünen herkes için; yerleşik ahlâki değerlerin, demokratik aydınlanmanın pekiştirdiği eşitlikçi Hıristiyanlığın, daha yüksek kazanımlar uğruna tutkuların ulvileştirilmesinin bütünüyle insani bir toplumun kaçınılmaz esasları olduğu kanısına sahip herkes için... bu minvalde düşünen herkes için Nietzsche en feci geçici hevestir, akla gelebilecek en kötü gericilik, kaosun ve bunaklığın korkunç fakat karanlık bir biçimde ayartıcı hayaletlerine geçit veren bir ödündür. En iyi ihtimalle ona saf bir tarihsel kültürel ilgi, bir edebi itibar, (artık bilinmektedir ki, bu sıfat, içeriğin gerçek özü bakımından olduğu kadar biçimin kuvveti bakımından da ustalıklı ve paradoksal bir durum yaratmaktadır), klinik anlamda hijyenik bir kanı bahşedilecektir. Ya da belki de denebilir ki, bizzat kendisinin bazen düşündüğü gibi Nietzsche bize tanıtıldığı gibi değil, derinlerde bizim gibi bir demokrat, bir âlim, aynı zamanda bir Hıristiyan ve asıl olarak da insanlığın geleceği hakkında umut besleyen bir adam, çağdaşlığa giden bir devrimci, döneminin sosyo-seksüel koşulları tarafından kötü muamele görmüş eşi bulunmaz, hassas bir adamdı. Ve bu konuda hepsi, biri de öteki de öyle yanlış ki... öyle sayısız gerçek var ki! Çünkü bu görüşlerin hepsi de birer emaredir, tıpkı bizzat Nietzsche’nin işaret edeceği yorumlanması gereken emareler gibi...
Nietzsche’yi kendi günahlarından kurtarmak değil niyetim; bunu uygun bir biçimde yapamam. Bir adam değil dinamitti o, ateş püsküren bir yıldırım gibi tüm bir evrensel tarihi ortadan ikiye ayırmak, insanlığın projesini, bilincini ve toplu yaşamasını paramparça etmek isteyen bir dinamit.. O yıldırımın ortadan ikiye ayırdığı benim ve belki de bu satırları, onu okuduğunuzda sizsiniz. Nietzsche tehlikelidir, çünkü kuvvetlidir, onu tehlikesinden arındırmak için güçten düşürmek bu kitabın varlık nedenini bertaraf etmekle aynı anlama gelirdi. Çünkü Nietzsche’nin düşüncesini yapmacık bir tarzda sunmak onu hiçbir biçimde erişilir kılmak anlamına gelmez, ne de Nietzscheciliği vaaz etmek anlamına gelir, zira Nietzsche’nin müritleri olamaz: Yapmak istediğim okur karşısında trajik bir farsı, kendi kendini parçalayacak kadar dramatik ve hünerli savlarıyla seçkin bir hayatın ve düşüncenin savını sergilemek. Bu parçalanmanın geçici mi kalıcı mı olması gerektiğine, onun lehine mi aleyhine olması gerektiğine önem verecek değilim. Kuşkusuz, ne bir nesnellik ne de tarafsızlık telkin etmek gibi bir mecburiyetim var, zira böylesi bir şey Nietzscheci mesaja, yetersizliğimin ya da aşırı coşkunluğumun ürünü olacak herhangi bir çarpıtmadan daha büyük katiyetle zarar verirdi. Esasen onun hasıl ettiği kişisel merak dışında bir başka mesaj da yoktur, burada doğru yanıt güvencesini yeterince devşiren şey enikonu öznelliktir. Oliver Reboul'un gayet iyi dile getirdiği gibi; Nietzsche kendini ifade eden biri karşısında bir düşünür gibi kendini ifade eden bir yazar değildir. Bu durum en az bu metni kaleme alan kadar onu okuması gereken kişi için de geçerlidir; benim başvurduğum şey onun kültürü ve basitçe anlaşılmasından ziyade okurun özelidir; tutkusunun sahnelenmesidir.
Bunun ilk sonucu olarak, okur dolayısıyla elindeki kitabın popüler bir derleme oluşu hususuna aldanmamalıdır. Öyle değildir, herkes için bir kitap olamaz da; Nietzsche’nin büyük eseri gibi “herkes ve hiç kimse için” diye de bakma hakkı yoktur. Her halükârda bir kitabın herkes için olacağını düşünen hiç kimseye hitap etmez. Ve çünkü Nietzsche "ortak değer" değildir. Demokritos ikaz eder. Nietzsche’nin büyük politik ahlâki dersi ‘ortak değer"in kendi manası içinde çelişkili olduğu yollu formülasyondur. Her şey herkes için değildir çünkü herkes için olanı hiç kimse istemez. Her şeyin herkes için olmasını arzulayanlar kendileri için bir şey istemekten aciz olanlardır. İnsanın kendisi için en yüksek ayrıcalığı talep edecek cesaret ve tevazusu olmalıdır ve bundan dışlandığını hissediyorsa kesinlikle dışlanmıştır. En yüksek olanın pek çokları için yasaklı olduğunu bilmek -ve kabullenmek- önemlidir ve buna rağmen onların elinden hiç kimse hiçbir şey de almamıştır. Kimsenin hakkı olmayan şey serbest, sahici zenginlik yani dağıtılamaz. Ne dağıtılabilir ne de her şeyden evvel dağıtılmasına gerek vardır. Kısacası, daha kolay tüketilebilir hale gelsin diye İsa karşıtını burada parçalarına ayırmamaya çalışacağım: Diyonisos rahibeleri Orpheus’u parçalarına ayırıp barbarca tükettiler ama içinde devindiğimiz kültürel dünyada ondan yavan, sade suya çorbalık tabletler yapmak için yararlandılar... Ama önemli bir nokta: Bu kitap kesinlikle yalnız Nietzsche’nin taraftarları (?) için, ona yakınlık besleyen ve onu takip eden düşünceler için değildir. Zerdüşt, mürit değil yoldaşlar ve suç ortakları arzulamıştı ama aynı zamanda sahici düşmanlarla karşılaşmak için de can atıyordu. Bu kitabın, Nietzsche’nin şu neşeli ve asil sözüne uymasını isterim:
Planım herkese yönelik değilse de iletilebilir. Bana benzeyenler kadar benim karşıtlarımın da varlıklarını ifade edecek neşe ve kuvveti ondan çıkarmalarından ve ondan hayat ve ruh çıkarmalarından ötürü... (Güç istenci)
Nietzsche karşıtı olmak kesinlikle kolay olmasa ve herhangi bir karşı çıkışı ortaya koymuş olmak bunun için yeterli olmasa da böylesi bir karşı çıkıştan itibaren ruhun ve hayatın kaynağı olacak bir varlığı ifade etmek gerekir.
Nietzsche’nin bizim açımızdan önemi modern çağda bir filozofik varoluşun olabilecek en yüksek örneğini sunmasıdır, hayatı ve eseri tek bir şahsiyette, bir kahramanın eskizine ait büyük fırça darbelerinde birleştirme arzusunda olan bir proje olarak, bunu en iyi sunan belki de yazarın kendisine ait tek tek eserlerdir. Nietzsche, tıpkı Rimbaud’nun olmak istediği gibi kesinlikle bir moderndi. Bundan ötürü günümüzde zamanı halâ gelmemiştir tıpkı kendi zamanında da gelmemiş olduğu gibi. Felsefi bir varoluş bir felsefe ögretmeninkinin tam aksidir; bir felsefi varoluş felsefi bir kariyerin tam aksidir... Çünkü sorun, Atina’da ya da Toledolu Alfonso El Sabio zamanında değil bizim zamanımızda filozof olma konusunda ısrarcı olmaktır. Nietzsche bu konuyu incelikle derinleştirmiştir:
Bugün bizim için felsefî bir varoluş ne anlama gelmektedir? Nerdeyse bir havlu atma ortamı değil midir? Bir kaçamak türü? Ve bu şekilde tam bir inziva ve tecritte yaşayan kişinin, ona ilişkin bilgi için takip edilesi en iyi yolu göstermesi makul müdür? Kendini hayatın değeri hakkında konuşmaya yetkili saymazdan önce yaşamanın yüz türlüsünü deneyimlemiş olması gerekmez miydi acaba? Kısacası, bugüne dek edinilen kavramlara göre, yaşanmış deneyimlerden hareketle büyük meseleler hakkında bir yargıya varmak için tamamen “anti-filozofik” bir biçimde -ve her şeyden öte de uzlaşmaz erdemli gibi değil- yaşanması gerektiği kanısındayız. En muazzam deneyimlerin adamı, o deneyimleri genel neticelerde toplayan adam: En güçlü insanın o olması gerekmez miydi? Bilge, uzun zaman boyunca bilim insanıyla ve çok daha uzun zaman boyunca da dinî eğitim almış insanla karıştırıldı. (Güç istenci)
Ancak haliyle deneyim yaşamayı bilenler ancak yüz değişik biçimde yaşayabilirler. Ki bunun, mesleği, politik duruşu ya da oturulan yeri değiştirmekle pek az ilgisi vardır! Bu deneyimler bedene olduğu kadar bilince de yazılır yani tüm dürtülerimizin yaşamsal makamına olduğu kadar onları taklit ve kopya eden tepkisel makama da yazılır. Sinirlerimizle oynarız, duyularımızla, içgüdülerimiz, tutkularımız ve aynı zamanda değerlerimizle de, tanrılarımızla, bizi sessizce yükselmeye iten her şeyle ilgili akla gelen tüm isimlerle, sanatımızla oynarız. Bu oyun merakının, bu deneyci yüzsüzlüğün iyi öğrenilmiş bir dersin aktarımıyla alakası yoktur, olması gerekenin ilan edilmesiyle de, aynı seviyeye getirme ya da sürünün mazeretiyle de alakası yoktur: Sosyalleştiren öğretmene, din adamına politikacıya aykırıdır. Hakiki felsefi varoluş, oynayan ve emredeninkidir, değerleri saptar ve topluma hükmeden eski oyun tahtalarını yıkar: Onun ödevi parere değil jubere dir, gerekliliğe boyun eğmek değil neyin gerekli olduğuna karar vermektir.
Nietzsche gezginci, acı dolu ve aşırılıkları görünüşte yumuşatılmış hayatı boyunca şeytani kumar masalarının etrafında bahis oynadı, en radikal gayya kuyusunun siperinde dans etti ve geri dönüşsüz biçimde onun içine düştü. Kanunları yerle bir etti, onların altını oydu; emretti, hayata geçirdi ve ihlal etti ve en sıra dışı, gözü pek kanunlar uyarınca mahkûm edildi. Akıllara durgunluk veren bir tarzda yalnız yaşadı, kesinlikle ayrıksı bir hayat biçiminin avan-gartlığını bilen birinin küstah münzeviliğiyle... Ancak, bunların hiçbirinin olmayacağını da biliyordu çünkü gidimli mantık onu nedensel eşgüdümlü kuvvetiyle belirliyordu: Tıpkı sanatçı gibi, en bastırılamaz tutkusunu ifade etmesine, en mahrem kaosa aldatıcı biçimde güzel şekli vermesine yarayacak olan şey dışında sesi için herhangi bir nesnellik talep etmedi. Sanatçı -her şeyden öte de müzisyen- eğilimlere, tutkulara ait göstergebilim diline kendini teslim eder; ve bugüne kadar bunu yapamamış olsa da filozof için de geçerlidir bu.
Bu masumiyet aynı zamanda büyük filozoflar arasında da vardı: “Hakikatle ilgili olduğunu sandıklarının ve bahsettiklerinin aslında ta kendileri olduğunun, derinlerde kendilerinden başka bir şey olmadığının bilincinde değillerdi. Bir başka deyişle, içlerindeki en şiddetli dürtü utanmazlıkla ve temel bir dürtünün en büyük masumiyetiyle açığa çıkar: Egemen olmaya çalışılır ve mümkün mertebe her şeyin ve her olayın amacı olmaya! Filozof, sonunda dürtü söz alsın diye bir tür talih ve fırsattan başka bir şey değildir." (Güç İstenci)
Filozoflar asla nesnel olanın değil, bilakis öznel olanın ya da daha doğrusu nesnel ve öznel olanı kuran bilinçsiz bir mahremligin sözcüleri oldular; bu böyle olagelmiştir ama onlar bunu bilmeden. Modern olmak bunu bilmektir: bundan ötürü bunun farkında olan Nietzsche moderniteye ait felsefi varoluşun ilk ve en hakiki örneğidir. Nietzsche’nin bu sayede ortaya çıkmış olan tuhaf ve özgün köklü dürtüsü nedir? Tüm eserine can veren, ifadesini eserin kendisinde bulan bu dürtü nedir? Ona ne dersek diyelim, ister hayat ister güç istenci ya da üstinsan, esasen yanıltıcı olacaktır; öylesine biricik ve tuhaf olan Nietzscheci yazını kolay ele alınabilir, yeri doldurulabilir bir şeye dönüştürecektir. Yalnızca eserinin tamamı, o hem parça parça hem bütünlüklü, hem dindar hem zındık, hem neşeli hem trajik, hem sanatsal hem siyasi ve erotik eserinin bütünü o dürtüyü layıkıyla ifade edebilir. Umanm bu kitap söz konusu tonu, Nietzsche’nin bazı metinlerinde çarpıcı biçimde ışıldayan o apaçık baş döndürücü derinliği biraz olsun iletebilir! Tıpkı şurada olduğu gibi:
Ey üzerimdeki gök! Saf! Yüce! Senin saflığındır bence hiçbir ölümsüz akıl örümceğinin ve örümcek ağının olmayışı sende - çünkü tanrısal rastlantıların dans ettiği yersin sen, çünkü tanrısal bir masasın sen, tanrısal zarlar ve zar atanlar için!
*
"Nietzsche'nin İdeası"
Fernando Savater