Kubin - Madness
Nietzsche'nin deliliğinin farazi bir frengi hastalığıyla ilgili olduğu düşünülmüştür çoğu zaman. Bu delilik, kendini "maskelemek" isteyen bir düşüncenin uç bir belirtisi olmasın sakın?
Yıl 1889, Nietzsche delirmiştir, kimse bunu yadsımaz. Birkaç günde, hemen hemen birkaç saatte, kâğıt üzerine bıraktığı dağınık notlar onun kendinden geçişinin işaretleridir. Kırbaçlanan bir at için ağlamaktadır: Aklı başından gitmiştir...
Nietzsche, yaşamının bir anında, her şeyle ve herkesle ilişiğini tümüyle kesmiştir hemen hemen. Davranışları skandal yaratır: Darmadağınık, Almanya'yı, onun imparatorunu ve düşünme biçimini, kilise yanlısı Yahudi anlayışını ve onun daha da kötü olan değişik biçimini, yani katolikliği mahkûm eder. Ne sosyalizmden ne romantizmden, ne Renan'dan ne de George Sand'dan söz edilmesine dayanamaz. Yeni bir dünya için yeni bir insan ister: "Resmen" deli olmasının zamanı değil midir? Ona daha uzun süre kim katlanabilecektir?
Şu bir gerçektir ki 1889'un sonunda Nietzsche delirir gerçekten. Neden gelmiştir bu onun başına?
Kendi yetersizliğinden dolayı Nietzsche'yi ezmek gereksinmesini duymuş olan çok genç bir hekimin yazdığı acınası bir tez okunabilir yine de. Ona göre, kuşku yoktur. Nietzsche, yaşamının erken yıllarında yakalandığı ve ömrünün son yıllarında genel bir felç görüntüsü altında ortaya çıkan bir frengiden dolayı, ölmüştür. Klinik açıdan birçok dışavurum biçimini, ki onlardan biri de yoğun bir sözde-deha idi, tanıyan frengiden ileri gelen yarı-gecikmiş bir belirti. Tezin sahibi, son dönemini yaşayan Nietzsche'nin son ürünlerini, onun gençlik dönemi aşağısamaları altında ezmek ve bu ürünlerde çok daha önce tımarhaneye tıkılması gereken rahatsız ve hasta bir ruhun kanıtından başka hiçbir şey görmemek için seçiyordu.
Nietzsche'nin frengisi konusunda kanıtlanabilmiş hiçbir şey yoktur. Ne bunu ayrıntılarıyla ortaya koyan, ne de onun bu hastalığa yakalandığını gösteren hiçbir şey!
Ancak frengi, 19. yüzyılın sonunda, pek çok şekilde kullanıldı: Lehinde değil de daha çok aleyhinde konuşulması tercih edilen belli sayıdaki bireylerde çok hızlı bir şekilde ortaya çıkan bir deliliğin yorumunda mastürbasyonun yerini alıyordu bu hastalık. Wagner kesin olarak bununla suçluyordu Nietzsche'yi. Nietzsche ve müzik ilişkileri üzerine yapıtında Fiescher-Diesku'nun anlattığı şey en azından budur. Eğer frengi mastürbasyonun yerini almak için bir yücelik ortaya çıkmasaydı, bugün Nietzsche'yi hor görenlerin hala bu eski gülünç açıklamayı benimsediklerini pekâlâ düşünebilirdik.
Ancak 1889 yılında, hasmını ezmek için frengi üzerine çok yeni bilgilerden yararlanmak daha uygundur. Nietzsche'nin frengiye yakalanması hasımlarının işine geldiğine göre, demek ki frengisi vardı onun...
Oldukça tuhaftır, yetmişli yılların çok güzel bir filmi İyinin ve Kötünün Ötesinde, filozofun aşağı yukarı frengiden öldüğü fikri üzerine kurulmuştur tamamen. Ancak frengi bu filmde Friedrich Nietzsche'nin iyinin ve kötünün ötesine gitmek kaygısı içinde olduğunu, hatta geleneksel ahlakı altüst etme kaygısı içinde olduğunu göstermek için kullanılmıştır, kahramanımız genelevde bir gün, genç bir fahişenin yanında isteyerek frengiye yakalanmaktadır. Liliana Cavoni'nin filmi tam bir güzellik filmidir. Onun niyeti gerçeklikte olan cinsel devrimi yüceltmektedir. SIDA'nın resmi oluşunda birkaç yıl önce cinsel özgürlük adına böyle bir savunma yapabilmek şaşırtıcıdır. SIDA'nın çevresinde ele alındığını gördüğümüz temalar: iki cinsliliğin ve tüm cinsel özgürlüklerin övgüsü, ölmek pahasına sevmeyi tercih etme cesareti, bütün bunlar var bu filmde. Bu felsefi filmin son derece yenilikçi fikirleri nasıl desteklemek istediği açıkça ortadadır.
Bunların hiçbiri, ne Nietzsche'nin iki cinsliliği, ne de onun aşktan ölme istenci hakkında hiçbir şeyi kesinleme olanağı sağlarlar...
Nietzsche, Salome için ah vah ettiyse de, o hiçbir zaman onun heyecanlı, sonra da kızgın bir sevgilisi olmadı. O bir akşam bir genelevde piyano çalmaya gittiyse, bu onun o gün fahişelerle ilişkisi olduğunu asla kanıtlamaz. Nietzsche'nin temiz öldüğü tezi aynı kanıtlarla desteklenebilirdi.
Gerçekten Nietzsche'nin deliliğini açıklama imkânını sağlamıyor hiçbiri. Psikiyatri de, onu destekleyen temel nöroloji de şu öteki soruyu yanıtlama olanağını sağlamak için yeterince bir gelişme gösteremedi: Acıdan deli olmamız mümkün müdür? Nietzsche, 1888 yazında dostu Overbeck'e yazdığı hayranlık verici bir mektubunda entelektüel yalnızlığının karmaşık durumunu açıklar. Zerdüşt'ü yazmasının ona içinde yeni bir insani etkinliğin sergilenebileceği sonsuz bir dünyayı keşfettirdiğini ve esinle gözlerinin kamaştığını hissederken ne kadar yalnız olduğunu dile getirir. Parçalanmış bir yürekle, yergici bir biçimde yazarak çok eğlendiğini kendisinin de kabul ettiği küçük işlerde başarılı olmak için oldukça yetenekli olduğunu bizatihi dile getirir. Ancak mektubundaki genel hava bir umutsuzluk havasıdır. Bu sözcükleri kaleme alan adam, düşünce'nin "normal"in ötesinde olduğu bir başka dünyaya devrilmeye hayli yakın olduğunu, gerçekten, hissettiğimiz böylesine olağanüstü bir bilinçlilik adamıdır.
Nietzsche'nin bu deliliği, kaynağı ne olursa olsun, filozofun yapıtlarını yakından bilen herkes için önemli bir sorunu gösterir. Gerçekten Nietzsche tüm yaşamında, tuhaf bir yalnızlık türü olarak, sadece maskeli olarak düşünmeyi ve onu ciddilikten uzak bir şekilde işleyenler için kendini böyle anlaşılmaz göstermeyi seçti.
Şu görme biçimini de ileri sürebiliriz: Nietzsche'nin "deliliği", onu yüzeysel olarak okuyanlara baştan sona yanılma yolunu açan bir biçim altında her şeyi gizlemek isteğinin ona ait olan bir tarzda kızışmasından başka bir şey olmasın sakın?
Bunu yapmak bir tür delilikti, zira sadece sizi"derinden" ele almak isteyenlere açılmak istemekle, sizi yüzeysel olarak inceleyenlerce talan edilip karmakarışık bir hale getirilmenize izin vermiş olursunuz. Nietzsche'nin kız kardeşi, sonra da Naziler filozofun düşüncesinden hem iğrençlik hem de saçmalık oluşturacak olan bir gelenek yaratacaklardır. Ancak "maskeli" "deli" düşüncesiyle onları bu adeta yüzkarası tavıra yönelten de Nietzsche'dir.
Toplumlarımızın delilikle uyuşan şeyi artık yapamadıkları bir gerçektir. Batı dünyamız, bu durumda, bir sürü başka "egzotik", hatta ilginç yükümlülüklerden kopmuş durumdadır. Kamerun'da oturan çok seçkin bir Cizvit papazı topluluğun ifade biçimlerini daha iyi anlamak için "n'ganga" olmak istedi. Bir n'ganga bir tür şaman rahiptir, hastalığa bir başka biçimde bakan hekimdir. Bu Cizvit papazı şöyle diyordu: "Kriz halinde şiddetli bir isteri hastası ya da artık kendine hâkim olamayan şiddetli bir paranoya gördüğümüzde, biz onu içeri tıkmak eğilimindeyizdir. Daha doğrusu orada denilir, işte size söyleyecek ilginç bir şeyi olan biri." Kendini gizleyen bir şey.
O halde değerleri altüst edişini, kendi düşüncesiyle tam karşıt olan yorumlara yer veren sözcükler sisinin arkasında gizlemeye hangi delilik itmiştir Nietzsche'yi? Kendini sadece onu anlamak isteme çabasını gösterenlere vermek istemiş olması niçin? Nietzsche'de "Efendi" ve "Köle"yi okuduğumuzda şöyle okumak gerekir: "Kendinin efendisi" ve "kendinin kölesi". Yüzeysel bir okumanın yol açabileceği şeyi temelinden değiştiren işte budur. "Aristokrat", düşüncede aristokrattır, yani bizzat kendine egemen olma ve kendinin efendisi olma cesaretine sahip olan kişidir. Köle düşüncede köledir; kolaylığa, boyun eğmeye, nefrete teslim olan kişidir. Kısacası, Nietzsche've göre, şu olağan bir dünyada kölelerin içinde ne kadar zengin, güçlü ve egemen olan vardır? Ve aristokratların içinde ne kadarı yoksul sefil ve itilip kakılan kişidir?
Ve güç istenci: Kendi üzerine bir güç istencinin söz konusu olduğu çok açık, başkaları üzerine değil... Ve Nazi de: Elbette, son insandır. Üstinsanın amansız, barışmaz düşmanı...
Konumuza dönelim. Sorun Nietzsche'nin son hastalığını anlamaya çalışmak ve onunla yazımızı bitirebileceğimiz şu soruya dönmektir: Bir insan beyninde, tüm düşünce savrulup görünürde anlaşılmaz olacak şekilde, kim "program değiştirmek"i başarabilir?
Nietzsche'nin her yapıtı Kantçı söylemin kesinliğine karşıt olarak Nietzschece bir yaşam fışkırmasında çözümlenebilirdi. Kendi üzerine güç istencini ortaya koyarak ona tamamen egemen olmak için yaşamı en aşırı biçimiyle kendi'nden fışkırmakla, belli bir anda, "programı tıkamak" tehlikesiyle karşılaşmaz mıyız? Ve o zaman, artık sizi ancak bir deli olarak görebilen bir toplumdan tümüyle kopmak tehlikesi söz konusu olmaz mı?
Belki çok uzun bir zaman içinde, delilerin dilini daha iyi çözebileceğiz ve o zaman deli Nietzsche'nin tutarlılığını daha iyi anlayabileceğimiz sözlerini derleyip toplamadığımıza pişman olacağız.
Delilerin dilinin anlamını bilmiyoruz, hiç değilse şimdilik bilmiyoruz. Ancak bir gün bileceğiz.
O zamana kadar, üstünkörü ve şüpheli birtakım tıp açıklamalarıyla felsefe dünyasının bu önemli olayını: Nietzsche'nin deliliğini yorumlamaya çalışarak daha fazla gülünç duruma düşmemek ve kendimizi hırpalamamak belki de daha iyi olur. Tıbbın söyleyecek bir şeyi yoksa, susmasını bilmeli. Ya da bilgisizliğini itiraf etmeli sadece...
Jean-Paul Escande
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder