Nietzsche... O yok mu o? Aslında her şeye ‘‘çilelerimiz”in neden olduğunun delilidir adeta!
diyor Cioran:
Le diable probablement (1977, Robert Bresson)
Hiçlik benim içimdeydi, onu dışarıda aramama gerek yoktu. Daha çocukken, uçurumların keşfine götüren can sıkıntısı yoluyla, bunu önsezi düzeyinde hissetmiştim. Boşluk hissini, zamandan dışarı atılmış olma izlenimini ilk tattığım anı tam olarak gösterebilirim. Bu boşluğu sürekli hissetmekten başka şey yapmadım, benim için neredeyse gündelik bir karşılaşma haline geldi bu. Önemli olan, bir tecrübenin sıklığıdır, bir baş dönmesinin ısrarla kendini hissettirmesidir.
Yazmak, eğer ilaçlara düşkün değilseniz, büyük kaynaktır; yazmak, iyileşmektir. Size bir öğüt vereyim: Birinden nefret ediyorsanız, ama ille de onu yok etmek diye bir isteğiniz yoksa, yüz kere ismini, yanına da “seni öldüreceğim” yazın. Yarım saatte yatışırsınız. Dile getirmek, kurtulmaktır; sadece zırvalar bile yazsak, hiçbir yeteneğimiz dahi olmasa.
Akıl hastanelerinin her sakinine, karalamak için tonlarca kağıt verilmeliydi. Bir tedavi yolu olarak ifade. İntihar fikrinde de aynı fazilet vardır. Kendi kendine, “istediğimde kendimi öldürebilirim,” dendiği anda, hayat bir kabus olmaktan çıkar. Elde böyle bir başvuru çaresi olduğu zaman, gerçekten de her şeye tahammül edilebilir.
Gençliğimde, ölüm gecem gündüzümün merkezindeydi; kendi kendini haklı çıkaran, en yüksek derecede meşru, ama yine de marazi bir mevcudiyet. Tuhaf şey: Yaşla birlikte, bu gitgide daha az düşünülür. Yakınlarda eski bir dostumdan bir mektup aldım, hayatın onun için artık hiçbir şey ifade etmediğini yazıyordu bana. Şöyle cevap verdim: "Bir öğüt istersen: Ancak artık gülemediğin zaman kendini öldürmelisin. Bunu yapabildiğin müddetçe, bekle daha. Gülme bir zaferdir, hayat ve ölüm karşısında tek hakiki zaferdir.
Cioran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder