27 Temmuz 1890. Auvers-sur-Oise kırları.
Kızgın bir güneş.
"İmkansız, imkansız" diye söylenir. Bir köylü duymuştur kendi kendisiyle konuşan bu garip ressamın son sözcüklerini. Nedir imkansız olan? Yaşam mı? Resim mi? Yoksa ikisi birden mi? Auvers şatosunun yakınlarında, cebinden tabancayı çıkarır, göğsüne, sol memesinin altına çevirir namluyu. Tetiğe basar. Sırtüstü düştüğünde, gökyüzü, güneşiyle birlikte üstüne düşüyordur.
Son iki ayda (Haziran / Temmuz) yetmiş yağlı boya tablo gerçekleştirmiştir. Otuz-iki de desen. Otuz yedi yaşındadır. Kanayan yara. Gökyüzünü ve güneşi hiç bu kadar yakından görmemiştir. Gözlerini Kırpıştırır: renkler, renkler, renkler... Paramparça, sanki bir ışık yağmuru.
Bu ne biçim ölüm? diye düşünür. Gözlerini yumar. Kanayan kurşun yarası. Gözlerini yummasıyla birlikte daha yoğun bir renk, ışık yağmuru.
Nereye gidiyorum böyle? diye sorar kendi kendine. Nereden geldiklerini ve ne olduklarını bilen kişilerin, son soluklarında sordukları soru bu mudur?
(Yazı: Ferit Edgü)
Kuşkusuz hastalığının kalıtımsal olduğunu bilmiyordu. Bu nedenle kimseyi lanetlemiyordu. Kendini lanetliyordu. İşe yaramaz bir yaratıksın sen! Bir aşka bile yaramayan bir yaratık! Kendisini kendi eliyle dünyanın sınırlarına attığını, (hastalığıyla ve hastalığına karşın) nasıl olup da görmemişti? Nasıl olup da bambaşka bir yazgısı olduğunu, bambaşka bir duyarlılığı olduğunu, bambaşka bir aklı olduğunu, bambaşka bir sezişi olduğunu, bunların sonucunda bambaşka bir sanatı olduğunu nasıl olur da görmemiş, sezmemişti? Nasıl olur da inanmamıştı kendine? Hayır, tümüyle doğru değil bu dediklerim.
Biraz, bir başkası olduğunu sezmişti.
Biraz, değişik bir yapısı olduğunu sezmişti.
Biraz, yeni bir resim yarattığını sezmişti.
Ama güven duygusu için hep başkalarına gereksinimi olmuştu. Resmini satmak, eleştirmenlerce alkışlanmak için değil. Yalnızca sezgilerinin, yaratılarının az buçuk doğrulanması için. Artaud'nun deyişiyle, "toplumun müntehiri" olduğunun bilincinde değildi. Çıkmaz sokakta kendi kendisiyle karşılaşan ve o şaşkınlıkta karşısındakine ateş açan, onu, yani kendini öldürendi. Bunalım. Daha önce yazdım: karşıtlıkların bunalımı. Hem yaşamın, hem ölümün. Hem yeteneğin, hem yeteneksizliğin. Ve düşlediklerini hiçbir zaman gerçekleştirememenin bunalımı. Bu bunalımı yaşayan bir sanatçı, hiç kuşkusuz, o çıkmaz sokakta, karşısına çıkan kendini öldürebilir. Oysa, onun yürüdüğü yol, hiç de çıkmaz sokak değildi. Ve karşıdan gelen de kendisi değildi. Çifte yanılgı. Oysa, bir intihar için tek bir yanılgı bile yeter.
Şizofreni. Melankoli. Sara. Manik depresyon. "Resimde, der, beni yaşamdan koparıp alacak yolu arıyorum yalnızca."
Ama resim, onun resmi, yaşamın, özellikle kendi hasta yaşamının ta içlerine çekip götürecektir onu. Çünkü yaşam resimden başka bir şey değildir. Bir kısırdöngü mü? Tam tersini düşünüyorum. Bu çelişki (yaşam / resim çelişkisi) ona yeni açılımlar, dönüşümler sağlıyordu. Kendi her zaman farkında olmasa da. Karl Jaspers, onun "hastalığını son derece denetim altında tuttuğundan" söz eder. Gerçekten de öyledir. Neyle denetim altında tutmaktadır? Resmiyle. Kırmızı ve yeşil renkleriyle. Çünkü renklerin gücüne inanır. Bir mektubunda şöyle der: "Yeşil renkte, insanların korkunç tutkularını dile getirmeye çalıştım." Kırmızılarla da belki başkaldırılarını. Buğday sarılarıyla (en sevdiği ve en çok kullandığı renk) belki sanrılarını. Ya da içinde yanan ateşi. Ya da o ateşin küllerini.
Theo'ya, "devam etmek... devam etmek..." diye yazmıştır. Ama neye devam edecektir. Yalnızlığına. Yaratmaya. Resme. Çünkü yaşamının tek kaynağı resimdir. Deliliğinin tek denge öğesi. Ama yaşamaya da devam etmek gerekir. Bu da deliliğini (zaman zaman) yaşamak, acı çekmek, çıldırmak ve ve ve... demektir.
Ve sanrılara
Ve karabasanlara
Ve albastılara
Ve yalnızlıklara
Ve yapayalnızlıklara
Ve kendi kendiyle konuşmalara
Ve yoksulluğa
Ve yoksunluğa
Ve yokluğa
devam. Yaşamaya devam. Resme. Okumaya. Yeryüzüne bakmaya. Işığa, renklere, doğaya hayran olmaya. Bunların içindeki yansımalarına.
O coşkuya.
O coşkuyla.
Aynı zaman da ölüme de. Karşı koyuş. Yaşama da, ölüme de.
aynı zamanda. İkisi bir arada.
Tıpkı yaşamın içindeki yaratıcılık, yaratıcılığın içindeki yaşam gibi.
Devam -
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder