Arslan, brütal sanat!


Yorgun düştüğü zamanda bile Yüksel Arslan, insana duyduğu tutkuyu yitirmez. Ansiklopedik bir yapıt aracılığıyla bizi çağlar boyu kendimizi aramaya yönelten sanatın dikenli yolunu keşfe çıkar. Yazı ve resim arasındaki yolun ortasında - “artures” adını verdiği belgeler üretir. Doğal renklerle çalışır. Yıllar ve yıllar boyu süren okumaları temsil eden ve tarih öncesine, toplumsal tarihe, sanata, şiire, düşüne, bilimlere değinen diziler üzerine. Ve Arslan’a tüm çağları böylece aşmayı ve kendi özgün araçlarını oluşturacak az rastlanır bir güç gerekir.

Dokuz yıldan beri, yeni bir dizi öne sürme gereği daha belirgin, daha ivedi biçimde ortaya çıktı. Sinir sistemi hastalıkları üzerine o çalışmasına “İnsan” adını vermemiş miydi? Ta içimizde bulunan canlı varlığı, hayvansallığımızla mantığımızın evliliğini sorgular. Orada, özün yanı sıra sanata, Elie Faure’un altını çizdiği gibi birlikteliklerini pekiştirmek için maddenin ve zekanın derinliklerindeki aşktan fışkıran” en üstün ifade biçimimize dikkat çeker.

Ne? İnsanın en yüksek açılımı bu travmaya uğramış, bitkin, pörsümüş, sakatlanmış bedenler mi? Bu tahriş olmuş beyin dokuları, bu tümörler mi? Bu şaşkın bakışlar mı? Bu sanrılar, bu krizler mi? İnsan sütunlar, dikilitaşlar, minareler, deniz fenerleri gibi dikilen barkodlarla mı özetlenecek? Çiçeklerin dişi organları gibi keyifli aptallara mı? Daha da kötüsü, kuşkonmaz ya da turp, deve ya da tespih böceğinde hararetle birleşmiş diğer canlı türleriyle eşit bir düzlemde mi olacak?

Arslan acele etmeden doğruluyor:

 “Tüm bunlar insanın da bir köpek, bir maymun ya da bir ağaç denli atıl bir tür olduğunu gösterir.”

Arslan bir kuramcı değil ama bir tanık. İnsanda korkutulmuş, kırılgan, dengesiz bir varlık bulabilmek için yüzlerce ve yüzlerce kitap okumuş. Onun tüm durumlarında, tüm boyutlarında iç yüzünü ortaya çıkarmış. İşkence görenleri, soykırıma uğrayanları, hapsedilenleri unutmadıkları için savaşanlar gibi acı çeken ruhlar üstüne eğilmiş. Sinir sisteminin gedikleri sadece çıplak yaşama bakılabilecek pencereler, önemli olan tek düşmanın, ölümün gelişmesinin önüne geçmeye aracı olabilecek mazgal delikleridir.

Kafalarımızda bir operet kişiliğini vitrine koymaya çok alışmışız. Arındırılmış bir kültür yaşamına masere’yiz. Deniz feneri olmakla, dürüst olmak ve her şeyi söylemekle yükümlendirdiğimiz sanatçılar bile, olabildiğince sık, bir reklam ürününün yüzeysel görüntülerine tutunurlar. Her şeyin geçici olduğunu öne sürerek, iyi yaşamalı, derler. Arslan’ı çileden çıkaran budur: “Hiçbir şeye cesaret edemiyorlar. Aptalca püritanizm!”

Eh, işte, sanat, o, Arslan onu yeniden dölleyecektir. Yabanıl bir kucaklamayla. Açıklamalar yapmak, daha da önemlisi bir kitleselleşme yapıtı vermek için orada değildir. Arslan’ın hedefi sanatsal bir sorumluluk yüklenmedir. Ödün vermeden. Onun brüt sanatından söz ettik, işte bu brütal sanattır.

Ve sonucu bir harika yaratmaktır.

*
Jacques Vallet

*
YÜKSEL ARSLAN ÜZERİNE:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder