Kulübe Güncesi: Heidegger'in Kulübesi II

 



Heidegger kulübenin ufak ve temel ihtiyaçları karşılayan bir tarzda olduğunu düşünmüştü. Heidegger için kulübe çınlayan bir sadeliğe sahipti. Kulübe, onun vadide yerleşmiş olan "çalışma-dünyası" idi. Issız bir odaklanmanın sığınağıydı. Heidegger için kulübe ayrıca doğa şartlarından korunduğu -ama eş zamanlı bir şekilde doğa şartlarıyla da bir arada olduğu- bir sığınaktı. Burada Heidegger doğanın güçleri ile kendisinin doğrudan temas halinde olduğunu hissetti. Heidegger için, doğanın bu güçleri, [Heidegger'in] kendi içinde bulduğu felsefeye yönelen dürtüyü ve yaratıcılığı temsil eder. Dağların elle tutulabilir mevcudiyeti ve mevsimsel devinimler, varoluşsal keşiflere yol açar. Heidegger; Todtnauberg'in "uzakta kendi başına duran" felsefi kelime oyunlarına bir meydan okuma olduğunu hissetti. Dağlık bölgede olmanın yoğunlaştırdığını fark ettiği varoluşun körelmişliği içinde daha yüce bir hakimiyet olduğunu gördü. Heidegger için dağların "tam da yakınında" durmak, onun bu mekana dair düşüncelerini öncelerdi. Felsefe yaparken ihtiyaç duyduğu malzeme zaten orada önünde duruyordu; her ne kadar bu malzemenin dolaysız yakınlığı, malzemenin gücünü kelimelere dökmeye ilişkin karmaşık görevi gizliyor olsa da.




Heidegger'in kulübe yaşamına dair retoriği onu varoluş ile sert bir ilişki içine yerleştirir. O, yapıyı ve çevresini mevcudiyete dair aktif soruların bir parçası olarak ortaya döker. Onun için bu yapı kendi sakinlerini ve etrafını güçlü bir şekilde düşünmeye dair işaretlerin izini sürerek çevreler. Kulübe, içindeki araç-gereç ve [kulübenin] ufak bölümleri, insanın ikamet etmesine olanak sağlayan boş kaplara dönüşür.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder