I.
Sinema tarihinin en dramatik "sahne"lerinden birinde Tarkovski, Nostalghia'nın kahramanına, elinde yanan bir mum, havuzu katettirir. Mum söndükçe yeniden, gerekirse sonsuza dek tekrarlanacak bir özel törendeymişçesine başlayan bu yolculuk belki de Kurban'ın ta kendisidir.
Offret, 1986, Andrey Tarkovsky |
II.
Kurban, bir vasiyet, Kafka'nın "Babaya Mektub"unun her anlamda tersine: "Oğula Mektup". Umutsuz, sinsi, kekre, inanış ile isyan arasında bölünmüş bir adamdan miras. Işık çoğaltınca köreltir çünkü.
III.
Demek ki velayet. Elveriş. Kime? Henüz kirlenmemiş insana. Postacıların Nietzsche okuduğu, piyaniste ateş edilen, şairin dilinin kesildiği bir çağda yeryüzünün tek temiz kalmış yanına. Şair mi? Tarkovski'nin babası - yıllar yılı susmuş, susturulmuş.
IV.
Babalar ve Oğullar. Ruslaşmış bir imge. Kurban, ne yazık ki, on dokuzuncu yüzyıl Rus Edebiyatının gevezeliğini sürdürüyor: Nostalghia'da sessizliğe, boşluklara, uzun ve gergin bekleyişlere tanınan hak son filmden esirgenmiş. Kolay mı: Önsözlerde dokunulup geçilen her şey sonsözde birikir. Bir daha söz alamayacağını bilen kişi her şeyi söylemeye davranabilir.
V.
Ölçüsüz, taşkın bir film midir Kurban? Tarkovski'de alıştığımız altın dengeden ara sıra uzaklaşan bir yanı var: Bazen simgelerde, bazen de söz zincirinde. Hemen hemen hep yoğunlaşmalarda. Kurban, sonuç olarak, atmosferde oksijen oranının artışı.
VI.
Bir çember çiziyor film: Başladığı yer, aynı zamanda bittiği yer. Çemberin üzerinde yol alırken, kapsadığı dairedeyiz. O değirmi alan dünyanın tıpkıbasımı: Oyunlar, şüpheler, rastlantı ve elden sıvışıp gitmiş sevdalar, namluya sürülmüş mermi ve kaçamaklar ve her şeyin dibinde: Yangın: Kıyamet. Deli gömleğiyle bitiyor film: Yeryüzünde olup bitenlerin bedelini ödemeyi üstlenenler yok mudur?
VII.
Belki gevezelikle çelişen biri: Filmin son sekansına kadar dilsizliğini koruyan çocuk. Yoksa asıl kurban mı o? Tarih boyunca, yeryüzünün hep bir yanında hayati bir değiş tokuşu içeriştir kurban ayinleri. Öyleyse: Oğul ya sungudur, ya da bağışlanma. Ödenen bedele karşı ödenen bedel. Kanserin içinde, ölümün eşiğinde son bir kez hayata bakan Tarkovski, sunak taşındaki canına karşı oğlunun devamını soruyor olabilir mi?
VIII.
Kierkegaard'ın Korku ve Titreme'si, baştan uca kurbanı, kurban edeni, kurban edilişi, dahası kurban çağrısını kuşatır. İbrahim'in İshak'ı alıp dağın doruğuna yöneldiği üç günlük yolculuk bütün olası soruları boyun eğiş ve diklenişleri, çığlığı ve sonsuz sessizliği barındırır. Kierkegaard, İbrahim'e imgelemin delidolu çağrışımlarının değil düşüncenin doğurduğu korkuların eşlik ettiğini yazar; tırmanırken, Nostalghia'nın kendi kendini kurban edeni seyreden kahramanından Kurban'ın kendi kendini kurban olmaya aday seçen kahramanına geçerken, Tarkovski insanlık tarihinin en kavurucu kararlarından birine yaklaşır. Filmin temel sorusu ve sorunudur bu: Kurban mı seçildim, kurban olmayı mı seçtim?
IX.
Tarkovski, Kurban'ı hazırlarken, ölüme yargılı olduğunu biliyordu. Bu açıdan bakıldığında, belki de ilk kez sürgün olma koşulunu kıramayacağını kabullenmiş olsa gerekti. Nostalghia'yı inatçı bir leitmotiv gibi delip geçen ve filmin son sahnesine mıhlanan "ana evi", "ana yurdu", "rahim toprak", bu kez yerini yansız, soyutlanmış bir topografyada tekrarlanmış bir maket eve bırakıyordu. Alexandre, doğum günü hediyesi olarak arkadaşlarının kendisine gönderdiği Avrupa haritasında boşuboşuna kendisine ait olabilecek yerlemleri arar durur.
Kurban'ın sonundaki yangını bu anlamda bir son ayin saymamak elde mi?
"Başlangıçta söz vardı" diye ilk kez konuşur çocuk
filmin son karelerinde. "Neden baba?"
Enis Batur'dan
Sinema Yazıları
kitabından
kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder