Kulübe Güncesi: 1933 / Ernst Junger

Yaptığı hata için özür dilemesi gereken Heidegger değil, onu yanıltmış olduğu için asıl Hitler'in ondan af dilemesi gerekir.

 Heidegger 1933'te yanıldı ve yanıltıldı... Bir yazar, bir sanatçı, bir filozof, onu yolundan saptırmakla kalacak her türlü siyasal katılımdan uzak durmalı. Düşünür siyaset batağına batmamalı ve onun kendisine bulaşmasına izin vermemeli. Heidegger'le bunu sık sık konuştum; yanılgısı için hiçbir mazeret göstermiyordu, üstelik bu yanılgı onun gözünde düşünceye karşı yapılmış bir hata, ağır bir düşünsel yanlıştı. Bunu yapmakla, "kötü güçler" diye adlandırdığı kişilerin kefili durumuna düşmüştü. Heidegger'in doğası onu suskunluk içinde çalışmaya itiyordu. Oysa bir biçimde kendini gösterebilir, hiç değilse 1938'de, Kristal Gece'den sonra da olsa bir işaret verebilirdi. Ancak sanırım onun derslerinde geçen, ve bir öğrencisinin bana anlattığı gibi rejimin insanlık dışı tutumu, aşağılık propagandaları ve cinayetleri hakkında pek çok bilgi veren bölümlerin bilinmesini sağlamak doğru olur. Bugün, o dönemin belirsizliklerini kestirmek zor. Weimar Cumhuriyeti bizi düş kırıklığına uğratmıştı. O günlerde birçok Alman, yaşamın sürdürülebilmesi için bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyordu. Yenilik istiyoruz, diyorlardı. Buna yolsuzluk ve skandallarla, enflasyonla, milliyetçi çevrelerin etkinliğiyle ve sokaktaki huzursuzluğun beslediği Bolşevizm'den duyulan korkuyla zehirlenen havayı ekleyin. Buna bir de siyasal deneyim yokluğunu ve düşünce yoksunluğunu ekleyin.

Dostoyevski'nin Ecinniler ve Karamazov Kardeşler'deki uyarıcı işaretler taşıyan sayfalarını yeniden okuyordum. Hitler bana iğrenç ve tehlikeli görünüyordu; Berlin'deki mitinglerde izlediğim taraftarlarının bayağılığı, hoyratlığı, kabalığı ve Yahudilere karşı besledikleri saplantılı kin beni tiksindiriyordu. Bunu taşrasına çekilmiş olan Heidegger görmüyordu, ama ben olayların içindeydim. 1933'te, siyasal deneyimi olmayan Heidegger, Hitler'i benim daha o gün görebildiğim gibi göremezdi. Basında ve radyolarda yayımlanan vaatlerine kandı, ta ki 1934'te rektörlükten istifa edene kadar.



İnsanlar bu söylevleri dinlerken şöyle diyorlardı: işte nihayet, Versailles Antlaşması'nı bozmaya gücü yetecek kudretli bir adam. Ben kendim de genç bir Fransız subayının 1871 bozgunundan sonra karşılaşmış olabileceği duruma benzer bir durumdaydım; öylesine bir bozgundan sonra öncelikle istenen şey, bataktan başı dik çıkabilmektir. O sırada, aklını yıllardır her türlü siyasetin dışında kalan üniversite reformu tasarısına takmış olan Heidegger'in dileği de buydu. Sonuçta bütün bunlardan hiç iyi bir şeyin çıkmayacağını, benim de düşündüğüm gibi Hitler'in Almanya'nın bütün umutlarını suya düşüreceğini anladı. 1934'teki Roehm cinayeti ve sonraki caniliklerin bir ön belirtisi gibi SA'ların tasfiye edilişi birçok Alman'ın gözünde diktatörlüğün alçak yüzünü açığa vuran dönüm noktalarıydı. Ama artık geri dönmek için çok geçti. Seçimlerin en berbatını yapmış olduklarını fark edenler için vakit geçmişti. Artık fazladan tek bir söz özgürlüğünüze ve hayatınıza mal olabilirdi. Polis gücünün seferberliği ve zırhlıların konuşlanışı karşısında tek başlarına birkaç bireyin elinden ne gelir? Bana gelince, Nietzsche'yi okumakla uzun zamandan beri boş hayallere karşı bağışıklık kazanmıştım.

Zavallı Heidegger, bu yanılgıyı çok pahalı ödedi. Aslında ondan ve yapıtından yükseklik ve derinlik terimleriyle söz etmek gerekir. O üç bin yıl sonra da okunuyor olacak."

Kulübe Güncesi: Requiem for Martin Heidegger


Is he in heaven, or is he in hell?
Heidegger Hi



Requiem for Martin Heidegger (HAI DIKKE HAI!)

Und wie steht es mit das Nichts?
Was können wir sagen von das Nichts
Ist das Nichts gar ganz nichts
oder gibt es auch noch eine nichtende Nichtigheit
Das Nichts! Das Nichts!
Heidegger Hi,

Where he's gone, no one can tell
Is he in heaven, or is he in hell?
Heidegger Hi, 

the truth of being is that being is the truth
And if you ask me further, na! dann sag' ich schluß 
Heidegger Hi, 

In the middle of the winter of '76
Heidegger passed into the nix
The question is raised: what happened to his soul
Can we dig it up, or did it join the whole? 
Heidegger Hi.

Kulübe Güncesi: Kıryolu / Heidegger

KIRYOLU



Martin Heidegger 

Çev. Erdal Yıldız - Engin Yurt


DER FELDWEG

Burada çevirisi sunulan metin, Heidegger’in belki de felsefi ve edebi yazma tarzının en iç içe girdiği metinlerden biri olması açısından önemlidir. Heidegger’in çoğu felsefi eserini Freiburg’a yakın bir dağ kulübesinde yazdığı göz önünde bulundurulduğunda, onun felsefi düşünme ile doğaya yakın olma arasında doğrudan bir bağ kurduğu açık bir şekilde kendini belli eder. Bu yazı da, Heidegger’in kurduğu bu bağın en saf hâllerinden biri olarak okunmalıdır. Heidegger’in burada ortaya koyduğu düşünme tarzı, onun kehre döneminde kendini belli etmeye başlayan ve geç döneminde tamamen yer etmiş düşünmenin ilk esintilerini vermektedir.


Kıryolu, bahçe kapısından dışarı Ehnried’e doğru uzanır. İster Paskalya zamanında, serpilen ekinlerle uyanan çimenler arasında ışıl ışıl parlıyor olsun ya da ister Noel vakti kar yığınlarının altında en yakın tepenin ardında gözden kayboluyor, şato bahçesindeki yaşlı ıhlamur ağaçları duvarın üzerinden bu kıryolunu seyre dalarlar. Patika, Dörtyol ağzından sonra ormana doğru kıvrılır. Ormanın kıyısından geçerken, altında kabaca çatılmış bir bankın durduğu ulu bir meşe ağacını selamlar.

Bazen bankın üzerinde, gençliğin verdiği acemiliğin okuyup anlamaya çalıştığı, büyük düşünürlerden bazılarının şu ya da bu yazısı bulunur. Muammalar üst üste yığılıp hep birbirine dolandığında ve bir çıkış yolu yokmuş gibi gözüktüğünde, kıryolu yardıma koşar. Zira o, uçsuz bucaksız kıraç araziyi kateden kavisli bu yolda, yürüyen kişiye sessizce eşlik eder.

Zaman zaman, Düşünme bu yazılarda ya da kendi düşünme çabalarında sıkıştığında, kıryolunun kırda açtığı patikada yürür. Kıryolu, sabah erkenden ekinleri biçmeye giden çiftçinin adımlarına ne kadar hazırsa, düşünürün adımlarına da o kadar hazırdır.

Seneler içinde daha sık bir şekilde, yolun kenarındaki meşe ağacı erken oyunu ve ilk karara dair anılarımı akla getirir. Bazen ormanın derinliklerinde bir meşe ağacı balta darbesiyle devrildiğinde, baba hemen dikkatini ağaçlara vererek ormana girer ve şimdi kesilen ağaçların yokluğundan oluşan ormandaki güneşli aydınlık bölgeyi arardı, payına düşen odunları toplayıp atölyesinde kullanmak için. Zaman ve zamanda-gelip-geçicilik ile kendi ilişkilerini sürdüren çan ve saat kulesindeki işine mola verdiğinde, ormanın bu kısmında özenle bir şeylerle uğraşırdı.

Kulübe Güncesi: Şair Olarak Düşünür

 DÜŞÜNME DENEYİMİNDEN


Martin Heidegger

Çev: Erdal Yıldız - Engin Yurt


Burada çevirdiğimiz şiirler, ilk olarak 1954 senesinde yayınlanmış olsa da, Heidegger’in bir notuyla öğrendiğimiz üzere 1947’de yazılmışlardır. Heidegger’in özellikle geç dönem düşünmesinde büyük önem atfettiği düşünme ve şiir arasındaki ilişki göz önünde bulundurulacak olunursa, burada çevrilen şiirlerin sadece bir filozofun, yaşamının herhangi bir döneminde yazdığı şiirler olarak görülmemesi uygun olur. Zira burada çevrilen şiirler, belki de, bir düşünür-şairin düşünme ve şiir arasındaki çizgilerin gözden tamamen kaybolduğu yerlerde dolanarak hakiki bir düşünme deneyimi arayışında olmasının en açık izleridir.


fotoğraf: Jon Hagar / Black Forest


AUS DER ERFAHRUNG DES DENKENS


[75] Unter den hohen Tannen hindurch...

Baştan sona yüksek çamlar altında...


Weg und Waage,

Steg und Sage 

finden sich in einen Gang.

Yol ve terazi 

Keçi yolu ve söyleme 

Buluşurlar bir yürümede.


Geh und trage 

Fehl und Frage 

deinen einen Pfad entlang.

Git ve taşı 

Eksikliği ve soruyu 

Kendi patikan boyunca.



[76] Wenn das frühe Morgenlicht still über den Bergen wachst...

Sabahın ilk ışığı dağların üzerinden sessizce yükseldiğinde...


Die Verdüsterung der Welt erreicht nie 

das Licht des Seyns.

Dünyanın karanlığı asla ele geçiremez 

Varlığın aydınlığını.

Kulübe Güncesi: Düşünme Tecrübesi / Heidegger

 

    


Im Denken wird jeglich Ding einsam und langsam.

[In thinking all things become solitary and slow.

Düşünmede her şey yalnız ve yavaş hâle gelir.]


Martin Heidegger

Aus der Erfahrung des Denkens

[The Thinker as Poet / Düşünme Tecrübesinden]


Kulübe Güncesi : Patika

“Muammalar üst üste yığılıp hep birbirine dolandığında ve bir çıkış yolu yokmuş gizi gözüktüğünde,  patika yardıma koşar. Zira o, uçsuz bucaksız kıraç araziyi kateden kavisli bu yolda, yürüyen kişiye sessizce eşlik eder”


  Unter den hohen Tannen hindurch ...


Baştan sona yüksek çamlar altında ...


Weg und Waage,

Steg und Sage

.finden sich in einen Gang.


Yol ve terazi

Keçi yolu ve söyleme

Buluşurlar bir yürümede.


kaotikbenlik@


Geh und trage

F ehi und Frage

de inen einen Pfad entlang.


Git ve taşı

Eksikliği ve soruyu

Kendi patikan boyunca.



Wenn das frühe Morgenlicht stili über den

Bergen wiichst ...


Sabahın ilk ışığı dağların üzerinden sessizce yükseldiğinde ...


Die Verdüsterung der Welt erreicht nie

das Licht des Seyns.


Dünyanın karanlığı asla ele geçiremez

Varlığın aydınlığını.

Kulübe Güncesi: Tek Başınalık / Heidegger

 


"Kulübeye gidiyorum ve dağların sert havasını alacağım için seviniyorum -burada aşağıdaki yumuşak, hafif hava insanı zamanla mahvediyor. Sekiz gün odun işleri sonra tekrar yazı yazmak ...Gece oldu bile - yükseklerde fırtınalar esiyor, kulübede tahtalar çatırdıyor, burada yaşam, bütün saflığı, yalınlığı ve büyüklüğüyle ruhun önüne seriliyor...Bazen insanın aşağıda o acayip rolleri oynayabilmesini anlayamıyorum.

Heidegger'in kulübesinden detay (Reiner Fuest)

"Şehirliler çoğu zaman, dağların arasındaki köylülerin uzun, tekdüze Yalnız olma durumuna hayret ederler. Oysa bu Yalnız olma değil, tek başınalıktır. Gerçi insan büyük şehirlerde de neredeyse başka hiçbir yerde olamayacak kadar kolaylıkla yalnızlığa düşebilir. Ancak insan orada asla tek başına olamaz. Çünkü tek başınalık bizi tecrit eden değil, aksine bütün varoluşumuzun, bütün şeylerin özünün geniş yakınlığının içine doğru açılmasını sağlayan kendine özgü güçtür"


Heidegger

Kulübe Güncesi: Holzwege





Holzwege, Heidegger''de bu benzetme, halk arasında İngilizcedeki "yanlış yolda olmak" ["to be on the wrong track"] ya da "çıkmaza girmek" ["to be up a blind alley"] deyimlerine yakın anlamda kullanılan Almanca auf dem Holzweg sein ("bir orman yolunda olmak") deyişine gönderme yapar. Bir orman yolunda kaybolmak, bir şeyi anlamaya çalışırken yitmek Heidegger için dert değildir. George Steiner'in dediği gibi:

Görevimiz tartışmayı yoluna koymak, onu “ bir yola” sokmaktır diye başlar Heidegger. Bu belirsiz tanımlama bu yolun birçok yoldan sadece biri olduğunu ve bizi hedefimize ulaştıracak a priori bir teminatın olmadığı koyutunun altını çizmek amacıyla yapılmıştır. Yola çıkmanın, yolda gitmenin, kendimize hangi hedefi koyarsak koyalım, sadece ona ulaşmayı (incelemediğini ayrıca bir anlam da önem derecesi ve anlam bakımından ona eşit olduğunu göstermek Heidegger’in değişmez stratejisidir. Gelgelelim seçtiğimiz yol birçok yoldan sadece biri olsa da ormanın içinden geçmek zorundadır. Bu da ormanın dışına çıkan ve dolayısıyla yanlış yöne sevk eden başka yolların bulunduğunu ima eder.

Bir orman yolunda yürürken kaybolduğumuz hissine kolayca kapılabiliriz. Ağaç saçaklarının gölgesi üzerimize çöker ve etrafımızı saran yoğun ağaç dokusu alabildiğine uzanarak uzakları görmemizi engeller. Yönlerini şaşıran kâşifler yürürken sezgilerini izler; bazen başkalarının açtığı yollardan gider, bazen de ayak izlerinin seyreldiği yolları takip ederler. Heldegger'in yol metaforunda ağaçlar arasındaki açıklık, tanımlanması zor bir hedeftir. Bir açıklığa vardığınızda ormana kıyasla bol miktarda güneş ışığı vurur yere ve uzağı görmenizi sağlayarak size yön gösterir.



Kulübe Güncesi: Saint Victoire Dağı / Heidegger


 Heidegger Aix toprağının aydınlığında ve kayalara tırmanan tarlalarının sarısında kendini Yunan ülkesinin kıyısında gibi hissediyordu. 1958'de Aix-en-Provence Üniversitesi'nde verdiği "Hegelve Yunanlılar" konulu konferansın girişinde, Aixois Dağı'nda duyduğu hayranlığı şöyle dile getiriyor:


...Neden burada, Aix-en-Provence'ta konuşuyorum?

Bu bölgenin ve köylerinin tatlı havasını seviyorum

Tepelerindeki sarplığı seviyorum.

Bu ikisinin uyumunu seviyorum

Aix'i, Bibemus'yi, Sainte-Victoire Dağını seviyorum

Burada kendi düşünme yolumun

baştan sona bir ölçüde örtüştüğü,

Paul Cézanne'in yolunu buldum.

Bu bölgeyi denizinin kıyısıyla seviyorum,

Çünkü Yunan ülkesiyle yakınlığı ortada.

Bütün bunları seviyorum çünkü kuşkum yok,

Tinin esaslı bir tek yapıtı yok ki kökleri

üstünde dik durmak gereken öz sel bir toprağa dalmasın.



Cezanne, Saint Victorie Dağı, 1887

Heidegger, Cézanne üzerine yazdığı şu şiirini Rene Char'a ithaf etti:

Kulübe Güncesi: Taşra

EV VE KULÜBE

BÎR SPIEGEL-SÖYLEŞİSİNDEN İZLENİMLER

Georg Wolff

Çev: Erdal Yıldız


ÖZET

Burada çevrilen yazı, George Wolff’un 1966 senesinde Heidegger ile yaptığı ve Heidegger’in o zamanki ricasıyla ölümünden sonra 1976 senesinde yayınlanan röportaj için Heidegger ile buluşmasına dair izlenimlerini içermektedir. Wolff’un burada bahsi geçen izlenimleri, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Heidegger’in filozof kimliği ile bir köyün yukarı kısımlarında yaşayan  bir taşralı kimliği arasında nasıl özsel bir ilişki bulunduğunu açıkça ortaya sermektedir.



Cuma, 23 Eylül 1966, Saat 9.52. Biz, Rudolf Augstein ve ben, Freiburg’da Rötebuck No. 47’deki evin kapısını çalıyoruz. Kapıyı filozofun eşi açıyor: Elfride Heidegger.

Dar koridor, dik merdivenler, solda bir kapı -Heidegger bizi çalışma odasında karşılıyor. Biz oturuyoruz, Heidegger de kendi yazı masasında, arkasına yaslanmış biçimde oturuyor. Gergin bir duruşu var. Çok kısa bir süre sonra gözleri kızarıyor. Alnındaki damarlar belirginleşiyor.

O, kendisini bilgelik pelerini içinde göstermeyi öğrenmiş bir adam değildir. Kral gibi bir duruşu, aslan başlı bir hâli yoktur onun. Ne tavrı ne de siması, Tin imparatorluğunun hükümdarlığını talep ediyor.

Kendini her şeye açık tutmak, budur düşünür ve insan Heidegger, bugün ve aslında hep olduğu gibi. Burada hiçbir güçlü müdahale, hiçbir devasa biçimlendirme, ruhu dönüştürücü hiçbir “vaaz” yoktur. “Bunu yapamam.”, diye bizzat kendisi söylemişti bize. “Ve bugün de bunu hiç kimse yapamaz ve yapmamalıdır.” şeklinde anlaşılmalıdır devamı herhâlde.

Boylu poslu biri olmamasına rağmen -boyu belki 1,60 cm kadar- kesinlikle çıtkırıldım görünmüyor. Göğüs kafesi geniş, 76 yaşına göre yürüyüşü sağlam, yüzü düzgün ve pürüzsüz. Küçük, koyu renkli gözlerinin canlı bir görünüşü var, ara sıra endişeli bir şekilde bir şeyler ararmışçasına bakıyor. Zaman zaman sağ gözünü onay verir gibi kırpıyor. Heidegger mizahtan anlıyor. Komik hikâyeleri seviyor ve bayağı kaba saba olanlarını da anlatıyor. Hınzırca bir yüz ifadesi takındığı da oluyor. Jaspers ile ilişkisi hakkında konuşmaya başladığımızda, böylesi bir tebessümle arkasındaki bir çekmeceye işaret ediyor. Yüz ifadesi ve tavırları açıkça şöyle söylüyordu: “Çekmecede Jaspers’in mektupları var, dünya günün birinde orada yazılanları görecek ve onun hakkında düşündüklerinin çoğunu düzeltmek zorunda kalacak.”

Kulübe Güncesi: Bernhard'ın Heidegger'i

 


Kulübe Güncesi: Niçin Taşrada Kalıyoruz?

 YARATICI MANZARA: NİÇİN TAŞRADA KALIYORUZ?


Martin Heidegger

çev: Erdal Yıldız - Güvenç Şar


ÖZET

Burada çevrilen kısa yazı, Heidegger tarafından 1933 yılında yazılmıştır. Bu yazı, şehir ve taşra hayatı arasındaki farkın Heidegger’in kendisi için felsefe ile nasıl özsel bir şekilde ilişkili olduğuna dair bir kanıt olarak okunabilir. Heidegger için taşra hayatı, onun felsefi çalışma dünyası ile ayrılamaz şekilde iç içe hâldedir. Heidegger’in bu yazıda yapmak istediği, yazının bazı yerlerinde bu konuda şüpheye düşülebilse de, asla şehir hayatına karşı olarak mutlak şekilde taşra hayatının üstün tutulması değildir. Onun burada asıl olarak işaret etmek istediği şey, Berlin Üniversitesi’nden gelen talebi ikinci kez reddetmesinin de bir açıklaması olarak belki de, (ki bu reddetme eğer istenirse felsefenin akademik bir uğraşa dönüşmesine negatif bir eleştiri olarak da okunabilir) bir düşünürün düşünmesinin en mükemmel derecede, düşünürün oranın yerlisi olduğu yerde, yani kendini evinde hissettiği yerde gerçekleştiğidir.





Karaormanların güneyinde geniş bir yayladaki sarp yamaçta, 1150 metre yüksekliğindeki tepede küçük bir kayak kulübesi vardır. Kulübenin zemini 6’ya 7 metredir. Alçak dam 3 odanın üstünü örter: bir tarafı mutfak olan oturma odası, yatak odası ve bir çalışma odası. Dar vadinin eteklerine yayılmış ve aynı diklikteki karşı yamaçta geniş bir şekilde yanyana dizilmiş büyük çatılı çiftlik evleri bulunur. Yamaçtan yukarıya doğru, yaşlı, göğe doğru yükselen, karanlık çam ağaçlarıyla dolu olan ormana kadar, çayırlar ve otlaklar yayılır. Bütün bunların üzerinde de parıldayan mekânda iki atmacanın geniş dairelerle süzüldükleri açık bir yaz göğü yer alır.

Bu benim çalışma dünyamdır -misafirin ve yaz tatilcisinin “inceden inceye yoklayan” gözleriyle gördüğü. Ben bile aslında hiçbir zaman manzarayı böyle inceden inceye yoklamam. Mevsimlerin büyük iniş ve çıkışlarındaki saatlik, günlük-gecelik değişimlerini seyre dalarım. Dağların ağırlığı ve kütlelerinin sertliği, çam ağaçlarının temkinli büyümesi, parlayan, çiçeklenen çayırların sade ihtişamı, uzun güz akşamlarındaki dağ deresinin şırıldaması, derin karla kaplı düzlüğün sert sadeliği, bütün bunlar -gündelik varoluş boyunca- orada yukarıda sürer gider ve ardarda gelir ve salınır durur.


Kulübe Güncesi: Heidegger'in Kulübesi


Yazı: Adam Sharr

 1922 yazında, Martin Heidegger (1889-1976) Güney Almanya'nın (fig. 1) Kara Orman dağları­ nın yükseklerinde onun için inşa edilmiş olan ufak bir barakaya [cabin] yerleşir. Heidegger, yaklaşık olarak altı metreye yedi metre olan bu yapıya, "die Hütte" (kulübe) der. O, birçok ünlü yazısına, öğrencileri büyüleyen, Being and Time kitabını şekillendirmeye başlayan erken dönem derslerinden tutun da son ve en esrarengiz metinlerine kadar, burada çalışmıştır. Heidegger; yapı, çevresi ve mevsimleri ile duygusal ve düşünsel bir yakınlık iddiası ile bu kulübede çoğunlukla tek başına elli seneden fazla süre düşünmüş ve yazmıştır.

Heidegger için, Todtnauberg fiziksel bir lokasyondan daha fazlasıydı. 1934'te felsefi çalışmasını dağların bir parçası olarak görmekten, kendisini manzara ile aynı gören çalışmasından bahseder. Heidegger felsefenin, kendisi [Heidegger'in] aracılığıyla dolaysız bir şekilde, kır manzarasını sözler içinde barındırdığını ileri sürerek kendisini çevresindekilerden kolaylıkla etkilenebilen bir yazar olarak konumlandırır. Filozof, yörenin değişen iklimi içinde keskin bir ayakta-tutma'ya, bir yapı anlamında içeride-olma-durumuna, Alpler'in uzaktaki manzarasına ve bunlarla birlikte bahara sahip çıkar. Dağların felsefesine "gizli bir yasa" atfeder. Bazıları Heidegger'in taşralılığını düşünme içinde değerli bir şey görürken; diğerleri, 1930'lar Almanyasında Nazi rejimi ile göze çarpan ilişkisi düşünüldüğünde, onun akademideki görevinden geri çekilmesini ve romantizme meyletmesini rahatsız edici bulur. 


Heidegger'in kulübesi, Todtnauberg'in yukarısındaki vadide, ormanın başladığı yerin sınırında bulunur. Köy merkezinin bir kilometre Kuzeydoğusunda, yaklaşık olarak yüz metre yukarısında yer alır ve filozofun 1968'de fotoğraflarının çekildiği yapı olduğu kolaylıkla teşhis edilebilir. Çoğu metin, kulübenin merkeze olan uzaklığını abartır. İnşa edildiğinde, kereste ile kaplanmış bu ufak yapı diğer yapılardan epey uzak olsa da, köy şimdi vadi boyunca uzanmaktadır. Kulübe, bayıra yarı-gömülmüş olarak, yamaç ile neredeyse birleşmiş gözükür.

Kulübenin 1922 yazında inşası sırasında, kulübenin inşa edildiği yere ilişkin ayrıntılar pek belli değildir  Ama Heidegger'in kulübeyi inşa etme sebepleri, inşa edilecek yerin seçilmesi ve inşa sürecindeki rolü ile ilgili birkaç bilgi bilinmektedir.


Kulübe Güncesi: Heidegger'in Kulübesi II

 



Heidegger kulübenin ufak ve temel ihtiyaçları karşılayan bir tarzda olduğunu düşünmüştü. Heidegger için kulübe çınlayan bir sadeliğe sahipti. Kulübe, onun vadide yerleşmiş olan "çalışma-dünyası" idi. Issız bir odaklanmanın sığınağıydı. Heidegger için kulübe ayrıca doğa şartlarından korunduğu -ama eş zamanlı bir şekilde doğa şartlarıyla da bir arada olduğu- bir sığınaktı. Burada Heidegger doğanın güçleri ile kendisinin doğrudan temas halinde olduğunu hissetti. Heidegger için, doğanın bu güçleri, [Heidegger'in] kendi içinde bulduğu felsefeye yönelen dürtüyü ve yaratıcılığı temsil eder. Dağların elle tutulabilir mevcudiyeti ve mevsimsel devinimler, varoluşsal keşiflere yol açar. Heidegger; Todtnauberg'in "uzakta kendi başına duran" felsefi kelime oyunlarına bir meydan okuma olduğunu hissetti. Dağlık bölgede olmanın yoğunlaştırdığını fark ettiği varoluşun körelmişliği içinde daha yüce bir hakimiyet olduğunu gördü. Heidegger için dağların "tam da yakınında" durmak, onun bu mekana dair düşüncelerini öncelerdi. Felsefe yaparken ihtiyaç duyduğu malzeme zaten orada önünde duruyordu; her ne kadar bu malzemenin dolaysız yakınlığı, malzemenin gücünü kelimelere dökmeye ilişkin karmaşık görevi gizliyor olsa da.


Kulübe Güncesi: Heidegger ve Ev

Kulübe Güncesi: Heidegger'in Kulübesi III


 Heidegger'in kendi kulübesi ile diğer benzer yapılar arasında bir kıyaslamayı ne derece düşündüğü bilinmemektedir. Çoğu Alman burjuvası arada sırada bir tür taşrada inzivaya çekilmeyi gerçekleştirmiştir. Ancak kulübelerin felsefi ve şiirsel düşünmenin yeri olmalarına dair "geleneğin'' izi aynı zamanda Uzak Doğu'da da üç bin yıl öncesine kadar sürülebilir. Yaşamının ilerleyen dönemlerinde Heidegger; Petzet'in tarif ettiğine benzer bir kulübede çalışmış olan on yedinci yüzyıl Japon haiku şairi Matsuo Basho'nun eserinden haberdar olmuştu. Avrupa kültüründe Heidegger'in haberdar olduğu farklı "kulübeler" düşünülebilir; tıpkı Hölderlin'in Tübingen kulesi, Goethe'nin Weimar'daki resmedilmeye değer Gartenhaus'u ve Nietzsche'nin Avusturya Alpler'indeki Sils Maria'da bulunan, onun nekahet dönemini simgeleyen evi gibi. Amerikan edebiyatında önemli bir yere sahip olan Henry David Thoreau'nun Walden Pond'daki barakası; Heidegger ile yaklaşık olarak aynı dönemde yaşamış olan filozof Ludwig Wittgenstein'a ait ve Norveç'te Skjolden'de inşa edilen kulübe ve Carl Gustav Jung'ın Zürih Nehri kıyılarında bulunan yeri diğer önemli inziva mekanları olarak sayılabilir. Belki de en önemlisi Heidegger'in her zaman Presokratik fılozofların yaşamlarına ilgi duymuş olmasıdır. Presokratikler için, Basho ve Doğu geleneği için; ayrıca muhtemelen Hölderlin ve Nietzsche için de felsefe, bilgiçlik taslamayla ilgili sırlarla dolu bir uğraş değil, soruşturularak yaşanmış bir hayat demekti. Bu anlayışla Heidegger öğrencilerinin ve yorumcuların çoğu Todtnauberg'i münzevi bir dağ yaşamı fikri ile birleştirerek üne kavuşturmuştur. Filozof "İnşa Etme Oturma Düşünme" çalışmasında da işaret edildiği gibi kulübedeki yaşamın sınırlarının farkında olmasına rağmen kulübenin, çağdaşları tarafından muazzam ölçüde mistik olan, uzaktaki bir inziva yeri olarak benimsenmesine ses çıkarmamıştır. Heidegger kendi dağ yaşamının; varoluş ile kahramanca yüz yüze gelme olarak algılanmasını destekleyerek bu büyük düşünürler ile kulübeleri arasında özel bir eşlik kurulmasından keyif duymuştur.

 Adam Sharr

Kulübe Güncesi: Heidegger Yunanistan'da




1955 yılında, Heidegger'in Münih'teki Teknik  konuşmasında tanıştığı ve o zamandan beri arkadaş olduğu Erhart Kastner'le bir Yunanistan yolculuğu planlanmıştı. Son anda, gemi ve tren biletleri alındıktan sonra, Heidegger gelemeyeceğini bildirdi. Beş yıl sonra yine aynı oyun. Beraberce haritalara eğilmiş ve bir yolculuk rotası belirlemişlerdi ki, Heidegger yine kaçtı.

 'Yunanistan'ı görmeden, onun hakkında bir şeyler düşünmekle yetiniyorum. Şimdi içsel bakışımın önünde duran, şeyi, uygun bir söyleyişle tutmayı düşünmeliyim. Bunun için gereken toparlanmayı bana en iyi evim sağlıyor (21.2.1960, BwHK, 43). 

 İki yıl sonra, 1962 başlarında, Martin Heidegger nihayet "hayal eşiğini" (Erhart Kastner) aşmaya ve yolculuğa çıkmaya hazırdır. Bu yolculuğun KONAKLAMALAR başlığını verdiği kayıtlarını yetmişinci doğum günü için eşine adar. Venedik'te yağmurlu ve soğuk bir gün, gemiye binmeden önce, Heidegger'i yine kuşkular basar, kaçmış tanrılar için düşünülenler, sakın kurgulama olmasın, düşünce yolunun yanlış yol olduğunu göstermesin (A, 3). Heidegger çok şeyin risk altında olduğunun farkındadır. Yunanistan da onu artık sadece tarihin ölü bir nesnesi ve yabancı  taşımacılığının yağmaladığı Venedik gibi mi karşılayacaktır? İkinci gece yolculuğundan sonra sabah erken saatlerde Korfu adası, eski Kefalonya görünür. Phaiakların ülkesi burası mı şimdi? Heidegger güvertede bir kez daha Odissea'nın VI. bölümünü okur ve hiçbir örtüşme bulamaz. Tahmin edilenler ortaya çıkmaz. Her şey daha çok İtalyan coğrafyasına benzemektedir. Odysseus'un memleketi lthaka da Heidegger'i etkilemez. Heidegger başlangıçtaki Yunanlılığı aramanın, Yunanistan'ı keşfetmek için doğru yol olduğundan kuşkulanır; bu arayış, dolaysız deneyimi berbat etmez mi (A, 5)?

Gemi güneşli bir ilkbahar sabahı, Olimpiya'dan bir otobüs yolculuğu uzaktaki bir sahilin önüne demir atar. Süssüz bir köy, yol kenarlarında Amerikan turist otellerinin yarısı tamamlanmış inşaatları dizilidir. Heidegger kendini en kötüsüne hazırlar. Onun Yunanistan'ından geriye, sadece kendi tasavvurunun keyfiyeti mi kalacaktır (A, B)? Olimpiya yıkıntılarında sabahleyin bülbül sesleri, biçilip etrafa saçılmış sütun tamburları hala taşıyıcı yüksekliklerini korumaktadır. Bu dünya yine de yavaş yavaş Heidegger'in içine nüfuz eder.  Öğle vakti ağaçların altında çimlerde dinlenirler, büyük bir sessizlik. Şimdi varışın başarılabileceğini fark eder: Pan'ın saati hafiften seziliyor. Bir sonraki durak, Mikonos civarları. Burası, kutlama oyunlarına davet eden koca bir stadyum gibi görünür (A, 12). Bir tepede, eski bir Zeus 
 tapınağının üç sütunu durmaktadır:

manzaranın genişliğinde, gözle görülmeyen bir lirin üç teli gibi ve belki de bunların üzerinde rüzgarlar, ölümlülerin duyamadığı ağıtlarını -tanrıların kaçışının yankılarını çalmakta (A, 12). 

Kulübe Güncesi: Heidegger'den Sartre'a



"Önümüzdeki kış buraya gelebilseniz ne kadar güzel olur. Küçük dağ evimizde birlikte felsefe yapabilir, Kara Ormanlarda kayağa gideriz."






  Freiburg, 28 Ekim 1945

  Çok Sevgili Mösyö Sartre

  Ancak birkaç haftadır sizden ve kitabınızdan söz     edildiğini duyuyorum. Sağolsun Mösyö Towarnicki   Varlık ve Hiçlik adlı kitabınızı buraya bıraktı, ben de   hemen üstünde çalışmaya koyuldum. İlk kez benim   çıkış noktası olarak aldığım alanı derinlemesine   sınayan bağımsız bir düşünürle karşılaşıyorum.   Kitabınız felsefemi doğrudan nasıl kavradığınızı   gösterdi bana, böylesine daha önce rastlamamıştım   doğrusu. Sizinle temel sorunların aydınlatılmasını   sağlayacak, verimli bir tartışmaya girebilmeyi çok isterim. Bundan yirmi yıl önce Varlık ve Zaman'ı yazdıktan sonra, hala aynı sorunla karşı karşıyayım; şimdi birçok şeyi daha açık ve daha yalın bir biçimde görüyorum; birçok yanlış anlama ortadan kaldırılabilir.

"İle-olmak" eleştiriniz ve "öteki-için-varlık" üstündeki ısrarınız, aynı zamanda kısmen de olsa ölüme getirdiğim açıklamaya getirdiğiniz eleştiri konularında sizinle aynı kanıdayım. Varlık ve Zaman, en azından onun yayımlanan hali bir yoldan başka bir şey değildir; Temellendirmenin Neliği Üstüne' de yalnızca ucundan yakalayabildiğim asıl sorun orada ortaya konmamıştı hiç de. Kitabınızın giriş ve sonuç bölümleri benim için çok heyecan verici. Bununla birlikte, bu sorunları şimdilerde tarihle, özellikle de bugüne dek Platonculuğun egemenliğinin bütünüyle kapladığı Batı düşüncesinin başlangıcıyla özgün bir ilişki halinde düşünüyorum. Yakın zamanda daha geniş çaplı çalışmalarımı yayımlayabileceğimi umuyorum. Kitabınızın bana ait bir nüshasının bulunmasını çok isterim; o zaman bambaşka biçimde çalışabilirim. Çünkü sizinle birlikte düşünceyi tarihteki temel bir olay olarak sınanabilecek konuma getirmek adına -bu da bugünün insanının varlıkla özgün bir ilişki kurmasını sağlayacaktır-, bazı önemli sorunlar konusunda düşüncelerimi dile getirmek arzusundayım.

Önümüzdeki kış buraya gelebilseniz ne kadar güzel olur. Küçük dağ evimizde birlikte felsefe yapabilir, Kara Ormanlarda kayağa gideriz. Baden-Baden' de buluşma düşüncesi beni zaten sevindirmişti; ama Mösyö Towarnicki'nin pek anlayışlı ve coşkulu çabalarının gösterdiği üzere, buluşmamızın çok daha verimli geçeceğini umabilirim. Aslında söz konusu olan şey dünyanın içinde bulunduğu anı tüm ciddiyetiyle kavramak, onu partizanlığı, moda akımları ve okul tartışmalarını hesaba katmadan söze taşımak- iş ki varlığın zenginliğinin temel hiçlik içinde ne kadar derinlerde barındığını anlamamızı sağlayacak asıl deneyim canlansın.

Sizi gerçek bir yol arkadaşı olarak selamlıyorum

Sevgiyle

m.h.

Büyük kitabınız kesinkes Almancaya çevrilmeli.

Fransızcadan çeviren: Orçun Türkay

Kulübe Güncesi: Erdem Ceylan / İki Yazı

Modern Barbarın Yolu: Pier Vittorio Aureli’nin “Az Yeterlidir: Mimarlık ve Asketizm Üzerine”si

 https://xxi.com.tr/i/modern-babarin-yolu




Utanmaz Düşünürün Utangaç Elbisesi: “Heidegger’in Kulübesi” Kitabından Hareketle Bazı Düşünceler

https://xxi.com.tr/i/utanmaz-dusunurun-utangac-elbisesi-heideggerin-kulubesi-kitabindan-hareketle-bazi-dusunceler

Kulübe Güncesi: Yerleşiklik - Gezginlik

Fotoğraf: Oruç Aruoba


Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir. 
Kendi yerini yerleşiklikte bulamayan kişi, onu yolculukta arar. 


Yerini yitiren kişi, yola çıkmak zorundadır. 

Yerleşiklik, herbir yandan bağlandığımız, hepsi de gergin zincirlerin verdiği
 bir dinginliktir ancak -yani, bir sıkı kölelik ...


Yerleşiklikten rahatsız olan kişinin gezginlikte aradığı, aslında, 
yerleşebileceği bir yerdir: Düzenini bozarak gezginliğe çıkan kişi, 
kendi düzeninin peşine düşmüştür. 


Düşüncenin devinimi, düşünen kişinin devinmesidir ancak
-onunla gerçekleşebilir ancak: Yerleşik kişinin düşünceleri de durağan olur. 


Bir yerde ('bir süre için' diyerek) dinelen kişi için en büyük tehlike, o yere yakınlık duyması; o yeri, bütün yollarının sonu, bütün yönlerinin ereği sayması; yerleşebileceği bir yer saymasıdır -en büyük tehlike, huzurlu yerdir:-Mezardır orası ... Her bir yorgun yolcunun dineldiği yer, dinlenmiş bir yolcunun yola çıktığı yerdir. 


Yola çıkacak kişinin aşması gereken ilk ve en önemli engel, 
kendi yerleşikliğidir kendi yeri -kendisidir ... 

Kulübe Güncesi: Kamo No Chomei : The Ten Foot Square Hut

 Kamo No Chomei 1153-1216 yılları arasında yaşamış bir budist keşiş, şair ve müzisyen. Saray toplumunun çökmesi ile kişisel çatışmalar ve tanık olduğu felaketlerden sonra bir dağa çekilerek küçük kulübesinde yalnız bir hayat sürmeye baslar ve Japon Edebiyatının en tanınmış yazılarından birini burada yazar: The Ten Foot Square Hut.

Chomei'nin kulübesi yalnızlığın da en asgari ölçüleri. Benim kulübeme gelince, fazladan birkaç metre daha yerim var.


Toplamda yedi sayfa kadar olan The Ten Foot Square Hut metninin ingilizcesi aşağıda. Alıntılar metnin Penguin baskısından kısa bir serbest çeviri örneği. Yazı genel olarak Chomei'nin onu yalnız başına bir kulübede yaşama kararına götüren kıtlık, felaketler, yozlaŞan gelenekler, şahit olduğu kötü tanıklıkları ile başlayıp kulübeyi nasıl inşa ettiğinin hikayesi ile sürüyor ve kulübesine olan sevgisi karşısında onu Buda'nın tüm bağlılıklardan vazgeçme ilkesi ile karşı karşıya getiren düşünceler ile bitiyor.

"Altmış yaşındayım. Bir çiğ tanesinden farksız olan hayatımın son yıllarını geçireceğim bu kulübem şimdi, bir geceliğine dağlarda kurulan avcı çadırlarına ya da ipek böceklerinin ördüğü kozalara benziyor."

"Duvarlar kaba sıvalı toprak, çatı ise sazdan yapılmıştır. Tüm eklemler metalle menteşelidir, böylece koşullar beni artık memnun etmiyorsa, onu kolayca indirip başka bir yere taşıyabilirim. Ve bu çok az bir emekle yapılabilir, çünkü tüm yük sadece iki araba yükünü dolduracak kadar. Amida Buda'nın bir portresi, birkaç cilt Japon şiiri ve müziği ve Budist Sutralarından seçmeler içeren üç veya dört siyah deri çantanın durduğu küçük bir raf. Bunların yanında bir arp ve kıvrımlı arp ve eklemli ud denilen türde bir ud bulunur. (...) Doğu duvarında yazı masamın bulunduğu bir pencere var. Yastığımın yanında, kırılmış çalılardan ateş yakabileceğim bir ateş kutusu mobilyayı tamamlıyor. Küçük kulübemin kuzeyinde, çeşitli türlerde şifalı bitkiler yetiştirebilmem için ince, alçak bir çalılıklarla çevrili küçük de bir bahçe yaptım.

Küçük kulübemi, yalnız meskenimi seviyorum. 



"Başkente gitme şansım olduğunda, düşük dilenci statümden utanıyorum, ama bir kez daha buraya döndüğümde, dünyanın kötü ödüllerinin peşinden koşanlara acıyorum.

Kulübe Güncesi: Keşiş Kulübesi

 

Kamano Chomei


"Keşiş kulübesi, manastırın karşıt-tipidir. Odaklanmış bu yalnızlığın çevresinde derin düşüncelere dalan, dua eden bir dünya ışıldar; bu dünyanın dışında bir dünya. Kulübe, "bu dünyaya ait" hiçbir zenginliği kabul edemez. Yoğun ve mutlu bir yoksulluğa sahiptir. Keşiş kulübesi, yoksulluğun onurudur. Maldan mülkten arına arına, sonunda bizi barınma ediminin mutlak biçimine ulaştırır."


Gaston Bachelard / Mekanın Poetikası


Kulübe Güncesi: Maadadayo (1993)



 "Bu kitap, beni kendimden uzaklaştırır, favorimdir. Kitabın yazarı, Kamo no Chomei, Heian döneminde başkentte savaş, yangın ve kıtlık gibi çok zor şartlarda yaşamış. Hayattaki bütün ümitlerini kaybedip, dağlarda inzivaya çekilmiş. Kamono Chomei'nin hissettiği şeyleri, bu aralar ben hissediyorum. Onun inzivaya çekildiği gibi, zamanla buraya yerleşmeyi düşünüyorum."



Kulübe Güncesi: Batur'un Bir Düşü: Kulübe ve Le Cabanon


"Le Cabanon... Eski düşlerimizden biriydi bu; ben keşfetmiştim Roquebrune'deki kulübeyi, birlikte oraya yolcu çıkma tasarımız belki biraz eskimişti, ancak hararetinden kaybettiği söylenemezdi. Keşiş hücresinden epey konforlu bir kulübenin sahibi olmak için ezelden beri yanıp tutuştuğumu biliyordu dostum. "Evet ama, sözümona kendi elimle yapacaktım bunu, böyle bedavadan konmak yoktu hesapta." Onun aklına geldiydi: "Sen bir yerlerde yazmamış mıydın şu kulübe saplantını?

(...)

Bir kütüphanenin, bir kulübenin, ağaçların hayatımda kurduğu simge üçgenini olsa olsa yakınlarımdan biri tanımlayabilirdi."

Kulübe Güncesi: Batur'un Bir düşü: Kulübe

 Batur'un bir düşü:

Evin geniş bahçesinin bir ucuna, hepten kendi elimle inşa edeceğim küçük kulübe. Çok kişiye, ama özellikle Merz'e ve Le Cabanon'a derin selamlarımla. Heidegger dikiliyor yanımda: "Senin evin şiirin, yazın. " Bir inşaat içinde geçti, geçiyor hayatım. Kitapların ortasında, temaslar arasında. Birinden birini yapamadıktan sonra 'ben yaşadım' nasıl diyebilirim? ''Yazı benim evim" kuruntusuyla.

Kalacağı ve gideceği yeri göremeyen, bulamayan, _yersiz yurtsuzluğu için bir toprak parçası, üç karışlık bir karşı-yer neden aramasın? "Burada yapma bunu" diyeceklerdir, derler: 'Uzağa, uzağımıza git, duyu mesafemizden çık". Dün, Abbas Hilmi Paşa'nın bir tek bahçe duvarları kalmış, bir hayalini bile gôremediğim evinden artan boşluğa, otların bürüdüğü arsaya baktım bir ara. O tuhafın tuhafı yapının hikayesine beni yapıştıran belki de konumunun simgesel karşılığını yaratması olmuştur. Abbas Hilmi Paşa, Avrupa'da yaptırtmış "katlanır-açılır" evi, gemiyle getirtmiş Heybeli'ye, burada monte edilmiş. Sonra, bir öfke krizinin ardından, söktürmüş evini, Mısır'a götürmüş. Benim gibiler için ülküsel çözüm ola ki budur: Katlanır-açılır, iki çırpıda taşınır hale getirilebilir bir kulübe ile no man's land'ler arası dolaşmak. Agrippa de Nettesheim gibi.

Önümüzdeki kış ne yapacağım? Bir kulübe inşa edeceğim. Nereye? Şimdilik bomboş bir defterin içine.

Benim gibi, çözüm yolunun en uçarı, gerçekdışı, belki bürlesk olanını arayanlar çıkıyor, savruluşun çekirdeğinden: Abbas Hilmi'nin arkasında bomboş arsasını bıraktığı, bahçe kapısının girişinde neden yılan motiflerinin kazılı durduğunu öğrenemediğim, bir fotoğrafını olsun bulamadığım, taşındığı yerde de barınamamış seyyar evini inşa etmekte çıkışını gören nafile düşçüler var, -olmalı: Katlanır taşınır bir ev olanaksızı onaylamak olsa bile, tutunulacak dal şimdilik. Bir ada, bir ev, bir kulübe, bir oda, bir hücre -leitmotiv, içinde yaşamak için kurduğumuz hapisanemiz, Carceri.