Stalker (1979, Andrey Tarkovsky)







- Beni dinleyin, Profesör. Edinilen ilhamdan bahsetmiştik ya. Farz edelim ki ben, o Oda'ya girdim... Ve Tanrı'nın terk ettiği kasabamıza gerçek bir dahi olarak döndüm. Bir adam ancak acı çektiği için,
şüpheleri olduğu için yazar. Sürekli olarak, kendine ve başkalarına, aslında bir değeri olduğunu kanıtlamak zorundadır. Peki ya bir dahi olduğumu kesin olarak biliyorsam? O zaman neden yazayım ki? Neyi kanıtlamak için? Şunu söyleyebilirim ki varoluş sebebimiz...


- Biraz daha kibar olup,
beni rahat bırakır mısın lütfen? Biraz gözlerimi kapamama izin ver. Bütün gece uyumadım. Komplekslerini de kendine sakla.


- Her neyse, sahip olduğunuz bütün bu teknoloji, hepsi bütün o maden ocakları, değirmenler...ve onlar, ve bunlar, ve şunlar sadece daha az çalışıp daha çok yemek için tasarlanmış. Protez kol ve bacaklar. Ve insanlık sanat eserleri üretmek için yaratılmıştır. Diğer insan davranışlarının aksine,
bunun içinde bencillik mevcut değildir. Muhteşem illüzyonlar! Mutlak gerçeğin görüntüleri! Beni dinliyor musunuz, Profesör?


- Nasıl bencillik yok diyebilirsin? İnsanlar hala açlıktan ölüyor. Sen aydan mı geldin? Ve onlar, bizim akıllı aristokrasimiz olarak adlandırılıyor. Soyutlama yaparak
düşünmeyi bile başaramıyorsun.


- Şimdi sen bana,
hayatın anlamını mı öğreteceksin? Ve nasıl düşünmem gerektiğini? İşe yaramaz. Profesör olabilirsin, ama cahilsin.








- Uyanık mısınız?
Hayatımızın  anlamı sanatın çıkar gözetmezliği hakkında konuşuyordunuz. Müziği ele alalım örneğin...Gerçek ile bağlantısı diğer şeylere göre çok az. Bağlantısı olsa bile, bu bağlantı mekanik bir yolla kuruluyor, fikirler yoluyla değil. Yalnızca sesle, herhangi bir çağrışımdan yoksun. Ve buna rağmen müzik, mucize gibi yüreğimize işliyor. Armoni haline gelen gürültüye yanıt olarak içimizde yankılanan onu en büyük hazzın kaynağı haline getiren bizi sersemleten ve bir araya getiren ne?Tüm bunlara neden ihtiyaç duyuluyor?

Ve en önemlisi, kim ihtiyaç duyuyor?

"Hiç kimse. Ve hiçbir nedenle" diyebilirsiniz.

Çıkarsızca. Hayır.

Hiç sanmıyorum.

Yine de,
her şeyin biraz anlamı vardır.

Anlam ve nedeni.








- Deneyler, gerçekler, en yüksek durumun hakikati. Gerçekler diye bir şey yok. Özellikle burada. Tüm bunlar birinin aptalca buluşları.

Hissetmiyor musunuz? Ama sen, elbette bunun kimin buluşu
olduğunu bulmalısın. Ama neden? Bilgin ne işe yarıyor?Bunun yüzünden kim vicdan azabı çekecek? Ben mi? Benim vicdanım yok. Yalnızca sinirlerim var.

Bazı piçler beni eleştirir,
yaralanırım. Diğerleri beni yüceltir,
yine yaralanırım. Yüreğimi ve ruhumu koyarım içine,
hem ruhumu hem yüreğimi telaşla yerler. Pis ruhumu kurtarırım,
onu da yerler. Hepsi çok okumuş. Hepsinin duyusal yoksunluğu var.
Hepsi sürü halinde geziyor, azeteciler, editörler, eleştirmenler, sonu gelmeyen şefler!
Ve hepsi çok, daha çok istiyor! Yazmaktan nefret ediyorsam
ne tür bir yazarım ben? Benim için sabit bir azap,
acı dolu, utandırıcı bir uğraş bir tür hemoroit sıkma ise...
Eskiden birilerinin benim kitaplarım
sayesinde daha iyi olabileceğini düşünürdüm.

Hayır, kimsenin bana ihtiyacı yok!

Ben öldükten iki gün sonra başka birini midelerine
indirmeye başlayacaklar. Onları değiştirmek istedim, ama onlar beni değiştirdi.
Beni kendi imgelerine uygun hale getirdiler.

"Gelecek",
"şimdi"nin yalnızca devamıydı.

Ufkun gerisinde hayal gibi beliren tüm değişimlerle.

Şu an "gelecek" ve "şimdi" aynı şey.

Buna hazırlar mı?

Hiçbir şey bilmek istemiyorlar!
Tek bildikleri
nasıl mideye indirileceği!







Senin gözlerini seviyorum, sevgili arkadaşım.
Öyle tutkulu ve ışıl ışıllar ki.
Yukarı bir anda bir bakış fırlattığında, Cennetten çıkmış gibi ışıklı,
Bunu baştan başa karşılamak için oradayım.
Ama daha da hayran olduğum şey, Aşağı indirdiğin zaman, gözlerini,
Aşkın yakıcı alevi yakıyor beni. Ve hızla yere indirirken kirpiklerini,
Kasvetli bir ihtiras çağrısı beliriyor
yüzünde.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder