Nietzsche ve Nazizm




Nietzsche öldükten sonra "Güç İstenci"ni yayıma hazırlayan kız kardeşi Elisabeth, onun düşüncelerini kendi görüşüne uydurup bozarak nasyonal sosyalizme yol verdi. İşte bu çarpıtmanın öyküsü...

Nietzsche, Nuremberg Mahkemesi'nin suçlu sandalyesinde mi? Fransa Cumhuriyetinin geçici hükümet delegesi Fraçois Menthon'a göre, onu gerçekten burada düşünmek çok doğal. 17 Ocak 1946'da oturuma başlangıç konuşmasında Menthon, nasyonal sosyalizmin "uzak ve derin" kökenlerini araştırır. Fichte'nin savaşı savunmasından, Hegel'in "kaba Darwincilik"i ve Devleti kutsamasından, "ırk birliği"ni ve yeni bir "yaşam alanı"nın fethini yücelten bir propagandadan söz eder, sonra "güç istenci" üzerine kurulu "son Nietzsche felsefesinin "baskın" etkisinden dem vurur. Ona göre "insanüstülük"ü öğütleyen Nietzsche, sonunda bir "güçler seçimi"ne ve böylece "zekâ ve iradi enerji bakımından üstün, uzlaşımsal ahlakların hepsinden sıyrılmış modern bir barbar" a varır.

Menthon, her ne kadar Nietzsche felsefesinin Hitler'in ırkçı kuramlarından ve onların kötü taklitlerinden daha ince, daha karmaşık olduğunu kabul etse de onun felsefesinde gördüğü kötülüğü bağışlamaz: "Kuşkusuz bu felsefe ile nasyonal sosyalizmin hoyrat darkafalılığını birbirine karıştıramayız. Ancak Nietzsche nasyonal sosyalizmin sahip çıktığı atalar içinde sayılabilir pekala, çünkü o, bir yandan hümanizmanın geleneksel değerlerinin eleştirisini haklı olarak tutarlı bir şekilde ilk ifade eden biri oldu ama öte yandan da onun yığınların yönetimiyle ilgili görüşleri Nazi rejiminin daha önce hiçbir engel olmadan egemenlerce ilan edilmesinde etkili oldu. Nietzsche zaten üstün bir ırka inanıyor ve genç bir ruh, bitmez tükenmez olanaklar gördüğü Almanya'ya üstünlük tanıyordu"

Parlak bir denemeci olan Bertrand d'Astorg, Terör Dünyasına Giriş adlı yapıtında, 1945 yılında, Nietzsche'den hesap sormanın olanaksız olduğuna dikkati çeker. Onun yapıtlarından biri Almanların beklediği "çağrı"dır, "olayların içinde Nazi Almanyası'nın bütün düzeni olabilecek bir yeni düzen"i esinleyen bir çağrıdır ona göre. Bu yapıt "Terör Dünyasının esas ocağı"nı temsil eder. Nietzsche'nin nazizmi tanımış olsaydı, ondan tiksinmiş olacağı ve SS'lerde somutlaşan üstinsanı reddetmiş olacağı -çömezleri emindir bundan- görüşüne ne yanıt verebilir? Tek yanıtı vardır bunun: ''Bir yazar sadece söylediği şeyden değil bütün okuyucularının onun söylemek istediğini bıkıp usanmadan araştırıp incelediği şeyden de sorumludur."

Savaş sonrası ansızın başlayan bütün bu suçlamalarda, bıkıp usanmadan başvurulan kaynağın Güç İstenci olmasıdır esas sorun. Oysa, 1959'dan itibaren Weimar'da Nietzsche'nin elyazmaları üzerinde çalışan Giorgio Colli ve Mazzino Montmari'nin gösterdikleri gibi, bu kitap ona atfedilen yazarı tarafından asla tasarlanmadı. 1887 güzünden 1889 ocak ayına kadar olan parçalar notlar halinde kaldılar. Belirsiz tasarı aşamasından öteye geçmediler. Bu parçaların arasında, 1888 ilkbaharına kadar olan ilk bölüm için, Nietzsche bir sıralamaya girişir ancak bu sıralama hazır bir yapıya tümüyle uymaz. Bu malzemeler, 1901'de keyfi ve korkunç bir geleceği çağrıştıran bu başlık altında yayımlanması için düzenlendiler, bölümlere ayrılıp tanınmaz hale getirildiler: Güç istenci böyle çıktı ortaya. Bu ihtilâsların başında filozofun kız kardeşi, Nietzsche arşivlerinin kurucusu Elisabeth Förster-Nietzsche gelmektedir.

Tarihin cilvesi herhalde; bu düzmece kitap en çok yorumlanan kitaplardan biri oldu. Hemen hemen bütün yorumcuların dörtte üçü süresince, ona "Nietzscheci felsefenin esas izleği" gözüyle baktılar. Bu süreçte Fransa'da ne oldu? 1904'te Henri Albert tarafından yayımlandı, 1936'da Gallimard yayınlarında yeniden çevrildi, bu son yıllara kadar sayısız elkitaplarında ondan alınan parçaları saymazsak, aşağı yukarı otuz civarında yeni baskıya ulaştı. Kitabın ikinci çevirisine değinen ünlü Cermen dilleri uzmanı Genevieve Bianquis, onun girişinde şunu yazmakta hiç duraksamaz: "Nietzsche, yapıtlarının en önemlisi olarak Güç İstenci'ni, kendisi belirtmektedir" Ancak şurası gerçek ki felsefi olarak çok daha nitelikli bir uzman olan Gilles Deleuze 1968'de hâlâ bu küstahça derlemenin sonucunu ''çarpıtma" olarak adlandırmayı reddediyordu.


1904 yılında ağabeyine adadığı yaşamöyküsünde, Elisabeth Förster-Nietzsche, Güç İstenci'ni ağabeyinin gerçek felsefesinin bir hazinesi olarak gördüğünü yazar. Kardeşinin bu yapıtı, 1870 savaşı sırasında bozguna uğrayan ama yine de saldırıya geçmek için hiç tereddüt etmeyen Prusya alayının tepkisi karşısında geliştirdiğini açıklar. Onun temel dünya görüşü Darwin'in dünya görüşü yani hayatta kalmak için zorunlu bir savaş düşüncesi değil "güç istenci"dir. Bu anlamda, o bir Prusyalı tipinin ta kendisiydi, diye belirtir. Bir vatansever, bir savaşçıydı o.

Doğal olarak, olayların devamının da bunu gösterdiği gibi, Nietzsche kız kardeşine güvenmiyordu. Budala ırkçı Bernhard Förster ile evlenebilmiş olması onun körlüğünü yeterince gösteren bir işaretti. Onun darkafalı yobaz karakteri tedirgin ediyordu Nietzsche'yi. 21 Nisan 1883'te Heinrich Köselitz'e, kız kardeşinin ona, eğer Katolik olsaymış, "onun düşünme tarzından doğacak olan kötülüğü bağışlatmak için hemen bir manastıra kapanırdım." dediğini yazar. Kız kardeşinin ona, "tamamen değişene kadar ve gerçekten iyi bir kişi olmaya gayret edene kadar açık bir düşmanlık" ilan ettiğini söyler Nietzsche. Annesine yazdığı bir mektubun başında "böyle acımasız bir yaratıkla akraba olmaktan" tiksinti duyduğunu açıklar.

Kısa zamanda, ne yazık ki kız kardeşine karşı kendini savunamayacak bir duruma düşer Nietzsche! Dul Elisabeth ilkin ona göz kulak olmak için ortaya çıkar. Sonra, ağabeyi öldüğünde onun bütün belgelerine el koyar. İmgesini ve entelektüel mirasını kendine mal eder. Guillaume II'nin hayranı, nasyonalist ve coşkulu bir savaş yanlısı olan kız kardeş, imparator tarafından da horlanmış olan ve onu küçümseyen ölmüş ağabeyini aynı yolu izlemeye sürükler. 1914 yılında, onun Kahramanlar Kütüphanesinde tutulan ilk yazarlardan biri olması için kendine bir çekidüzen verir. Savaşı haklı gösterenlerin yanına onun metinlerini de koyar. 1915'te, tüm enerjisini hazırlanmasına katkıda bulunduğu yirmi binden fazla nüshası olan örnek bir alıntılar dergisini yayımlamak için kullanır. Sertlik, irade, vatanseverlik, kahramanlık - bütün bu erdemler, "bu yüce çağın yol arkadaşında keşfedilecektir, okuyucuları bu keşfe çağırır Elisabeth.

1918'den sonra, aynı sahteci çalışmasını sürdürür. Aşırı sağın yandaşı, Frank Müfrezelerinden yana, milliyetçi-halkçı partinin üyesi ve aşırı sağın yandaşı olan Förster "arkadan hançerleme" efsanesine, Almanya'nın "içerden" ihanete uğradığı için yenilmiş olduğuna inanır kesinlikle. Weimar Cumhuriyeti onun için bir korkunçluktur, demokrasi korkuluğudur. 1922'de Almanya'nın dirilmesi için verdiği savaşa bir kez daha katar kardeşini: Demokratik sisteme karşı metinlerden bir seçki oluşturur (Devletler ve Halklar Üzerine).

Mussolini'nin, İtalya'yı ele geçirirken, Nietzsche'yi üstadı olarak tanımasını da böyle bildirir! Elinden gelen şey, ona olan hayranlığı konusunda Mussolini'ye güven vermek için Nietzsche'nin kalemine dört elle sarılmaktır. Arşivlerden fotoğraflar gönderir ona. Gazetelerde kendini faşizmin yandaşı olarak ilan eder. Berlin'de, ona para yardımı yapan İtalya Büyükelçiliği ile temasa geçer. Bizzat Dük, onun bunca coşkuyla yönettiği kuruma toplam yirmi bin liret bağışlar. Karşılık olarak Elisabeth'in sıcak teşekkürleriyle karşılaşır. Teşekkürler, kardeşinin her zaman "tercih ettiği ülke", böyle diyor Elisabeth, İtalya için olduğu gibi, bizzat Dük içindir de.


1932 ocak ayında, Mussolini'nin oyunu "Yaz Gün" Weimar Ulusal Tiyatrosu'nda sahnelenir. Elisabeth yazarın gelişini heyecanla bekler. Ancak temsillerin açılışını varlığıyla onurlandıran bir başka önemli kişidir: Hitler. İlk temsilden sonra, bir çiçek demetiyle kapısında belirir. Hak edilmiş bir candan yalanlık! Kont Kessler Defterler'inde, 7 Ağustos 1932 pazar günü yazdığı bir notta, öğleden sonra Madam Förster-Nietzsche'yi ziyaret ettiğini ve onun kendisine, "en alt kademeden şefe kadar" herkesin arşivlerde Nazi olduğunu söylediğini yazar. Kendisinin dışında ama o yine de her zaman "milliyetçi-halkçı"dır. Kont Kessler'in notları, Guillaume II.'nin dul eşi lmparatoriçe Hermine'in yakında çaya davet edildiğini de öğretir bize: "Nietzsche'nin ve Nietzsche arşivlerinin durumu bu işte. Ağlanacak bir durum!"

Elisabeth'in ve onun aracılığıyla, Nietzsche'nin adının aşırı sağla, özellikle de Nazilerle gizli anlaşması yıllar boyunca giderek daha da net görülmektedir. Volkischer Beobachter'de "Alman aydınları Hitler'e oy veriyor" başlığı altında bir çağrı yayımlanır. İmzacılar arasında, o zaman Yena'da bir hukuk felsefesi kürsüsü sahibi olan Carl Auguste Emge de vardır; Emge, Nietzsche Arşivleri Bilimsel Kurulu'nun başkanı, başka deyişle, bu arşivlerin yöneticisidir. Onun imzası niçin? Carl Auguste Emge, nasyonal-sosyalist hareketi olumlu değerlendirmesini, "kültürlerin evrimi ve sonu hakkında Nietzsche'nin fikirlerinin araştırılması"nı böyle açıklıyor Emge, borçluymuş...

Weimar'daki Silberblick villası böylece Nietzsche'ye tapınılan bir mâbet olur ancak bozulmuş ve aynı zamanda Nazi propagandasının kutsal tapınaklarından biri olan bir Nietzsche'dir bu. Bu durum, 1932'de düzenlenecek ilk bölgesel devlet olan Thuring'in, nasyonal sosyalist bir yönetimin politik gelişmesiyle de uyumludur zaten. 1933 ve 1934'te birçok Nazi yönetici, aralarında Hitler ve Rosenberg de vardır. (Rosenberg, Güç İstencinin sahibi kabul edilen yazarın doğumunun 90. yıldönümünün arifesinde oradadır) Elisabeth'e konukları olma şerefini bahşederler. Hitler ve Mussolini'nin 1934'te Roma'da buluşmaları sırasında, Elisabeth 16 Haziran tarihli şu telgrafı gönderir: "Friedrich Nietzsche'nin kutsal ruhu Avrupa'nın en büyük iki devlet adamının söyleşisini izliyor."

Elisabeth 8 Kasım 1935'te, 89 yaşında ölür. Cenaze alayının bulunduğu, Hitler'in de orada hazır olduğu bir tören yapılır. Max ve Richard Oehler adlarında, ikisi de Nazi, yeğenleri vardı onun. Richard, sözümona filozof, "vatansever Alman" Nietzsche'yi onun "dünya bolşevizmine karşı mücadele"sini öven makale ve kitaplarla kendini harcayacaktır. Ancak arşivlerin yönetimini Max alır. Yıllardan beri kendisine bahşedilen bölgede Silberblick villasını olduğu gibi korur, ödülü büyük olur: Rosenberg, 15 Ekim 1944'te, Weimar Ulusal Tiyatrosu'nda büyük adamın 100. doğum yılı törenlerini başlatır. Ne yazık ki bu törenler için düşünülen resimli albüm, henüz bitmemişken, ortaya çıkarılamayacak bir şekilde bombardımanlarla yok edilmişti.

1995 yılında, belgelerle dolu Güç istencinin Zaferi adlı yapıtında, Martha Zapata Galindo, uzun süre, yaygın bir anlayışın aksine, III. Reich'ın Nietzsche'yle ilişkilerinin ciddi bir şekilde araştırılmadığını saptar. 1945 sonrası Alman filozoflarının çoğuna göre, gerektiğinde, Nietzsche'nin Nazi ideolojisinin habercilerinden biri olarak sayılıp sayılmaması gerektiğini düşünmek uygun bir tutum idi. Ancak onlara göre, kullanılmış olan yöntem çok önemli değildi. Ve yine onlara göre, Reich ne zekânın, ne felsefenin orada gelişemediği ve orada ortaya çıkan sözümona "düşünce"nin üzerinde durmanın hiçbir zahmete değmeyeceği bir barbarlık kışkırtıcısından başka bir şey olmadı.

1933'ten sonra kariyerlerini sevinçle sürdüren üniversite üyeleri, savaşın ertesinde bu dünya görüşünü davranışlarıyla onaylıyorlardı. Heidegger, Gadamer ve birçok ötekiler gibi, kendilerini kendi yurtlarında sürgün ya da gizli faşist düşmanı sansalar da Nietzsche arşivlerinin ünlü Emge'si gibi bu konuda yüzsüz de olsalar, o dönemi ve bu dönem üzerinde yoğunlaşan her düşünceyi baskı altına alıyorlardı. Nietzsche'nin sadık hayranlarına gelince, onlar idollerine saygısızlık edilmiş olduğunu, onun nasıl inceleneceğinin bilinmediğini saptamakla yetiniyorlardı.

Bundan dolayı Martha Zapata Galindo, 1933 ve 1945 yıllan arasında, ona adanan bütün makale ve kitaplardan hareket ederek, Nietzsche'nin bütün görüntüsünü yeniden oluşturma hedefini vermiştir kendisine. Onun metinleri dikkatle incelemesi, Nazi yorumcularının kendi görüş açıları içinde birtakım farklılıkları dile getirebildikleri ancak öz üzerinde aralarında büyük bir çoğunlukla anlaşmış oldukları sonucunu çıkarma yetkisi verir ona. Sonuç, Nietzsche'nin düşüncesi III. Reich'ın ideolojik sloganlarına uyarlanmış oldu, öyle ki bu düşüncenin basite indirgenip çarpıtılması Alman toplumunu faşistleştirmeye yardım etti.

Yine de bu çarpıtmanın bu kadar kolay olmasının ve zengin ve ilginç bir sentezde (Nietzsche ve Almanlar) Zerdüşt yazarını Nazi Almanyası'ndan çok daha önce kutsallaştırılmış olduğunu gösterme onurunun İsrailli Steven E. Aschheim'e ait olmasının nedenini anlamaya çalışmak gerekir. Sesinin gürlüğüne karşın bu kutsallaştırma Bismarck'a duyulan derin saygıya ulaşmadı ama onun parıltısı yoğun oldu. 19. yüzyılın sonundan beri, "Nietzschecilik" denilen şey, bir parti ya da bir hareket tarafından üstlenilen özel bir politik ideoloji değildi. Ancak yerinde olarak dogmalara hiç yüz vermemesi nedeniyle, kurumsal ve sosyal bütün yaşam alanlarına yerleşti. Nietzsche, kimi kez eleştirel ya da yergisel kimi kez de trajik birçok tiyatro oyununa da konu oldu. Bu oyunlardan birini, 1896'da, ünlü doğalcı yazar Amo Holz yazdı.

Onun birçok aforizması ya da kitap başlıkları her gün beylik sözler gibi ortaya atıldılar. Nietzscheci anlaşılmaz fikirlerle bir tür yakınlık oluyordu kendiliğinden. Bu yakınlık belli sözcüklerin kullanımına kadar yansıtılıyordu. "İyinin ve kötünün ötesinde", "Üstinsan", "Güç İstenci", "değerlerin dönüştürülmesi", bunlar öğrencilerin gündelik diline nüfuz eden klişeler. Sosyalist ortamlarda olduğu gibi liberal çevrelerde de muhalifler "Sarı yaratık!" gibi bir deyimle azarlanıyordu. Bu muhalifler bir "Efendiler ahlakı"ndan dolayı kınanıyordu.

Weimar Cumhuriyeti yönetiminde, aşırı sağ "millileştirilmiş" bir Nietzsche imgesini ileri sürdü. "Almanlık"ın temsilcisiydi bu. 1926'da, bir Nazi olan Franz Haiser, Efendiler Ahlakı Açısından Yahudi Sorunu'nu yayımlar ve Deccal ile Ahlakın Soykütüğü Üstüne'de Yahudiler'in "vatandaşlıktan çıkarılma"sıyla ilgili olabilecek bütün bölümleri araştırmaya girişir. Halkların Yaşamında Sosyal Asalaklar üzerine bir kitapta, filozof Amo Schikendarız Yahudiliğin doğasını "hareket halinde bir yıkım" ifadesiyle, Almanlığın doğasını da "yaşam atılımı"yla tanımlar. Bu karşıtlık sadece açık bir çatışmaya varabilir çünkü Alman olmanın "biricik ve kutsal yasası", Nietzsche'nin ilkesidir bu, "ne isen o olmak"tır.

Nietzsche böylece, Hitler'in iktidara gelmesinden çok önce nasyonal-sosyalist kalıtla bütünleşmiş olur. Hem zaten 1931'den beri resmi olarak da öyledir. Nazi Partisi'nin kuramsal dergisi Aylık Nasyonal-Sosyalist Muhtıralar'da Nietzsche o zaman bir "hareketin habercisi" olarak ileri sürülmüştür. Dönemin bir Yahudi tanığı olan Arthur Prinz, 1932 tarihli bir makalede, Yahudi düşmanlığını ve Yahudilerin Alman toplumundan atılmasını yaymak için bol bol Nietzsche temalarının kullanıldığını ürküntüyle kaydeder.

1933'ten itibaren Nietzsche, Almanya'nın büyük adamları anıt-yapısına girmiştir. Sözünden sapmayan ve çok sivri bir Nazi filozofu Alfred Baumler, onun bütün yapıtlarını yayımlama sorumluluğunu alır. 1935'te, şu cümle üzerine makaleyi bitirir: "Törendeki gençleri Heil Hitler'lerle alkışladığımızda, bu sözcükler arasında Friedrich Nietzsche'yi de selamlıyoruz."

Güç istenci'nin uydurma yazarı, Yahudi düşmanlığından başka, bu düşmanlık kadar bir yıkım mantığına sokulmuş girişimleri aklamak için de yardıma çağrılmıştır. Güçsüzlerin, hastaların, "bozulmuşların kökünü kazımanın tam sırasıdır. 1920'den beri, köktenci soyarıtımı ve eziyetsiz ölüm yandaşları, bir hastanın sosyal bir asalak olduğu yönündeki inançlarına destek sağlamak için Nietzsche'den referans alacaklardı. Naziler iktidara geldiklerinde, entelektüel denen alçaklar, toplumun "yeniden canlandırılması" konusunda, Nietzsche'nin uydurma otoritesi aracılığıyla, demek ki daha önceden yerlerini almışlardır. Durumu niteleyen bir örnek, bir psikiyatr ve "sağlık koruma uzmanı" Kurt Hildebrandt ki o, İnsan Varlığının Normalliği ve Bozulmuşluğu adlı bir çalışmasıyla ünlenmişti; 1941'de, Nietzsche'nin kişiliğine, "güç istencinin habercisi" arasında "bozulmuşların, güçsüzlerin yok edilmesinin bir savunucusunu da ekler.

Kuşkusuz, Nietzsche'de Alman toplumu için oldukça marazi bir kişilik gören 19. yüzyılın sonundan beri tutucu bir akım var ola geldi. Almanlar, bu görüş açısı içinde, onun karşısına ancak kendi geleneksel, ulusal ve dinsel değerlerini koyabiliyorlardı. Bu tutucu kanadın bir kısmı, III. Reich yönetiminde, politik olarak Nazi iktidarını tam olarak benimserken, Nietzsche'ye resmen saygı göstermeyi reddetti hatta açıkça eleştirdi onu. Bu kesim Nietzsche'yi Hıristiyan düşmanı, Yahudi dostu, Fransız-sever ve nihilist olarak, kısacası ulus düşmanı bir kişi olarak görüyordu.

Ama yine de sormak gerek, bu akımın gücü neydi? Arno Munster, çok açık ve kanıtlarla dolu Nietzsche ve Nazizm (1995) adlı küçük bir kitapta, onun ne kadar "azınlıktan yana" olduğunu vurgular. Onun temsilcileri resmi çizgiye rağmen birbirlerini duyabilirler ama sesleri biraz "zayıftır". III. Reich yönetiminde Nietzsche'nin imzasını taşıyan yapıtların çok fazla satılması bunun kanıtıdır. 1939'dan 1943'e kadar, sadece Kröner baskılarının ikiyüz elli bini Böyle Buyurdu Zerdüşt, sadece elli bini Güç İstenci'dir.

1946-47'den beri, Thomas Mann gibi Nietzsche'nin de birçok Alman yazar için Almanya'nın ve kültürünün yazgısı üzerine bir düşünme vesilesi olması ve kimilerinin onun çabucak Nazilikten uzaklaştırılmasını önermesi şaşırtıcı değil. Nietzsche'nin, kız kardeşi ve Naziler tarafından ele geçirilmesi, 1950'de Karl Jaspers'in şu sözlerinin anlaşılmasını sağlar; Jaspers, III. Reich'ın karşısında hizaya geçen ve farklı formlar üzerine düşünmeye çabalayacak bir "Alman sorumluluğu" ilkesini ortaya atan filozof, şöyle diyor: "Nietzsche'nin tarzı varlığını sürdürmüyor, ünü kaldı onun. Eğer bir önemi varsa, sonun kaçınılmaz yazgısından ötürüdür bu; bugün hâlâ ve çok şey uğruna, onun temsil ettiği tehlikeden ötürüdür."

Lionel Richard

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder