NIETZSCHE VE NASYONAL SOSYALİZM


NIETZSCHE VE NASYONAL SOSYALİZM
Georges Bataille



Nietzsche idealist ahlaka saldırmıştır, iyilik ve acımayla alay etmiş ve insancıl duyarlılık altına gizlenen ikiyüzlülüğün ve erkeklik eksikliğinin maskesini çıkarmıştır. Proudhon ve Marx gibi, savaşın yararlı yönünü onaylamıştır. Döneminin siyasi partilerinin çok uzağında, “dünyanın efendileri” aristokrasisinin ilkelerini dile getirmiştir. Fırtınalı ve tehlikeli yaşam için tercihini kullanarak bedensel güzelliği ve gücü övmüştür. Liberal idealizmin tersine, bu kesin değer yargıları, faşistleri ona başvurmaya ve anti-faşistleri de onu Hitler’in habercisi olarak görmeye yöneltmiştir.

Nietzsche, şiddete karşı uzlaşımsal sınırların aşılacağı, gerçek güçlerin ölçüsüz yoğunluktaki uyuşmazlıklar içinde çarpışacağı, varolan her değerin maddi açıdan ve kabaca yadsınacağı zamanın yakın olduğunu sezmişti. Sertliği sınırları aşacak bir savaşlar döneminin yazgısını düşündüğünde, ne bu savaşlardan ne pahasına olursa olsun kaçınılması gerektiği, ne de deneyimin insani güçleri aşması gerektiği fikrinde değildi. Ona göre, bu felaketler bile, durgunluğa, burjuva yaşamın yalancılığına, ahlak hocaları sürüsünün mutluluk yalancılığına tercih edilebilirdi, ilke olarak şunu koyuyordu: Eğer insanlar için gerçek bir değer varsa ve basmakalıp ahlakın ve geleneksel idealizmin hükümleri bu gerçek değerin gelişini engelliyorsa, yaşam basmakalıp ahlakı altüst eder. Aynı şekilde Marksistler, bir devrimin şiddetini reddeden ahlaksal önyargıların yüksek bir değer (proleterlerin özgürleşmesi) karşısında boyun eğdiğini biliyorlar. Nietzsche’nin olumladığı değerin, Marksizmin değerinden farklı olarak, evrensel değeri az değildir: İstediği özgürlük bir sınıfın diğerleri karşısındaki özgürlüğü olmayıp, en iyi temsilcilerinin oluşturduğu tür içinde insan yaşamının geçmişin ahlaksal köleliklerine karşı özgürlüğüdür. Nietzsche, artık trajik yazgıdan kaçmayacak, bu yazgıyı sevecek ve bunu tamamen isteğine uygun biçimde temsil edecek, artık kendisine yalan söylemeyecek ve toplumsal köleliğin üstüne çıkacak bir insanı düşlemiştir. Bu tür insan, genelde bir işlevle yani insansal olabilirliğin yalnızca bir bölümüyle aynılaşan güncel insandan farklı olacaktı: Bu kısaca, bizi sınırlayan köleliklerden kurtulmuş bütün insan olacaktı. Modern insanla üstün insan arasında olan bu özgür ve egemen insanı Nietzsche tanımlamak istemedi. Çok haklı olarak özgür olan şeyin tanımlanamayacağını düşünüyordu. Hiçbir şey, henüz olmamış bir şeye yer vermekten ve onu sınırlamaktan daha boşuna olamaz: Bunu istemek gerekir ve geleceği istemek, her şeyden önce, geleceğin, geçmişle sınırlanmama ve bilinenin aşılması olma hakkını tamamıyla tanımaktır. Üzerinde ısrarla durduğu geleceğin geçmişe üstünlüğü ilkesiyle, Nietzsche, ölüm sözcüğü altında yaşamın ve tepki sözcüğü altında düşün lanet okuduğu şeye en yabancı olan insandır. Gerici bir faşistin veya başka bir gericinin fikirleriyle Nietzsche’ninkiler arasında bir farktan daha fazla bir şey vardır: Kökten bir uyuşmazlık. Nietzsche, her hakka sahip gördüğü geleceği sınırlamayı reddetmekle birlikte, bu geleceği belirsiz ve çelişkili önermelerle çağrıştırmış, bu da aşırı karışıklıklara neden olmuştur: “Dünyanın efendileri”nden söz ettiğini ileri sürerek, ona, seçimle ilgili politik terimlerle, ölçülebilir bazı eğilimler atfetmek boşunadır. Onun açısından burada söz konusu olan, olabilirliğin rastlantısal bir canlandırılışıdır. Görkemli olmasını arzuladığı bu egemen insanı, çelişkili olarak, kimi kez zengin ve kimi kez bir işçiden daha yoksul, kimi kez güçlü, kimi kez köşeye sıkıştırılmış biri olarak kafasında canlandırmıştır. Ona, kurallara karşı gelme hakkı tanıdığı gibi, ondan, her şeye katlanma erdemini istemiştir. Zaten onu genel olarak, iktidardaki insandan ayrı tutuyordu. Hiçbir şeyi sınırlandırmıyordu, bir olabilirlikler alanını yapabildiği kadar özgürce betimlemekle yetiniyordu.

Nietzscheciliği tanımlamak gerekirse, yaşama, idealizme karşı çıkma hakkı veren doktrinin bu bölümüne takılıp kalmanın çok az ağırlığı olduğunu zannediyorum. Klasik ahlakın reddi, Marksizmin, Nietzscheciliğin ve Nasyonal Sosyalizmin ortak fikridir. Temel olan tek şey, yaşamın büyük haklarını olumlamasını sağlayan değerdir. Bu yargı ilkesi oluştuktan sonra, ırkçı değerlere mal edilen Nietzscheci değerler bütün olarak tam zıt konuma yerleşmektedir.

- Nietzsche’nin ilk girişimi, entelektüel olarak tüm zamanların en üstün insanları olan Greklere duyduğu bir hayranlıkla başlamaktadır. Üçüncü Reich’da küçültülen kültürün amacı askeri güçken, Nietzsche’ye göre her şey kültüre bağımlıydı.

- Nietzsche’nin yapıtının pek anlamlı özelliklerinden biri, diyonizyak değerlerin, yani sınırsız sarhoşluğun ve heyecanın yüceltilmesidir. Rosenberg’in XX. Yüzyılın Miti adlı yapıtında Diyonizos dininin Ari ırkla ilgisi olmadığını söylemesi rastlantı değildir!... Hızla bastırılan eğilimlere rağmen, ırkçılık yalnızca askeri değerleri kabul ediyor: “Gençliğin kutsal tahtalar yerine stadyumlara gereksinimi vardır”, diyordu Hitler.

- Geçmişin gelecekle olan zıtlığından daha önce söz etmiştim. Nietzsche tuhaf bir şekilde kendini geleceğin çocuğu olarak gösteriyor. Kendisi bu adı vatansız varlığına bağlıyordu. Aslında vatan geçmişin içimizdeki payıdır ve Hitlercilik değer sistemini bunun üzerine, dar olarak yalnızca bunun üzerine inşa etmiştir. Hitlercilik yeni bir değer getirmemiştir. Dünyaya Almanların Basitliğini ilan eden Nietzsche'ye hiçbir şey bunun kadar yabancı değildir.


- Nasyonal Sosyalizmin Chamberlain’den önceki iki resmi habercisi de Ntetzsche'nin çağdaşlarıydılar: Wagner ve Paul de Lagarde. Nietzsche takdir edildi ve propaganda tarafından öne çıkarıldı, ama Üçüncü Reıch onu, diğer ikisine gerektiğinde yaptığının aksine, kendi bilginlerinden biri olarak değerlendirmedi. Nietzsche Wagner’in dostuydu, ama onun Fransız sevmez, Yahudi düşmanı şovenizminden tiksinerek ondan uzaklaştı. Pangermanist Paul de Lagarde’e gelince, bir metin bu konudaki kuşkuları yok ediyor. Nietzsche, Theodore Fritsch’e şöyle yazar: “Geçen ilkbaharda Paul de Lagarde adındaki bu duygusal ve kendini beğenmiş dikkafalının yapıtlarını okurken ne kadar güldüğümü bir bilseydiniz... ”

- Bugün, Yahudi karşıtı aptallığın Hitlerci ırkçılık için sahip olduğu anlama dayanıyoruz. Hitlercilikte Yahudi nefretinden daha temel hiçbir şey yoktur. Nietzsche’nin şu davranış kuralı buna karşı çıkıyor: “Irkların bu küstah üçkâğıtçılığı içinde olan kimseyle görüşmeyin." Nietzsche, hiçbir şeyi Yahudi karşıtlarına olan nefreti kadar açık dile getirmemiştir.

Bu son nokta üzerinde durmalıyız. Nietzsche’nin Nazi pisliğinden temizlenmesi gerekir. Bunun için bazı komedileri ortaya koymalıyız.

Bunlardan biri, filozofun bu son yıllara kadar yaşayan (1935’de öldü) kız kardeşinin işidir. Nietzsche soyadıyla doğan Elisabeth, 2 Kasım 1933’te, Yahudi düşmanı Bernard Foester ile 1885 yılındaki evliliği nedeniyle erkek kardeşiyle arasında doğan sorunları unutmamıştı.

Nietzsche'nin kız kardeşine, eşinin partisine olan ve mümkün olduğunca vurguladığı tiksintisini ilettiği bir mektup yayınlanmıştı. Oysa 2 Kasım 1933’te Bayan Elisabeth Judas Foerster, Weımar’da, Nietzsche’nin öldüğü evde, Üçüncü Reich'in Führer’i Adolf Hitler’ı kabul ediyordu. Bu görkemli ortamda, bu kadın Bernard Foerster’in bir metnini okuyarak ailenin Yahudi düşmanlığını kanıtlıyordu!

4 Kasım 1933 tarihli Temps gazetesi şöyle yazıyordu:


“Şansölye Hitler, Essen’e gitmek için Weimar’ı terk etmeden önce ünlü filozofun kız kardeşi Bayan Elisabeth Foerster Nietzsche’yi ziyaret etti. Yaşlı kadın ona, kardeşine ait olan bir kılıçlı bastonu hediye etti. Ona Nietzsche’nin arşivini gösterdi.

“Bay Hitler, Almanya’da Yahudi zihniyetinin yayılmasına karşı çıkan, Yahudi karşıtı eylemci doktor Foerster’in 1879’da Bismarck’a hitaben yazdığı makalenin okunmasını dinledi. Bay Hitler, elinde Nietzsche’nin bastonu ile alkışlar arasında kalabalığın içinden geçti.” 

Nietzsche, 1887’de Yahudi-karşıtı Theodore Fritsch’e yazdığı küçümseyici mektubu şöyle bitiriyordu:

“Ama son olarak, Zerdüşt adı Yahudi-karşıtı insanların ağzından çıktığı zaman ne hissetmemi isterdiniz?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder