"Yerleştiği yükseklik onu tüm zamanların münzevileri ve değeri bilinmemiş kişileriyle ilişkiye sokuyordu."
Bir vaiz kitabı yazmıyorum. Ancak derin dostluk karşılığında anlaşılabilmek bana iyi gelir.
Beni yazmaya zorlayan şey, sanırım, delirme korkusu.
Doymamış bir istek gibi içimde süren ateşli, acı verici bir özleme katlanıyorum.
Gerginliğim bir anlamda çılgın bir gülme arzusuna benziyor: Bu gerginlik, Sade'ın kahramanlarını yakıp tutuşturan tutkulardan pek farklı olmasa da, kurbanların veya azizlerin gerilimine yakın.
"... Ciddiyiz, uçurumun farkındayız - ciddi olan her şeye karşı korunmamızın nedeni bu mudur? Kendilerinde bir derinlik eksikliği keşfettiğimiz melankolik zevke sahip kişilerle içimizden alay ediyoruz - ne yazık ki onlarla alay etmekle birlikte onları kıskanıyoruz - çünkü onların hoş hüzünlerini kendimize uygun görecek kadar mutlu değiliz. Bizim hüznün gölgesine kadar kaçmamız gerekiyor: Cehennemimiz ve karanlıklarımız bize her zaman çok yakındır, korktuğumuz bir şeyi biliyoruz ve onunla baş başa kalmak istemiyoruz; ağırlığı karşısında titrediğimiz, adı fısıldandığında rengimizi attıran bir inancımız var - buna inanmayanları mutlu sanıyoruz. Hüzünlü gösterilerden kaçıyoruz, acı çeken kişinin yakınmalarına kulaklarımızı tıkıyoruz; dayanıklı olmayı bilmezsek merhametten paramparça oluruz. Bize, yiğitçe uygulayacağımız alaycı bir tasasızlık kalıyor! Buzullar üzerinden geçen soluk, serinlet bizi! Artık hiçbir şeye canla başla sarılmayacağız, en üst tanrısallık ve kurtarıcı için maske seçiyoruz." (1885-1886; Güç İstenci, II.s.105.)
Kendimi veya sahip olduğum çok az gücü feda etmem için artık -kendi dışımda- bir neden göremiyorum.
Beni neşelendiren gülüşlere ve beni korkutan cinsel taşkınlıklara kendimi bırakmış yaşıyorum.
Bir güdüye, bir nedene sahip olanlar karşısında, hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum, kimseyi kıskanmıyorum. Aksine, yazgımı paylaşmaları için onlara baskı yapıyorum. Güdülerden duyduğum nefreti ve kırılganlığımı sevinçle karşılıyorum. Durumumun aşırı zorluğu benim şansımdır. Bu şans beni sarhoş ediyor.
Ama şu soruyu, içimde, istemeden, bir patlayıcı gibi taşıyorum:
ALDIRIŞSIZ BİR GEREKLİLİĞİ İÇİNDE TAŞIYAN BİLİNÇLİ BİR İNSAN BU DÜNYADA NE YAPABİLİR?
"İstencin zayıflığı ve toplumsal kaygı nedeniyle suçtan uzaklaşmış, akıl hastanesi için de yeterince olgunlaşmamış, ama antenlerini meraklı bir biçimde hem topluma hem de akıl hastanesine uzatan melez bir cinsin, sanatçının doğuşun tanıklık ediyoruz." (1888)
Yorgunluğun kendini adadığı sınırsız (canavarca) verimsizliğe sonsuza dek katlanamam.
(Eğer şu anki yaşamımda, bir an için kendimi bırakırsam, başım döner. Sabahın beşinde, üşüyorum, acımasızım. Uyumayı denemekten başka bir şey yapamam.)
Yaşam tarafına mı? Ölüm tarafına mı? Bazen acı bir şekilde en kötüye gözümü dikiyorum: Dehşete dahil olmadan oynayamıyorum.
Ve her şeyin kaybedildiğini biliyorum: Sonunda beni aydınlatacak olan günün bir ölü için parlayacağını biliyorum.
Bendeki her şey yaşama körce gülüyor. Bir çocuk hafifliğiyle yaşamın içinde yürüyorum, yaşamı taşıyorum.
Yağmuru dinliyorum.
Melankolim, ölüm tehditleri ve yok eden, ama bir doruğu gösteren bu tür korku; bunların hepsini içimde hareket ettiriyorum, tüm bunlar yakama yapışıyor, beni boğuyor ... ama gidiyorum - daha uzağa gidiyoruz.
...
Oynamaktan vazgeçmiyorum: kalbin sarhoş olma koşuludur bu.
Ama şeylerin bulantı veren özünü ölçmektir bu: Oynamak, sınıra dokunmaktır, mümkün olduğu kadar uzağa gitmektir ve bir uçurum kenarında yaşamaktır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder