Georges Bataille etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Georges Bataille etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bataille


İmkansızın sınırındaki kaygılı bir ifade arayışına adanmış Georges Bataille'ın eserinin, genellikle azgınca bir inkar görünümü taşırken dünyaya hiç çekincesiz ve ölçüsüzce "evet" demeye devam etmesi değildir en ufak çelişkisi. O, iyisinde de kötüsünde de, en yoğununda da en mütevazısında da dünyaya açıktı; ve dünyayı sahte bir utanç duymadan, sınırsızca kavrama iştahı içindeydi: Düşüncesini başkalarının "diğer herkesin" düşüncesine yakınlaştırma, iletişim kurma sabit kaygısı, en sıradan muhatabına bile gösterdiği titiz özen buna kanıttır; özellikle yaşamının olgun döneminde -çoğu zaman bitap düşürücü ve bıktırıcı bir bilgi edinme çabası pahasına- fırtınalı deneyiminin sezgileri ışığında gözlerimiz önünde cereyan eden bir o kadar fırtınalı olayları yorumlamaktan geri durmadığı ve sabırlı ve tutkulu çaba da buna kanıttır. Bunu yaparken de, eğitimi nedeniyle olduğu kadar dostlarının çoğunun etkisiyle de göz ardı etme eğiliminde olabileceği ve yaygın adlandırmayla ekonomi denen şeye bağlı olanlar da dahil, bu olayların hiçbir yanını ihmal etmez.

Bataille. 1956, Andre-Masson

"Cehaleti"ni alçakgönüllülükle itiraf etmesinin ötesinde, uzun süre boyunca bu "dünya..."nın onun için "yalnızca bir mezar" olduğu duygusu da onda elbette hakimdi; "bir mahzen koridorunda kaybolmuş" olma duygusu ve "düşüncesini yavaş yavaş (...) sessizlikle karışmaya bırakmak dışında yapacağı bir şey olmadığı inancı içindeydi. Ama eserinin hiç kuşkusuz en keskin ve en dokunaklı bölümünü oluşturan mistik dönem yazılarında bile sürekli kendini toparlar, "henüz değil!" diye sürekli haykırır, başkalarına doğru, bu dünyaya kaçamak da olsa tutkulu bakışlar fırlatmaya devam ederken, en berbat parçalanmalara maruz kalan bu dünyanın kendi bütünlüğü içinde ancak bir "facia" olarak (ki insan, bu facia'nın belki de doruğudur") kavranabileceğini hisseder, ama yine de bilmekten ve betimlemekten asla vazgeçmez.

Jean Piel 

Pornografik Yazın ve Bataille (Susan Sontag)

Marcelle, gerçekten, kan değil de, duru, hatta benim gözümde, ışıltılı bir sidik fıskiyesiyle ıslanmadan doyuma ulaşamıyordu. Önce şiddetli, hıçkırık gibi kesik kesik, sonra rahatça koyverilen bu fışkırma insanüstü bir sevinç taşkınlığı ile aynı zamanda gerçekleşiyordu. (Gözün Hikayesi'nden)


Bisikletin meşin selesi Simone'un kıçına yapışıyor, Simone da bacaklarını oynatıp pedalları çevirirken ister istemez masturbasyon yapmış oluyordu. Arka lastik, bu bisikletli kızın çıplak kıçının yarığında kayboluyordu. Tekerleğin bu çabuk dönme hareketi, tutkumla, seleye yapışmış o kıçın uçurumuna beni çoktan sürükleyen, penisimin sertleşmesiyle özdeşleşiyordu zaten. Rüzgar biraz dinmişti, gökyüzünün bir bölümünde yıldızlar görünmeye başlamıştı; aklıma şöyle bir düşünce geldi: Penisimin sertleşmesinin tek çaresi ölüm olduğundan, Simone'la ben öldürülürsek, kişisel görüntümüzün evreninin yerini arı yıldızlar alacak, böylece bana cinsel aşırılıklarımın sonu gibi görünen şey yani geometrik ve çok parıltılı bir akkor haline gelme (ötekiler bir yana, yaşamla ölümün, varlıkla yokluğun üst üste çakışması) rahatça gerçekleşecekti. (Gözün Hikayesi'nden)


Genelevin çıplaklığı kasap bıçağını gerektirir. (Madam Edwarda'dan)


Edwarda, başını arkaya atmış, ata binmiş gibi şöförün üstünde dimdik duruyordu, saçları sarkmıştı. Ensesini alttan tutup, dönmüş gözlerini gördüm. Kendisini taşıyan elinin üstünde gerildi, gerilme hırıltısını artırdı. Gözleri düzeldi, hatta kendisi bir an yatışmış gibi göründü. Beni gördü: Bakışının , o sırada, olanaksızdan dönüp geldiğini anladım ve derinlerin içinde başdöndürücü bir değişmezlik gördüm. Kaynağında onu sular içinde bırakan kabarma, gözyaşlarıyla taştı: Gözyaşları sel gibi akmaya başladı. Bu gözlerde aşk ölmüştü, bir tan soğuğu yayıyorlardı, içinde ölümü okuduğum bir saydamlığa sahiptiler. Ve her şey bu hülyalı bakışlarda düğümlenmişti: çıplak bedenler, teni yaran parmaklar, kaygım ve dudaklardaki salyanın anısı, ölümün içine bu körü körüne kayışa katkıda bulunmayan hiçbir şey yoktu. Edwarda'nın içine yürek sızlatacak derecede akan zevki -kaynak suları çeşmesi- alışılmamış bir biçimde uzuyordu: Şehvet seli varlığını daha bir güzel göstermeyi, çıplaklığını daha çıplak, utanmazlığını daha utanmaz yapmayı sürdürüyordu. (Madam Edwarda'dan)



*
Erotiği, onun büyüleme ve küçük düşürme tehlikelerini herkesten daha karanlık bakışla betimleyen yazar Bataille'dır. Gözün Hikaye'si (ilk kez 1928'de yayınlandı) ve Madam Edwarda, temaları cinsel dramaturjideki rollerine yabancı olan insanların her türlü irdelenmesini ortadan kaldıran tümüyle genişletici cinsel arayış olduğu ölçüde pornografik metinler olarak nitelenirler. Fakat bu tanımlama, kitapların sıradışı niteliği hakkında hiçbir şey iletmez. Cinsel organların ve eylemlerin bütünüyle açıklığının müstehcen olması gerekmez; bu, belirli bir üslupla verildiği, belirli bir ahlaki seslenme kazandığı zaman böyle olur. Bataille'ın uzun öykülerinde anlatılan cinsel eylemlerin ve sözde cinsel-iffet bozmaların az miktardaki sayısı, 120 Day of Sodom'un bitmek bilmeyen mekanikçi yaratıcılığıyla yarışamaz. Bataille daha iyi ve gelişkin bir ihlal duygusuna sahip olduğu içindir ki, betimledikleri Sade'ın sahnelediği şehvetli orjilerden bir biçimde daha yetkin ve karmaşık görünür.

Gözün Hikayesi ve Madam Edwarda'nın bu kadar güçlü ve rahatsız edici bir izlenim bırakmasının nedeni, Bataille'ın pornografinin nihai anlamda cinselliğe değil, ölüme dair olduğunu, tanıdığım diğer yazarlardan daha iyi anlamasıdır. Her pornografik eserin açık ya da gizli olarak ölümden bahsettiğini iddia etmiyorum. Sadece arzu temalarının o özel ve keskin biçimiyle, "müstehcen"le ilgilenen eserler böyledir. Her gerçekten müstehcen arayış, ölümün, eros'unkilere ulaşan ve onu geride bırakan sevinçlerine doğru meyleder.

Bildiklerimden daha iyi olan Bataille'ın eserleri, sanat biçimi olarak pornografinin estetik olasılıklarına riayet ederler. Okumuş olduğum tüm pornografik düzyazı kurmaca eserlerin sanatsal açıdan en ustalıklısı olan Gözün Hikayesi ve en orijinal ve güçlü biçimde entelektüel olan Madam Edwarda.       

Susan Sontag



*Bataille'ın Gözün Hikayesi ve Madam Edwarda isimli anlatılarına 
Ayrıntı yayınlarından çıkan Annem isimli
kitaptan ulaşmak mümkün.

Gözün Hikayesi


Simone kıçıyla yumurta kırmak gibi tuhaf bir çılgınlığa kaptırdı kendini. Bu amaçla salondaki bir koltuğa tepesi üstü yerleşip, sırtını koltuğun arkasına dayıyor, bacaklarını bana doğru sarkıtıyordu, ben de otuz bir çekerek spermimi yüzüne fışkırtıyordum. Bu sırada yumurtayı kıç deliğinin tam üstüne koyuyordum. Derin yarığın içinde bu yumurtayı oynatmaktan zevk alıyordu. Spermim fışkırmaya başladığı sırada, kalçaları yumurtayı kırıyor, o da doyuma ulaşıyordu ve ben, yüzümü kıçına daldırarak, bu bol miktardaki pisliğe bulanıyordum.  

...bir süre sonra bana klozetin içine yumurta attırmaktan zevk almaya başladı; bunlar hemen batan katı yumurtalar ya da içi az boşaltılmış yumurtalardı. Oturup bu yumurtaları seyrediyordu. Onu klozetin üstüne oturtuyordum: Bacaklarının arasından kıçının altındaki yumurtalara bakıyordu; sonunda sifonu çekiyordum.

Bir başka oyun da bidenin kenarında bir yumurtayı kırıp, kırılan bu yumurtayı kıçının altında boşaltma oyunuydu. Kimi zaman o yumurtanın üstüne işiyor, kimi zaman da ben pantolonumu indirip bidenin dibindeki yumurtayı yutuyordum; yeniden sağlığına kavuştuğunda, bana önümde, sonra da Marcelle'in önünde aynı şeyi yapacağına söz verdi.

Aynı zamanda Marcelle'i, elbisesi üstünde, eteklerini sıyırmış durumda, ama ayakkabıları ayağında, yarı yarıya yumurta dolu bir banyoya yatırıp, yumurtalar kırıldıkça çişini yaptırmayı düşünüyorduk.

 Simone ayrıca benimle Marcelle'i çıplak, kıçı yukarıda, bacakları kıvrılmış, başı aşağıda olmak üzere kollarından tutacağımı düşlüyordu; kendisi de, üstünde sıcak suya batırılmış ve vücuduna yapışan ancak göğsünü açıkta bırakan bir bornozla beyaz bir sandalyenin üstüne çıkacaktı. Ben de göğüs uçlarını şimdi dolu, ama az önce ateşlenmiş bir ruhsatlı tabancanın namlusuna sokarak memelerini tahrik edecektim, tabancanın dolu oluşu önce bizi sarsacak, ama sonra namludan güzel bir barut kokusu alacaktık. Bu sırada Simone, Marcelle'in gri renkli anüsüne yüksekten bol bol taze krema dökecek, kendisi de bornozunun içine ya da, bornoz açılırsa, Marcelle'in sırtına ya da başına işeyecekti, öte yandan ben de aynı şeyi yapabilecektim. O zaman, boynum baldırları arasında sıkışmış olacağından, Marcelle de beni sulayabilecek, aynı zamanda çiş akıtan kamışımı ağzına alabilecekti.



Sodom'un 120 Günü



*Sodom'un 120 Günü Manuscripti
"Aslında bu kitap insan zihninin, olan düzeyinde olduğu tek kitaptır. Sodom'un 120 Günü'nün dili yavaş yaşayan, giderek çürüyen, -hayat verdiği canlıların tümüne eziyet edip ortadan kaldıran evrenin dilidir."

İnsan eğer duyarsız değilse, Sodom'un 120 Günü'nü hasta düşmeden bitiremez: En çok hasta olan, bu kitabı okurken duyguları en çok zayıflayandır. Kesilmiş parmaklar, oyulmuş gözler, sökülmüş tırnaklar, acı bileyen manevi dehşetin kol
gezdiği işkenceler, kurnazlığının ve zorbalığının
buyruklarına uyarak oğlunu öldüren anne, çığlıklar, leş kokulu kan ve daha pek çok şeyin yarattığı iç bulantısı. Hep aşar, boğar ve çok şiddetli bir acı gibi parçalayıcı -ve öldürücü- bir heyecan yaratır. Nasıl oldu da Sade, böyle bir şey yapmaya cüret etti? Daha da önemlisi, nasıl oldu da yapabildi? Bu sapkın sayfaların yazarı sorduğu soruların cevabını biliyor ve hayal edilebilecek en uzak yere gidiyordu: Saygı gösterilen her şeye hakaret ediyor, temiz olan her şeyi kirletiyor, iç açıcı olan her şeyi korkuya buluyordu. Aslında her birimiz onun hedefiyiz: Kendi içinde insancıllığa dair son kırıntıları, hatta kendisi için en sevgili, en kutsal olanı bir hakaret ya da bir yüz hastalığıyla yaralıyordu. Onları boş verseydi? Aslında bu kitap insan zihninin, olan düzeyinde olduğu tek kitaptır. Sodom'un 120 Günü'nün dili yavaş yaşayan, giderek çürüyen, -hayat verdiği canlıların tümüne eziyet edip ortadan kaldıran evrenin dilidir. Şehvetin içinde yitip gitmiş olan insan, olanla eşitlendiği bir zihin hareketi gerçekleştirir.

Bataille



* Sade'ın Bastille Ayaklanması sırasında kaybolan ve yaşamı
 boyunca 'kanlı gözyaşları' akıttığı eseri

Hans Bellmer - Study for “L’Histoire de l’oeil"






Justine ve Sade

Paulhan'a göre Sade'ın bütün sırrı mazoşist olmasında yatar. Paulhan şöyle yazar: Sayısız hovardanın masum kurbanı olan "Justine ondan başkası değildir." Her ne kadar sık sık sadik davranışlar gösterdiği bilinse de, Aix davasındaki tanıklıklar karşısındaki erdemsizliğin de ona cazip geldiğini ortaya koyarlar. Gerçekten de diğeri olmaksızın herhangi bir erdemsizlik tasarlamak imkansızdır. Gözleme dayanan psikanaliz bu gerçeği kabul etmektedir. Zaten eğer özne, kendini rekabet ortamına kaptırarak kendi kendini suçlamasaydı nesneyi ortadan kaldırmak hiçbir işe yaramazdı. Yani söz konusu olan denklik ve birliktir: Eros'un odasından başka bir şey olmayan ve potaya benzeyen bu dünyada herkes bağırıp çağırmalı, çığlıklar atarak zincirlerini koparmalıdır. Hayat gizlendiği noktada belirir. Bakışlarımızı ne yana çevirirsek çevirelim, var olan hep kendi bir şey olarak görünür. Ancak bu gerçeklik bize verildiğinde mutlaka bizimle eklemlenir de. Şeylerin esası olan arka yüzde öyle çok dehşet ve ağırlık vardır ki, her anlamda kırbaç darbeleriyle kovalanmadıkça ona ulaşmak imkansızdır. Sade'ın lanetli sırrı işte budur ve Sade, ancak hapishane koşullarında onu bütünüyle keşfedebilmiştir. Böylesi bir keşfin onu coşturduğunu da söyleyebilmeliyiz; O şeyleri doruk noktasına taşımadan durmaz (Sade'ın eserlerinden oluşan yapıya tek bir taş bile eklenemez); ama, aynı zamanda da korkar; O, yaşanmaz, imkansız olandan başka bir şey tasarlamaz (kahramanlarının hepsi iğrençtir). Paulhan şöyle der: "Justine, Sade'dan başkası değildir." Aynı şeyi başka kelimelerle söyleyelim: "Bilinç, ondan başkası değildir." Burada sözü edilen bilinç zihin açıklığıdır. Sade'a bakarak kim olduğumuzu anlayabiliriz. Belki de henüz bize ulaşmamış olan, ancak bize hükmeden bir gerçeklik daha vardır: Tutku, bizleri varlığın yok olduğu o tanrısal anla bütünleştirir. Eğer vasiyetiyle, sadakatinin son kanıtını da ortaya koymamış olsaydı, Sade'ın bu gerçekliği kısmen dile getirdiğini söyleyebilirdik: Bu gerçeklik mutlak sessizliktir -ve bugüne dek bu denli mükemmel biçimde kendini ona adayan çıkmamıştır.

Bataille

Sade (Marquis de)

Herkesin isteğine uygun cinsel tatmin, Sade'ın düş kahramanlarının isteklerine uygun değildi. Düşündüğü cinsellik başkalarının isteğini yok eder nitelikte idi. (Hemen hemen herkesin) Başkaları eş olamazlardı, sadece kurbandılar. Sade'ın kahramanları tekti. Eşlerin yadsınması ona göre sistemin temel parçasıydı. Onun gözünde erotizm uyumu sağlıyorsa, aslında kendisi olan ölüm ve şiddet eylemini yalanlıyordu. Özünde cinsel birleşme bir uzlaşmadır ve yaşam ve ölüm arasındadır: onun sınırlayan düşüncenin parçalanması koşuluyla erotizm, onun gerçeği olan şiddette ortaya çıkar ve ancak şiddetin tamamlanması ile insan egemenliği simgesi gerçekleşir. Sadece, yırtıcı bir köpeğin oburca saldırısı hiçbir şeyin sınırlamadığı kişinin kudurganlığını gerçekleştirir.

Maurice Blanchot'a göre Sade'ın ahlakı "Mutlak yalnızlık olgusu üzerine kuruludur. Sade bunu her şekilde yinelemiştir: doğa bizi yalnız yaratmıştır. Bir insanın diğeri ile hiçbir ilişkisi yoktur. Tek davranış kuralı, beni mutlu edecek şekilde etkileyecek her şeyi tercih ederim ve benim tercihimden başkasının zarar görmesinin benim için hiçbir anlamı yoktur. Başkalarının en büyük acısının bile benim zevkimden daha az bir değeri vardır. Cinayetlerin duyulmamış bileşiminden en güçsüz zevki almamın önemi yok, çünkü zevk beni oluşturuyor, zevk benim içimde ama suçun etkisi beni ilgilendirmiyor, çünkü suç benim dışımda"

 Tanım olarak aşırılık aklın dışındadır. Akıl çalışmaya bağlıdır. Akıl, yasalarının ifadesi olan eylem etkinliğine bağlıdır. Ama zevk çalışmayla alay eder. Ayrıca çalışmanın zevk yaşamının gücüne olumsuz etkide bulunduğunu görmüştür. Enerjinin faydası ve tüketilmesinin sözkonusu olduğu hesaplara göre, zevk etkinliği faydalı kabul edilse bile, bu zevk özünde aşırıdır. Genel olarak zevk, kendini oluşturan isteğin içinde kendisi için istendiği sürece aşırıdır. İşte bu noktada Sade'ı görüyoruz: zevki oluşturan prensipleri formüle etmiyor ama zevkin suçta daha fazla olduğunu ve suç ne kadar kabul edilmez bir yapıda ise, zevkin o kadar büyük olacağını belirterek zevke yol açan unsurları belirliyor. Zevk aşırılığının nasıl, yaşamın oturduğu prensibin aşırı yadsınması olan başkasının yadsınmasına götürdüğünü görüyoruz.


Monument to Sade. (1933, Man Ray)

 Sade'ın sistemi erotizmin yıkıcı şeklidir. Ahlaktan arındırma frenlerin kaldırılması anlamını taşır, tüketmenin derin anlamını verir. Başkasının değerini kabul eden zorunlu olarak kendini sınırlar. Başkasına duyulan saygı, maddesel ve ahlaksal kaynakları artırma isteğinin boyun eğdiremediği isteğin büyüklüğünün saptanmasını önler ve gölgeler. Saygının yolaçtığı birleşme sıradandır: genellikle, cinsel gerçeklerin dünyasında kısa araştırmalarla yetiniriz. Bu araştırmaları daha sonra edindiğimiz gerçeğin yanlışlığını anlamamız izler. Diğer insanlara bağımlılık bir insanı egemen davranıştan yoksun eder. İnsanın insana duyduğu saygı, boyun eğilen anlardan başka bir şeyin kalmadığı, sonunda davranışımızın kökeni konusunda kaybettiğimiz hizmetçilik alanının içine sokar, çünkü genelde insanı, egemen anlarından yoksun bırakırız.    

Zevk paradokstur

Erotizm ve Yasak

Hayvansal cinselliğin zıttı olarak erotizm içsel deneyimin doğrudan yansımasıdır.

Evrensel bir yasak içimizdeki cinsel yaşamın hayvansal özgürlüğü ile çelişiyor.

Kanla şişme yaşamın üzerine oturduğu dengeyi altüst ediyor. Kudurganlık varlığı sarıyor. Bu kudurganlığa alışığız ama bu konuda bilgisi olmayan ve bir yöntemle kendisi görülmeden bir kadının aşksal taşkınlıklarını izleyen birinin şaşkınlığını kolaylıkla göz önüne getirebiliriz. Burada köpeklerin kudurganlığına benzer bir hastalık görülecektir. Sanki kurdurmuş bir köpek saygıdeğer biriyle yer değiştirmiştir. O an için kişilik ölmüştür. Ölümü, ölünün yokluğundan ve sessizliğinden yararlanan köpeğe yer açmıştır. Köpek, bu yokluktan ve bu sessizlikten çığlık atarak zevklenmektedir. Kişiliğin geri dönmesi köpeği donduracaktır ve içinde kaybolduğu zevke son verecektir.

Arzu uyandıran kadının görünüşü ilk planda yavandır. Eğer aynı zamanda gizli bir hayvansal yönünü ortaya çıkarmıyorsa kadın istek uyandırmayacaktır. Arzu uyandıran kadının güzelliği utandıran kısımlarını haber verir: daha doğrusu kıllı bölgelerini, hayvansal bölgelerini. İçgüdü bizi, bu kısımların isteğine sürükler. Ama cinsel içgüdünün ötesinde, erotik istek başka bileşkelere yanıt verir. İsteği uyandıran hayvanlığın olumsuzlaştırıcı güzelliği, isteğin kudurganlığında, hayvansal kısımların yüceltilmesine yol açar.

Erotizmin nihai anlamı ölümdür.

Eğer hayvansallığı yadsıyan güzellik tutkulu bir şekilde istenirse, bu, güzelliğin içinde sahip olmanın hayvansal kirliliğe yol açacağı anlamına gelir. Güzellik kirletilmek için istenir. Kendisi için değil ama dindışılaştırılmadan doğan coşku için istenir.

Bedenlerin birleştirilmesindeki güzellik, organların hayvansallığı ile insanlığın çelişkisini ortaya çıkarır. Erotizmdeki güzellik ile çirkinliğin çelişkisi için Leoardo da Vinci'nin "Defterler"indeki şu etkileyici sözlerini aktarmak istiyorum: " Birleşme eylemi ve bu eylem için yararlanılan organlar o kadar çirkindir ki, yüzlerin güzelliği ve bu işe katılanların süslemeleri olmasaydı, doğa insanlık neslini kaybederdi.



***


Fotoğraflar: Robert Mapplethorpe

***

Yasağın habercisi insanlık erotizmde yasağa karşı gelmiştir. Erotizmde dindışına çıkmış, kirlenmiş ve yasağı aşmıştır. Güzellik ne kadar fazla ise kirletme o kadar yoğundur.

Erotizm

---------------------Bir varlık yalnız doğar, yalnız ölür. Bir varlık ile diğeri arasında bir uçurum, bir kesinti vardır.

Bu uçurum siz dinleyenler ve ben konuşan arasında vardır. İletişim kurmaya çalışıyoruz ama aramızdaki hiçbir iletişim temel farklılığı yok edemez. Eğer siz ölürseniz, ölen ben değilimdir. Bizler, siz ve ben birbirinden ayrı varlıklarız.

Fakat bizi ayıran bu uçurumu kafamda canlandırabilirim. Bu uçurum derindir ve bunu yok edecek bir yol göremiyorum. Birlikte sadece bu uçurumun başdöndürücülüğünü hissedebiliriz. Bizi büyüleyebilir. Bu uçurum ölümdür ve ölüm başdöndürücüdür ve büyüleyicidir.......................





*
Erotizm yaşamın ölüme kadar olumlanmasıdır, diyebiliriz. Bu bir tanım değildir ama bu formül erotizmin anlamını başka bir tanımlamadan daha iyi vermektedir. Eğer kesin bir tanım gerekseydi, üremenin cinsel yapısından başlamak gerekecekti ve erotizm de bu faaliyetin özel bir şekli olarak belirtilecekti. Üreme amaçlı cinsel faaliyet cinsel yaşamlı hayvanlarda ve insanda görülmektedir. Ama sadece insanlar cinsel yaşamlarını erotik bir etkinliğe çevirmişlerdir. Erotizm, üremenin doğal amacı çocuk sahibi olma kaygısından ayrı psikolojik bir araştırmadır. Bu basit tanımdan, en başta bahsettiğim erotizmin ölüme kadar yaşamın olumlanmasıdır, formülüne geliyorum. Aslında erotik etkinlik, üreme endişesinden bağımsız psikolojik araştırmanın nesnesi olarak yaşamın canlanması olmasına karşın ölüme de uzak değildir. Burada o kadar büyük bir çelişki var ki fazla beklemeden bu düşüncemin varlık nedenini destekler görünen iki metni iletiyorum:

"Giz maalesef çok açık diyor, Sade. Kötülüğe biraz bulaşmış her ahlaksız, cinayetin duygular üzerindeki egemenliğinin ne kadar büyük olduğunu bilir."

Aynı kişi daha yalın olarak şunu yazıyor:

"Ölümle haşır neşir olmanın en iyi yolu onu ahlaksız bir fikirle bağdaştırmaktır."

  Düşüncemin varlık nedenini destekler görünen olgudan bahsetmiştim. Aslında Sade'ın düşüncesi bir sapıklık olabilir. Belirtilen eğilimler insanın doğasında çok ender olmamasına rağmen, bunların sapık duygular olduğunda bahsedilebilir. Buna rağmen, cinsel arzu ile ölüm arasında bir bağlantı ortaya çıkmaktadır. Cinayetin görülmesi ve hayal edilmesi en azından hastalarda cinsel arzu uyandırmaktadır. Hastalığın bu ilişkinin nedeni olduğu fikri ile kendimizi sınırlandıramayız. Bu gerçek, kötülük kavramıyla sınırlandırılamaz. Hatta bu gerçeğin ölüm ve yaşam betimlemelerimizin temelini oluşturduğu düşüncesindeyim. Çoğu zaman varlığın insanda tutku dışında oluştuğu izlenimi vardır. Ben aksine varlığın bu tutku eylemlerinin dışında düşünülemeyeceğini söyleyeceğim.

...
Erotizm alanı, şiddetin ve ırza geçmenin alanıdır. 

Eşlerin varlıklarının tecavüze uğraması söz konusu değilse, ölümün ve cinayetin sınırındaki tecavüz olgusu kabul edilmiyorsa bedenlerin erotizmi ne anlama gelmektedir?

Kalbin bulunmadığı bir yerde, erotizmin ortaya koyduğu etkinliğin amacı varlığın en derin özüne ulaşmaktır. Normal bir durumdan erotik zevk durumuna geçiş, süreksiz bir düzenden oluşmuş bir varlığın göreceli olarak içimizde erimesini varsayar. Bu erime terimi, erotik etkinliğe bağlı olarak eriyen yaşam ifadesine uygundur. Varlıkların erimesi eyleminde, erkek eş prensip olarak etken, dişi edilgen rol oynarlar. Özellikle dişi eş oluşan varlık olarak eriyen taraftır. Fakat erkek eş için edilgen tarafın erimesi tek bir anlama gelir: erime noktasında iki varlığı birbirine karıştıran birleşmeyi hazırlar. Erotik etkinliğin bir tek prensibi vardır: normal durumda oyunun bir tarafı olan varlığın yapısını imha etmektir. 

...
Eğer tecavüz olgusu eksikse, erotik etkinlik bütünlüğünü kazanamamaktadır. Bununla birlikte gerçek yok etme, daha doğrusu öldürme, ırza geçme ile oluşan erotizm kadar tam bir erotizm şekli olmayacaktır. Romanlarında, Marquis de Sade'ın, cinayetin erotik coşkunluğun tepe noktası olduğu, şeklindeki betimlemesinin sadece şu anlamı vardır: biraz önce taslak olarak belirttiği eylemi son noktasına götürmekle, zorunlu olan erotizmden ayrılmaktayız. Normal davranıştan isteğe geçişte, ölümün temel bir büyülemesi vardır. Erotizmde söz konusu olan, her zaman oluşmuş yapıların  bozulması olgusudur. Tekrar ediyorum: söz konusu olan, biz bireylerin ayrık (süreksiz) düzeninin kıran sosyal yaşam biçimlerinin bozulmasıdır. Fakat üremeden daha az olmak üzere erotizmde, Sade'a inat süreksiz (ayrık) yaşam yok olmaya mahkum değildir: sadece bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. En son noktaya kadar bu yaşam allak bullak olmak zorunda kalmıştır. Sadece, ayrık varlıkların ölümü ile gerçekleşebilecek sürekliliğin yaşamı alıp götürmesi koşuluyla süreklilik arayışı vardır. Süreksizlik üzerine kurulu bir dünyanın izin verdiği ölçüde sürekliliği sokabilmektir söz konusu olan. Sade'ın sapıklığı bu olanağı aşmaktadır. Bu sapıklık az sayıda varlığı cezbetmiş ve bazıları bunu sonuna kadar götürmüşlerdir. Fakat normal insanlar için, sadist eylemler temel davranışlardan aşırı bir sapma olarak görülmüştür. Bizi heyecanlandıran eylemlerde ürkütücü bir aşırılık vardır. Bu aşırılık eylemin anlamını aydınlatmaktadır. Fakat bu aşırılık, korkunun bizi perçinlediği bireysel süreksizliğin parçalanması olan ölümün bize yaşamdan daha üstün bir gerçek gibi sunulduğunu aralıksız anımsatan korkunç bir işaretten başka bir şey değildir.



...

Dokunamazsın bu hayaletlere


Georges Bataille'ın aynı adlı romanından, Ma Mere (2004, Christophe Honore)


- Artık düşünmemek için sarılıp öp beni, dedi. Ama dilini ağzıma sok. Şimdi, hemen mutlu ol, sanki mahvolmamışım, sanki harabeye dönmemişim gibi. Seni bu ölüm ve kokuşmuşluk dünyasına sokmak istiyorum, bu dünyanın içine kapanmış olduğumu çoktan pekala hissediyorsun. Bu  dünyayı seveceğini biliyordum. Şimdi benimle birlikte kendinden geçmeni istiyorum. Seni ölümümün içine sürüklemek istiyorum. Sana vereceğim kısa bir kendinden geçme anı, onların içinde üşüdükleri o budalalık ortamına bedel değil mi? Ölmek istiyorum, tüm gemilerimi yaktım, hiç geriye dönüş olanağı yok artık. Senin kokuşman benim eserimdi: En arı ve en şiddetli olan neyim varsa sana veriyordum, yalnızca giysilerimi çıkaran şeyi sevme arzusunu. Bu kez artık bunlar sonuncu giysilerim.

Annem önümde gömleğini ve külotunu çıkardı. Çıplak olarak yatağa girdi.

Ben de çıplak olarak yatağa uzandım.






- Ben öldükten sonra senin yaşayacağını ve yaşadıkça da iğrenç bir anneye ihanet edeceğini biliyorum. Ama, daha sonra, birazdan seni benimle birleştirecek olan kucaklaşmayı anımsarsan, kadınlarla yatma nedenimi unutma. Şimdi senin o paçavra babandan söz etmenin zamanı değil: Bir erkek miydi o? Biliyorsun, ben gülüp eğlenmeyi seviyordum, belki de buna son vermedim, ne dersin? Son ana kadar, seninle alay edip etmediğimi hiçbir zaman öğrenemeyeceksin... Yanıt vermene izin vermedim. Yine de korkup korkmadığımı ya da seni çok fazla sevip sevmediğimi biliyorum. Her türlü arzudan daha tam, daha korkunç bir uçurumun gerçekliği olan bu neşe içinde seninle birlikte titrememe izin ver. İçine gömüldüğün şehvet şimdiden o kadar büyük ki seninle konuşamıyorum: Ama bunu senin güçsüzlüğün izleyecek. O sırada çekip gideceğim ve sana yalnızca son soluğunu vermek için seni beklemiş olan kadını bir daha hiçbir zaman göremeyeceksin. Ah, dişlerini sık oğlum, sen penisine benziyorsun, arzumu bir bilek gibi büken, aşırı arzuyla dolup taşan penisine.

Ma Mere (Georges Bataille)



Bataille'ın aynı adlı romanından. Annem, 2004, Christophe Honore 

...

Hansi hemen ayaklarını sürüyerek yatağına gitti.

Ama ben uyuyamadım. Boş yere, yanında acı çekerek, düşünerek, kalçalarını, böğürlerini okşadım; onlara uzun uzun baktım: Bunlar, her yanlarını sarmış gibi görünen, güzelliklerinin anlamı olarak duran, sevmiş olduğum namuslu Tanrı'ya uygunsuzluklarıyla meydan okuyan hazzın çılgınca aşırılığını dile getirmeyi sürdürüyorlardı. Acının içinde ve Hansi'nin acısının düşüncesi içinde, tersinin yerini almış olduğu bu hazzı, çoktan geçmişin uzak karanlığı içine gömülmüş bu hazzı, yaşamış olduğum Tanrı sevincine, Tanrı'nın verdiği sevince karşılık gibi görüyordum. Şimdiki acı, bana öyle geliyordu ki, bedenlerin ve bizi aldatan bu mutluluğun lanetlenmesine uygun olmalıydı. Ama tersine, acı çekerek, kendi kendime, tiksinti içinde, cinsel hazzın kutsal olduğunu söyledim: Bir duayı izleyen esrime de belki kutsaldı, ama her zaman kuşkuluydu, kendimi zorlamam, dikkatimi toplamam gerekiyordu, ama sonra bolca yaşanıyordu bu esrime. Bununla birlikte hiçbir zaman beni aşan, beni soluk soluğa bırakan, bağırtan, adamakıllı güçlü, aşırı bir bolluk aşamasına ulaşmıyordu. Ya da, ulaşsa bile, kafamda pek tuhaf bir biçimde neden olduğu tedirginlikten kuşkulanmalıydım; bu tedirginliğe zekanın şu çocuksu oyunları da katılıyordu. Hansi ile benim içinde yittiğimiz esrimede önce çıplak karınlarımız birleşiyordu, sonra karınlarımızın çıplak kalması, sınırlamalardan kurtulması için didinip durmuş sınırsız bir sevişme geliyordu. Bizi birimizi ötekinin içinde kaybolmuş durumda bırakan bu sınırların kaldırılması bana papazın kilisenin şapelindeki vaazlarından daha derin, daha kutsal gibi görünüyordu. Ben bunda Tanrı'nın ölçüsünü görüyordum; bu ölçüde şimdiye kadar ancak sevişmenin sınırsızlığını, ölçüsüzlüğünü, çılgınlığını gördüm. Böylece tiksinti içinde, eğer Tanrı laneti söz konusu olsaydı, bana verecekleri neşeden ancak bu kadar uzak kalacağımı bilerek Hansi'nin kalçalarını öptüm. Ama, derin olmayan bu mutsuzluk içinde, kendi kendime şöyle söyleyecek güce sahip oldum: Hansi'nin kalçalarını seviyorum, onları Tanrı'nın lanetlemesini de seviyorum; ben tiksinti içindeyken, onları bu kadar derinden yücelten bu laneti önemsemiyorum. Onları öpüyorsam, Hansi'nin üstlerinde dudaklarımın öpücüğünü hissettiğini biliyorsam, onlar yücedir. Bunun üzerine, örtüleri çekip attım: Artık güçsüz tutkumun nesnesini görmüyordum. İnen bir satır gibi, uyku ve düş beni içinde gerçekten yaşadığım dünyadan ayırdı; yanımda çıplak bedenler çoğaldı; yalnızca şehvet yüklü, saldırgan olmayan bir tür dans, parçalama zevkine olduğu kadar zina yapma zevkine de dalıyor ve kendini en bayağı zevke vererek, aynı zamanda acıya, ölümün soluğunu kesmeye göz dikiyordu. Böyle bir dans çirkinliğin, yaşlılığın, pisliğin, güzellikten, incelikten, gençliğin parlaklığından daha az bulunur olduklarını söylüyordu. Sular yükseliyormuş gibi bir duygu içindeydim: Sular, bu çirkef; ve yakında bu yükselme karşısında sığınak bulamayacaktım. Boğulmakta olan kişinin gürül gürül sulara açık boğazı gibi, lanetin gücüne, mutsuzluğun gücüne kendimi teslim edecektim.


İletişim - Georges Bataille

...
En uç başka yerdedir. Tam olarak iletişimle elde edilir (insan çokluktur, yalnızlık boşluktur, hiçliktir, yalandır). Herhangi bir anlatım bunu gösterir: En uç ayrıdır. Hiçbir zaman edebiyat değildir. Eğer şiir en ucu anlatırsa, en uç şiirden ayrıdır: Şiirsel olmayacak bir noktada, çünkü şiir onu konusu olarak alırsa, ona ulaşamaz. En ucun orada olduğu zaman, ona ulaşacak araçlar artık orada yoktur.

Rimbaud'nun bilinen en son şiiri en uç değildir. Eğer Rimbaud en uca ulaşmışsa, en ucun iletişimine ancak umutsuzluğu aracılığıyla varmıştır: Olabilir iletişimi yok etmiş ve bir daha şiir yazmamıştır.

İletişimi reddetme, daha düşmanca ama en güçlü iletişim aracıdır: Eğer bu iletişim mümkün olmuşsa, bu, Rimbaud'nun iletişimden vazgeçmesindendir. İletişime girmemek için ondan vazgeçmiştir. Aksi takdirde vazgeçmek için  iletişimi kesmiş olacaktı. Hiç kimse Rimbaud'nun iletişimden vazgeçmesine neden olan şeyin tiksinti mi (güçsüzlük) yoksa utangaçlık mı olduğunu bilemeyecektir. Tiksintinin sınırlarının geri çekilmiş olması mümkündür (Tanrı'nınkinden daha fazla). Her durumda, güçsüzlükten bahsetmenin çok az anlamı var: Rimbaud aşırılık istencini başka düzlemlerde korumuştur (özellikle vazgeçme düzleminde). Ulaşamamış olmaktan dolayı vazgeçmiş olması mümkündür -(aşırılık, düzensizlik veya bolluk değildir) dayanmak için çok doyumsuz, görmemek için çok açık olabilir. Ulaştıktan sonra, ama bunun bir anlamı olup olmadığından veya hatta bu aşırılığın gerçekleşip gerçekleşmediğinden kuşkuya düşerek -buna ulaşanın durumunun sürekli olmaması gibi- kuşkuya dayanamamış olabilir. Aşırılık istenci hiçbir şeyde durmuyorsa daha uzun bir araştırma faydasızdır (gerçekte ulaşamıyoruz).

Ben hiçbir şeyde önemli değildir. Bir okuyucu için ben herhangi bir varlığım: İsim, kimlik, tarih hiçbir şeyi değiştirmez. O (okuyucu) herhangi birisidir ve ben (yazar) de aynı durumdayım. O ve ben, iki kum tanesinin çöl için veya daha çok komşu dalgalar içinde kaybolan dalgaların deniz için ifade ettiği anlam gibi isimsiz için,... isimsizden çıkan isimsizleriz. Vesaire dünyasının "bilinen kişiliğinin" ait olduğu... isimsiz. Onsuz bireyin vesaire dünyasına ait olacağı sınırsızca kutsanmış ölüm! Vesaire dünyasının olanaklarını ölüme kadar tartışarak yaşayan insanların sefaleti. Dalgaların içinde dalga olan ölenin sevinci. Ölenin, çölün devinimsiz sevinci, olanaksıza düşüş, yankısız haykırış, ölümcül kazanın sessizliği.

İç deney
sf. 73 -74

İÇ DENEY(İM)


Yaşam ölümün, ırmaklar denizin ve bilinen bilinmezin içinde kaybolacaktır. Bilgi bilinmezin girişidir. Anlamsızlık, olabilir her anlamın sonucudur.

Ariane'ın ipinin koptuğu saatler vardır: sadece güçsüz ve boşun, artık ne olduğumu bilmiyorum, açım, üşüyorum, susuyorum. Böyle anlarda istence başvurmanın anlamı olmayacaktır. Geçerli olan yaşayabilir davranışa olan tiksintidir, söyleyebildiğim, yazabildiğim şeye, beni bağlayan şeye olan tiksintidir: Bağlılığımı yavanlık olarak hissediyorum. Beni harekete geçiren çelişkili kararsızlıklarda çıkış yok ve işte bu nedenden beni tatmin ediyorlar. Kuşkulanıyorum: İçimde sadece çatlakları, güçsüzlüğü, faydasız çalkantıyı görüyorum. Kendimi çürümüş hissediyorum, dokunduğum her şey çürümüş. Depresyona yenilmemek ve devam etmek için -ne adına?- özel bir cesaret gerekiyor. Bununla birlikte karanlığımın içinde sürdürüyorum: İnsan içimde sürüyor ve içimden geçiyor. İçimde bağıra bağıra BU NEDİR dediğim zaman, buna uygun yanıt alamadığım zaman, nihayet içimdeki bu insanın beni öldüreceğini ve bu noktada kendisi olup aptallığımın beni gülünç duruma düşürmekten vazgeçmesini sağlayacağını zannediyorum. (Az bulunan gizli tanıklar belki sezmişlerdir), onlardan tereddüt etmelerini istiyorum: Çünkü insan haline gelmeye mahkum olmuş ben (veya daha fazlası) şimdi ölmem (kendi kendime) ve kendimi doğurtmam gerekiyor. Olaylar uzun süre eski durumlarında kalamazlar, insanın olabiliri, kendinden değişmez bir tiksintiyle, ölmekte olanın yinelenen yadsınmasıyla kendini sınırlayamaz. Amaçsız olarak şimdi olduğumuz gibi olamayız: Birbirini yok eden sözcükler, aynı zamanda kendimizi dünyanın dayanağı zannederken yerinden oynatılamayan küçük kirişler. Uyandım mı? Kuşkuluyum ve ağlayabilirdim. İnsan güçsüzlüğünün beni delirttiğini hisseden ilk insan ben mi olacağım?



Her şeyin unutuluşu. Varoluşun gecesine derin iniş. Bilgisizliğin sonsuz yakarışı, korkudan boğulmak. Uçurumun üstünde kaymak ve tamamlanmış karanlıkta onun dehşetini hissetmek. Yalnızlığın soğuğunda, insanın sürekli sessizliğinde titremek, umutsuzlanmak (her tümcenin aptallığı, tümcelerin aldatıcı yanıtları, sadece gecenin duyarsız sessizliği yanıtlar). Tanrı sözcüğünden yalnızlığın özüne ulaşmak için yararlanmak, ama artık bilmemek, sesini duymak. Onu bilmemek. Tanrı, her sözcüğün biraz ileride yok olacağını söylemek isteyen en son sözcüktür: Kendi inandırıcılığını görmek (kaçınılmaz) ve buna bilgisiz sersemliğe kadar gülmek (gülüşün artık gülmeye gereksinimi yoktur, hıçkırığın hıçkırmaya). Daha ileride kafa patlar: İnsan temaşa değildir, (sadece kaçarken huzuru vardır) yakarıştır, savaştır, korkudur, deliliktir.

İyi havarilerin sesi: Her şeye yanıtları var, sınırları, cenaze töreninde olduğu gibi kibarca izlenecek yolu, seremonilerin yöneticisini belirlerler.

Umutsuzlukta, delilikte, aşkta, yakarışta, suç ortaklığı duygusu. İletişimin dağılmış, insanlıkdışı sevinci çünkü umutsuzluk, delilik, aşk, boş mekanın hiçbir noktası yoktur ki umutsuzluk, delilik, aşk olmasın ve üstelik: Gülüş, baş dönmesi, bulantı, ölüme kadar kendini kaybediş. 


Gülünç! bana ister panteist, ister tanrıtanımaz, ister tanrıcı deyin!.. Ama göğe doğru haykırıyorum: "Hiçbir şey bilmiyorum" Ve komik bir sesle yineliyorum: (bazen göğe bu şekilde haykırıyorum) "hiçbir şey, mutlak olarak hiçbir şey"




*
 
Georges Bataille

'Bu kitap bir umutsuzluğun öyküsüdür. Bu dünya insana çözülecek bir bilmece
gibi verilmiştir. Tüm yaşamım -derin düşüncelere dalışlarım kadar kuraldışı tuhaf zamanlarım- bilmeceyi çözmekle geçmiştir.'

BAY NİETZSCHE (bataille okumaları)



"Yerleştiği yükseklik onu tüm zamanların münzevileri ve değeri bilinmemiş kişileriyle ilişkiye sokuyordu."

Bir vaiz kitabı yazmıyorum. Ancak derin dostluk karşılığında anlaşılabilmek bana iyi gelir.
 
Beni yazmaya zorlayan şey, sanırım, delirme korkusu.
Doymamış bir istek gibi içimde süren ateşli, acı verici bir özleme katlanıyorum.
Gerginliğim bir anlamda çılgın bir gülme arzusuna benziyor: Bu gerginlik, Sade'ın kahramanlarını yakıp tutuşturan tutkulardan pek farklı olmasa da, kurbanların veya azizlerin gerilimine yakın.

 "... Ciddiyiz, uçurumun farkındayız - ciddi olan her şeye karşı korunmamızın nedeni bu mudur? Kendilerinde bir derinlik eksikliği keşfettiğimiz melankolik zevke sahip kişilerle içimizden alay ediyoruz - ne yazık ki onlarla alay etmekle birlikte onları kıskanıyoruz - çünkü onların hoş hüzünlerini kendimize uygun görecek kadar mutlu değiliz. Bizim hüznün gölgesine kadar kaçmamız gerekiyor: Cehennemimiz ve karanlıklarımız bize her zaman çok yakındır, korktuğumuz bir şeyi biliyoruz ve onunla baş başa kalmak istemiyoruz; ağırlığı karşısında titrediğimiz, adı fısıldandığında rengimizi attıran bir inancımız var - buna inanmayanları mutlu sanıyoruz. Hüzünlü gösterilerden kaçıyoruz, acı çeken kişinin yakınmalarına kulaklarımızı tıkıyoruz; dayanıklı olmayı bilmezsek merhametten paramparça oluruz. Bize, yiğitçe uygulayacağımız alaycı bir tasasızlık kalıyor! Buzullar üzerinden geçen soluk, serinlet bizi! Artık hiçbir şeye canla başla sarılmayacağız, en üst tanrısallık ve kurtarıcı için maske seçiyoruz." (1885-1886; Güç İstenci, II.s.105.)    


  Kendimi veya sahip olduğum çok az gücü feda etmem için artık -kendi dışımda- bir neden göremiyorum.

Beni neşelendiren gülüşlere ve beni korkutan cinsel taşkınlıklara kendimi bırakmış yaşıyorum.

Bir güdüye, bir nedene sahip olanlar karşısında, hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum, kimseyi kıskanmıyorum. Aksine, yazgımı paylaşmaları için onlara baskı yapıyorum. Güdülerden duyduğum nefreti ve kırılganlığımı sevinçle karşılıyorum. Durumumun aşırı zorluğu benim şansımdır. Bu şans beni sarhoş ediyor.

Ama şu soruyu, içimde, istemeden, bir patlayıcı gibi taşıyorum:

ALDIRIŞSIZ BİR GEREKLİLİĞİ İÇİNDE TAŞIYAN BİLİNÇLİ BİR İNSAN BU DÜNYADA NE YAPABİLİR?


ŞANS (Bataille Okumaları)


"Bizi tamamen yok sayarak, bize sınırsızca katil muamelesi yapan 
bu boş gökle eşit olamayız..."

Doruk ve Düşüş / Bataille




Nietzsche Üzerine (Bataille Okumaları)




 Bu sabah neşeli bir ruh haliyle uyandım.
Kuşkusuz hiç kimse benden daha fazla dinsiz ve neşeli değildir.


 Yazı andıran güneşli bir gün. Güneş, sıcaklık yeterli. Çiçekler açıyor, bedenler...

Biraz önce kestane ağaçlarının bulunduğu bir yolda, anlamsızlığın alevleri göğün sınırlarını açıyorlardı... Ama acil sorulara yanıt vermeliyim. Ne yapmalı? Artık bocalamayan bir etkinliği amaçlarıma nasıl bağlayabilir ve dolu bir varlığı boşluğa nasıl götürebilirim?

...

Boşluk insanı kışkırtıyor, ama boşlukta ne yapılabilir?
Kullanılmış bir şey, eski model bir silah olmak. Kendinden tiksinmenin içine batmak.

Mutluluğum olmadan -parıldamadan- düşüyorum. Ben şansım, ışığım; kaçınılmazı ağır ağır gerileten şeyim.

 Yoksa neyim?

Sonsuz, anlamsız acıların öznesi.


 **
 

Anlamlı bir azınlık tarafından tanınma olasılığı (Nietzsche) çoktan gecenin içindedir. Sonunda her uç bu geceye yönelir.

Nietzsche'nin güçsüzlüğü kesindir...

Nietzsche'nin trajedisi gündeki aşırılıktan doğan gecenin trajedisidir.


Kızgınlık. Çöküntü ve ardından coşku.
Dinginliği yeniden bulmak. Biraz kararlılık yeterli.
Yöntemim daha doğrusu yöntem yokluğum yaşamımdır benim.

 ...
Şunu kabul etmeli yaşamım şimdiki koşullarda, bir karabasan, ahlaksal bir işkence mi?

  Kendi kendimizi durmaksızın "hiçliyoruz": Düşünce ve yaşam dağılırken bir boşluğun içine düşüyorlar.

Kendimin açtığı, düşüncemin açtığı bu boşluğu tanrı olarak adlandırmak!

Duvarların ötesinde başlayan uzamı anma dışında, zindandaki bir insan ne yapabilir?


"Tanrı, bir Tanrı varsa, basit bir uygunlukla, dünyada ancak insansal bir biçimle ortaya çıkabilirdi."
/1885; Güç İstenci, II, s. 316)



**

Bazen aşırı mutsuzluk anını çabuklaştırma eğilimi içine giriyorum:
Yaşama katlanmaktan vazgeçebilirim, böyle bir yaşamım olmasından pişmanlık duymuyorum.

Bir kaşifin ölürken buzlara yazdığı şu sözü seviyorum:
Bu yolculuktan pişmanlık duymuyorum.

İletişim - Georges Bataille

Ancak kendi dışımla, kendimi bırakarak veya kendimi dışarı fırlatarak iletişime girebilirim. Ama kendi dışımda artık kendim değilim. Şu gerçeğe sahibim: İçimdeki varlığı terk etmek, onu dışarıda aramak, yokluğunda dışarının varlığının farkına bile varamayacağını, yokluğunda "benim için olan şeylerin" hiçbirinin olmayacağı bu ben'i bozma -veya yok etme- tehlikesine girmektir. Günaha eğilim içindeki varlık, hiçliğin ikili kıskacı arasında ezilmiştir. Eğer iletişime girmezse, yalnızlaşan yaşam anlamına gelen bu boşluk içinde kendi kendini yok eder. eğer iletişime girmek isterse, aynı şekilde kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır.  

Varlıklar, insanlar, ancak kendi dışlarında "iletişime girebilirler" - yaşayabilirler. Ve "iletişime girmek" zorunda oldukları için, kendi içlerindeki varlığı tehlikeye atarak, onları birbirlerine geçirimli hale getiren kirliliği istemek zorundadırlar.

Daha önce şöyle yazmıştım (İç deneyim, s. 114.): "Sen olan şey, seni oluşturan sayısız unsurlar, bu unsurların kendi aralarındaki yoğun iletişimine bağlayan etkinliğe bağlıdır. Organik varlığın yaşamını içsel olarak oluşturan şeyler, enerji, devinim, sıcaklık yayılmaları veya element aktarımlarıdır. Yaşam hiçbir zaman belirli bir noktada yer almaz; tıpkı bir akıntı veya bir tür elektrik akımı gibi, hızlı bir şekilde bir noktadan diğerine (veya çok sayıdaki noktalardan diğer noktalara) geçer." Ve biraz ileride: " Senin yaşamın bu kavranılamaz içsel akımla sınırlanmaz; yaşam aynı zamanda dışarıya akar ve yaşama doğru durmaksızın akan veya fışkıran şeye açılır. Seni oluşturan kalıcı kasırga, benzer kasırgalara çarpar ve onlarla birlikte, ölçülü bir çalkantının canlanmış geniş bir figürünü oluştururlar. Oysa senin için yaşamak sadece sende birleşen akımlar ve ışığın kaçıcı oyunları olmayıp aynı zamanda bir varlıktan diğerine, senden benzerine veya benzerinden sana geçen sıcaklık veya ışık dalgalarıdır (hatta beni okuduğun şu anda sana bulaşan heyecanımdır): Sözler, kitaplar, anıtlar, semboller, gülüşler sadece bu bulaşıcılığın, bu geçişlerin yollarıdır..."

Ama bu yakıcı yollar, yok olmayı değilse de, en azından tehlikeye atılmayı kabul etmesi -ve aynı duyguyla diğerlerini de tehlikeye atması koşuluyla- tecrit edilmiş varlığın yerine geçerler. 

Her "iletişim" intihara veya cinayete benzer.
Kasvetli dehşet buna eşlik eder, tiksinti bu iletişimin işaretidir.
Ve kötülük yaşamın bir kaynağı olarak ortaya çıkar!
 

Madam Edwarda isimli öyküsünden (Georges Bataille)

 " Eğer her şeyden korkuyorsan, bu kitabı oku, ama önce beni dinle: Eğer gülüyorsan, korkuyorsun da ondandır. Kitap sana cansız bir şey gibi gelebilir. Olabilir. Ama yine de eğer, olur ya, okumayı bilmiyorsan... korkman mı gerekirdi?... Yalnız mısın? Üşüyor musun? İnsanın ne kadar "sen", budala ve çıplak olduğunu biliyor musun? "


Devam etmek mi? istiyordum, ama aldırmıyordum şimdi. Yararı yok çünkü. Yazdığım sırada canımı sıkan şeyi söylüyorum: Her şey anlamsız mı acaba? Yoksa her şeyin bir anlamı mı var? Bunu düşünmek beni hasta ediyor. Sabahları uyanıyorum -milyonlarca insan gibi; kız çocukları, erkek çocukları, bebekler, yaşlılar; hiçbir zaman dağılmamış uykular... Ben ve bu milyonlar, bizim uyanmamızın bir anlamı var mı? Gizli bir anlamı? Elbette gizli! Ama hiçbir şeyin anlamı yoksa, boşuna çaba harcıyorum: kurnazlıklardan yararlanıp gerileyeceğim. Kendimi koyverip anlamsızlığa satacağım: Benim için bu, bana işkence eden, beni öldüren cellat; en ufak bir umut ışığı yok. Ama ya bir anlam varsa? Bugün bilmiyorum bunu. Yarın mı? Ne bileyim? Beni işkencem olmayan bir anlam düşünemiyorum, bakın bunu iyi biliyorum. Ve şimdilik: Anlamsızlık! Bay anlamsız yazıyor, deli olduğunu anlıyor: Bu korkunç bir şey. Ama deliliği, bu anlamsızlık -ansızın "ciddi"leştiği için- tam olarak  "anlam mı? (hayır, Hegel'in bir deli kadının kutsaması ile bir ilgisi yok...) Yaşamım ancak anlamsız olması koşuluyla bir anlam taşır; deli olayım: Anlayabilen anlasın, ölen anlasın... böylece, varlık işte burada, nedenini bilmeden, soğuktan titreyerek... sonsuz büyüklük, gece onu kuşatıyor ve kesinlikle bile bile orada bulunuyor... "bilmemek" için. Ama TANRI? Onun hakkında ne diyorsunuz Rahat ve Güzel Konuşan baylar, İnançlı baylar? - Hiç olmazsa tanrı biliyor mu? TANRI, eğer "bilseydi" domuz olurdu. Tanrım (üzüntü içinde "yüreğime" bırakıyorum bunu) kurtarın beni, kör et onları! Öyküye devam edecek miyim?)


Bitirdim.

Kısa bir süre bizi taksinin içine hapseden uykudan hasta olarak ilk önce ben uyandım... Geriye kalansa ironi, ölümün uzun bekleyişi.


sf. 30, 31

LascauX - Georges Bataille

Göründüğü kadarıyla ölü bir insan, hareketsiz ve tehlikeli olan ağır bir hayvanın önünde uzanmış, devrilmiş. Bu hayvan bir bizon ve ondan kaynaklanan tehlike can çekiştiği oranda artıyor; yaralanmış ve açılan karnından barsaklar sarkıyor. Görünüşte, bu uzanmış insan mızrağıyla ölmekte olan hayvanı vurmuş... Ama bu insan tam bir insan değil, bir kuş kafası olan kafası bir gagayla tamamlanıyor. Bu bütünlüğün içindeki hiçbir şey insanın kalkık bir penise sahip olmasının paradoksal yapısını doğrulamıyor.

Sahne bu olgu nedeniyle erotik bir özelliğe sahip oluyor; bu özellik apaçık ve açıkça vurgulanmış ama anlaşılmaz.



 
Böylece, içine çok zor girilebilen bu girinti çıkıntının içinde, binlerce yıldan beri unutulmuş olan bu dram -ama belirsiz bir biçimde- ortaya çıkıyor: yeniden ortaya çıkıyor ama karanlıktan çıkmıyor. Açığa çıkıyor ve buna rağmen gizleniyor.

Ortaya çıktığı anda gizleniyor.

Ama bu kapalı derinliğin içinde, paradoksal bir uyum, bu ulaşılmaz karanlıkta kendini belli ettiği oranda ağır olan uyum ortaya çıkıyor. Bu temel ve paradoksal uyum ölümün ve erotizmin uyumudur.


Eros'un Gözyaşları
kitabından
Georges Bataille




İmkansız - Georges Bataille


'Yalnız insan' lanetlidir.


Çoğu zaman öyle güçsüzüm ki yazı yazacak gücüm bile olmuyor. Yalan söyleme gücü? Bunu da söylemeliyim: Sıraladığım bu sözcükler yalan söylüyorlar. Hapiste duvarlara yazı yazmazdım: Çıkışı aramaktan tırnaklarım sökülürdü.


Yazmak tırnaklara kavuşmak, boş yere de olsa, kurtuluş an'ını umut etmek mi?



Baykuş ayışığında, yaralıların çığlık attığı bir alanın üzerinde uçuyor.
Ben de aynı şekilde kendi mutsuzluğumun üzerinde uçuyorum.



Varlığımı sürdürmek neye yarıyor? 
Kaybedilen davanın peşinden gitmek niye?


Hiçbirimiz rastlantıdan, bir uçurumun dibinden yeni bir alay çıkaran ölümden daha fazla değiliz.


Dayanılmaz bir kadavradan başka bir şey bırakmadıkları bu dünyadan onları bir kaza veya bir hastalık alıp götürünceye kadar, o gün bugündür yaşamaktan, bir şeyi, daha sonra başka bir şeyi düşünmekten, yataktan kalkmaktan, yıkanmaktan ve uyumaktan bir an bile vazgeçmeyen, yaşamım süresince karşılaştığım bunca erkek ve kadın!




 *

umut yok
ölüm
üflenen mum


*

tüm evrende
tabutların boşluğu
kendimin yokluğuyum


 



Georges Bataille,
İmkansız'dan