Pasolini ve Ninetto Davoli
Pasolini sadece delikanlılarla birlikte olurdu, erkeklerle ilişkiye girmezdi. Ninetto olayı vardı. Ninetto başlangıçta bir sevgili oldu, sonra hiç sevişmediler. Pasolini ölçüsüzce bu genci sevdi, kimseye haksızlık yapmadan gerçeği söylemek gerekirse, kesin sahtekârlığıyla, tam anlamıyla adlandırılamayacak tipik bir gençti. Pasolini ona karşı babacan bir sevgiye sahipti. Ninetto kadınlarla ilişkilerinde çok başarılıydı. Pasolini homoseksüellerle değil, genç delikanlılarla sevişirdi. Bir delikanlının kendisinden hoşlandığı için onunla seviştiği fikrine sahipti. Bu onun fikri, hayaliydi. Bana göre çok büyük bir hayaldi. Ninetto evlendiğinde, kızını kaybeden bir baba gibiydi. Bu, onda tanıdığım gerçek sevgi ilişkisiydi. Sonra annesiyle olan ilişkisi vardı. Bana göre sadece bu kadın üzerine bir film yapılabilir. Çünkü hastalıklı olduğu kadar, aşırı gelişen, ayrıcalıklı bir ilişkiydi. Benim için, anne-oğul ilişkisinin dışında, anneye adanmış şiirlerin yanıtlanması gibi, gerçekten yanıtlanması güç bir durumdu.
Kabaca söylemek gerekirse, Freud teorisiyle dolu tekbiçimleştiren bir ilişkiydi. Tam anlamıyla bir bilim kitabına konulacak bir “altın olay”. Beni engelleyen bu “örgenbilim” vardı. Bu tür şeylere karşı çok hassasım. Güçlü bir örgenbilim yükünün girdiği bir sevgiydi. Sonuçta Pasolini’nin annesiyle ilişkisi biraz çizgi ötesiydi. Annesi oğlunun homoseksüelliğini bilmiyor ya da bilmiyor gibi yapıyordu. Açıkçası - bunu bilmiyorum.
Pasolini ve annesi
Pasolini’nin gerçek kaderi Casarsa’dan Roma’ya gelme olayı oldu. Komünist Partisi onu dışladı. Böylece onu ölüme götüren durum başladı. Roma’ya geldiğinde parası olmadığı için bir kenar mahallede yaşamaya gitti. Böyle yerler gerçekten ürkütücüdür, bahçesiz, sinemasız, okulsuz, Roma’nın bütün hırsızları buralarda yaşar. Pasolini de buraya gitti ve cani tipli bir delikanlıya âşık oldu. Bu konuda hiç şüphem yok. Pasolini’nin delikanlılarının hepsi çirkin, pis, cani tiplidir. Pasolini böylece kendi kaderini belirledi çünkü kendisini öldürebilecek birine âşık oldu. Ancak neden suçlulardan hoşlandığını da anlamak gerek. Bu, dekadantizmin bir iziydi. Pasolini bir dekadantistti. İçinde suç zevki vardı. Kelimenin tam anlamıyla bir mazoşistti.
Bana sadece bir kez bir kadınla beraber olduğunu söyledi. Şöyle dedi: “Bir kadınla nasıl olduğunu görmek istiyorum.” Bir hafta boyunca ilişkiye girmekten kaçındı. Sonra bir fahişeyle sevişti ve bana şöyle dedi: “Düşündüğümden daha az kötüymüş ama yine de hoşlanmıyorum. Bir kadınla sevişemem çünkü kendimi annemle sevişiyormuş gibi hissediyorum.”
Başka homoseksüeller hakkında çok kötü konuşan homoseksüeller tanıyorum. Pasolini böyle değildi, zekiydi, derhal basit insanla, iyi insanı ayırt ederdi. Homoseksüelin biraz emperyalistiydi. Bu arada insanları homoseksüel olup olmamalarına göre yargılamazdı. Son derece “uç” bir adamdı.
Geçmişinden bana asla söz etmedi. Ben de ona hiç sormadım.
Ama insanlar geçmişinden söz etmezler, en azından buna zorlanmazlarsa.
Gerçekten zeki iki ya da üç kişi tanıdığını söylerdi. Benimle anlaşıyordu, çünkü ben onun zıttıydım. O homoseksüeldi, ben heteroseksüelim, o çok mantıksızdı, ben çok ussalım. O geleneklere bağlıydı, ben kesinlikti devrim içinim. Devrimin tek gerekli şey olduğunu düşünüyorum.
Kadınlardan nefret eden bir adam değildi. Onlara karşı sevgisi vardı. Benim küstah bulduğum bazılarına karşı büyük sabrı vardı. Pasolini narsist biri olsa da, benim çok Hıristiyan bulduğum, insanlığa karşı büyük bir sevme duygusuna sahipti. Bu anlamda Pasolini Hıristiyandı. Samimiydi, Hıristiyanlığı çokça görüldüğü gibi şekilci, bozuk değildi.
*
Alberto Moravia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder