Nietzsche Üzerine (Bataille Okumaları)




 Bu sabah neşeli bir ruh haliyle uyandım.
Kuşkusuz hiç kimse benden daha fazla dinsiz ve neşeli değildir.


 Yazı andıran güneşli bir gün. Güneş, sıcaklık yeterli. Çiçekler açıyor, bedenler...

Biraz önce kestane ağaçlarının bulunduğu bir yolda, anlamsızlığın alevleri göğün sınırlarını açıyorlardı... Ama acil sorulara yanıt vermeliyim. Ne yapmalı? Artık bocalamayan bir etkinliği amaçlarıma nasıl bağlayabilir ve dolu bir varlığı boşluğa nasıl götürebilirim?

...

Boşluk insanı kışkırtıyor, ama boşlukta ne yapılabilir?
Kullanılmış bir şey, eski model bir silah olmak. Kendinden tiksinmenin içine batmak.

Mutluluğum olmadan -parıldamadan- düşüyorum. Ben şansım, ışığım; kaçınılmazı ağır ağır gerileten şeyim.

 Yoksa neyim?

Sonsuz, anlamsız acıların öznesi.


 **
 

Anlamlı bir azınlık tarafından tanınma olasılığı (Nietzsche) çoktan gecenin içindedir. Sonunda her uç bu geceye yönelir.

Nietzsche'nin güçsüzlüğü kesindir...

Nietzsche'nin trajedisi gündeki aşırılıktan doğan gecenin trajedisidir.


Kızgınlık. Çöküntü ve ardından coşku.
Dinginliği yeniden bulmak. Biraz kararlılık yeterli.
Yöntemim daha doğrusu yöntem yokluğum yaşamımdır benim.

 ...
Şunu kabul etmeli yaşamım şimdiki koşullarda, bir karabasan, ahlaksal bir işkence mi?

  Kendi kendimizi durmaksızın "hiçliyoruz": Düşünce ve yaşam dağılırken bir boşluğun içine düşüyorlar.

Kendimin açtığı, düşüncemin açtığı bu boşluğu tanrı olarak adlandırmak!

Duvarların ötesinde başlayan uzamı anma dışında, zindandaki bir insan ne yapabilir?


"Tanrı, bir Tanrı varsa, basit bir uygunlukla, dünyada ancak insansal bir biçimle ortaya çıkabilirdi."
/1885; Güç İstenci, II, s. 316)



**

Bazen aşırı mutsuzluk anını çabuklaştırma eğilimi içine giriyorum:
Yaşama katlanmaktan vazgeçebilirim, böyle bir yaşamım olmasından pişmanlık duymuyorum.

Bir kaşifin ölürken buzlara yazdığı şu sözü seviyorum:
Bu yolculuktan pişmanlık duymuyorum.



Bu sabah güneşin altında, mutluluğun büyülü duygusu içindeydim. Artık içimde yoğunluk yok, hatta bir neşe kaygısı da yok. Taşların, yosunun ve güneşli havanın sınırında, sonsuzca yalın olan yaşam.

Kaygı (mutsuzluk) saatlerinin, zıt anların -kaygının tükenişinin, aydınlanmış hafifliğin- yolunu hazırladığını düşünüyordum! Bu doğru. Ama şans, mutluluk, bu sabah, sokaklarda yaşayanları, erkekleri, çocukları, kadınları bilmekten ve sevmekten edindiğim duygu içinde, son sıçrayışa oldukça yakın bir yere yerleşiyor.

Ormanda, güneş doğarken, özgürdüm, yaşamım çabasız yükseliyordu ve bir kuş uçuşu gibi gökleri katediyordu: Ama yaşam sınırsızca özgürdü, erimiş ve özgürdü.

...

gizemli, imkansızı gürültüsüzce ışıldatarak, kendimden görkemli bir patlama isteyerek - öyle çılgın gülüşle sarsılan bir görkem ki, ölüyorum.


Ve ölüm yalnızca benim ölümüm değildir. Hepimiz durmadan ölüyoruz. Bizi boşluktan ayıran çok az zaman bir düş kadar dayanıksız. Uzakta olduklarını düşlediğimiz ölüler, kendimizi bir çırpıda, onlara değil, ama öte tarafa atabiliriz: Kucakladığım bu kadın ölümdür ve aralıksız akan, kendi dışlarına kayan varlıkların sonsuz kayboluşu BEN'dir.

 Bu kitabın yürek parçalayıcı sorusu...
yardımsız, yavaş yavaş gücünü kaybeden...
buna rağmen uca gelen, olabilirliği gürültüsüz, çabasız keşfeden; yığılmış engellere rağmen duvarların çatlaklarından kayıp geçen bir yaralı tarafından sorulan...

adına artık konuşulabilecek büyük makine artık yoksa, eylem nasıl işletilir, eylemde bulunmak nasıl istenir ve yapılır?



*
Georges Bataille

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder