Jacques Louis David'in tablosundan detay
XV. yüzyılda, toplumsal, ekonomik, siyasi, askeri, dini ve kültürel sarsıntıların ortasında, modernliğin ilk belirtileri görünmeye başladığında, ilk hümanistlerin kaygılı merakı, coşkuyla, pagan Antikçağ’ın sınırsız mirasını çözmeye koyulur. XIV. yüzyıldan itibaren, adcı düşünce akımıyla, John Wyclifte ve Jean Hus’un sapkın dinsel itirazlarıyla, Kilisedeki bölünmelerle, Kardinal von Kues ve Nicolas Oresme'in bilimsel cesaretleriyle, can çekişen feodal düzenin son çırpınışlarıyla, demografik bunalımlar ve savaş yıkıntılarıyla gelişen Ockhamcı devrimle birlikte düşünsel ve ahlaki kesinliklerin yeniden tartışma konusu edilmesi, Avrupalı aydınları, antik bilgeliğin uzun zamandır ihmal edilmiş hazinesini araştırmaya iter.
Hıristiyan öğretisinin kuşkusuz her şeye bir yanıtı vardır: Kilise Babaları, konsiller, Ortaçağ tanrıbilimcileri gitgide daha kesin görgü kuralları ve davranış normları getirir. Ahlak alanı, en sağlam bütünü oluşturun On emir, otoriteler tarafından dayatılmış ve inananlar tarafından içselleştirilmiş zorunluluk ve yasakların dokunulmaz temelini oluşturur. Toplu bir kınamanın nesnesi olan sapkın davranışlar, toplumun tam onayıyla birlikte sivil ve dini güçlerin el birliğiyle bastırılır. Bununla birlikte, bu iyiyle kötünün alanında bile, Antikçağ insanlarının saygınlığı, Hıristiyan ahlakıyla açıkça bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda hümanist düşünürleri sorgulamaya iter; tanrıbilimciler, Tanrı'nın inanan ya da inanmayan her insanın içine evrensel davranış kuralları yerleştirdiğini söylemez mi? Bu kurallar arasında, insan yaşamına saygı en açık kural gibi görünür. Öldürmek kesinlikle yasaktır ve bu yasak, titizlikle belirlenmiş birkaç durum dışında, insanın kendi varlığını da kapsar. Oysa Antikçağ, Hıristiyan düşünürlere kahramanca intiharın ünlü örneklerini ve bu eylemi haklı kılan yüce felsefi düşünceleri sunar. Rönesans’ın kendini öldürme hakkı konusunda soracağı soruların temelinde, Antikçağ uygulaması üzerinde düşünme yatar. İnsanlar Yunan-Roma geçmişini ve dönemin büyük adamlarını hayranlıkla yeniden keşfeder, sonra da Aristodemos’un, Kleomenes’in, Themistokles’in, İsokrates’in Demosthenes’in, Pythagoras’m, Empedokles’in, Deraokritos’un, Diogenes’in, Hegesias’ın, Zenon’un, Kleanıhes’in, Sokrates’in, Lucrecia’nın, Appius Claudius’un, Crassus’un, Caius Gracchus'un, Marius’un, Cato'nun, şair Lucretius’un, Antonius’un, Kleopatra'nın, Brutus’un, Cassius’un, Varus’un, Pison'un, Cocccius Nerva’nın, Silanus'un, Seneca’nın, Calpumius Pison’un, Otho’nun ve diğerlerinin intiharı hakkında sorular sorar. Bu denli saygın bunca kişinin istemli ölümünü, ayrım gözetmeden, cehenneme götüren utanç verici bir korkaklık olarak nitelemek mümkün müdür?
YUNANLILARDA FİKİR ÇOKLUĞU
Antikçağ’ın istemli ölüm karşısındaki tutumunu Ortaçağ tutumundan esas olarak ayıran şey, Hıristiyanlığın ilke tekliğine karşı Antikçağ’ın fikir çokluğudur. Pagan Antikçağ, kendini öldürmeyi oybirliğiyle desteklemekten çok uzaktır. Yunan toplumunda, her büyük felsefe okulunun kendine özgü bir tavrı vardır ve Pythagorasçıların kesin karşıtçılığından Epikurosçu ve Stoacıların hoşgörülü onayına dek bütün yelpaze temsil edilir.
Bu çeşitlilik hukuk alanında da geçerlidir, Atina, Sparta, Thebai gibi bazı kentler intihar edenlerin cesedi için cezalar öngörürken, diğerlerinde bu söz konusu değildir. Ama her yerde uygulama çok hoşgörülü görünür ve Yunan tarihi, nedenleri çok çeşitli, gerçek ya da yarı efsanevi, büyük yankılar uyandırmış intiharlarla doludur. Menoikeos, Themistokles, İsokrates ve Demosthenes’in yurtseverce intiharları; Aristodemos’un vicdan azabı yüzünden intiharı; Kleomenes’m onur nedenli intiharı; Pythagoras'ın dini bir düşünceye bağlılığı yüzünden intiharı; Demokritos ve Speusippos’un yaşlılığın düşkünlüğünden kurtulmak için intiharı; Panthea, Hero ve Sappho’nun aşk yüzünden intiharı; Hippo’nun namus yüzünden intiharı; Charondas’uı yurtseverce intiharı; yaşamı hor gören Zenon, Kleanthes, Hegesias, Diogenes ve Epikuros’un felsefi intiharları. Sokrates’in ölümü daha tartışmalıdır, ama yine de, duruşması sırasında verdiği kışkırtıcı yanıtlar ve kaçmayı reddetmesi nedeniyle bir intihara benzetilebilir.
En eski çağlardan beri, Yunan öğretisi, felsefi intiharın temel sorusunu sorar. Kyreneciler, Kynikler, Epikurosçular ve Stoacılar, hepsi, özgürlüğü, kendi yaşamı ve ölümüne karar verebilme hakkında yatan bireyin üstün değerini kabul eder. Onlara göre, yaşam iyiyse, yani akla, insan onuruna uygunsa ve üzüntülerden çok sevinçler getiriyorsa, ancak o zaman sürdürülmeyi hak eder. Aksi durumda, onu sürdürmek deliliktir.
Bu genel şema içinde, her öğreti şu ya da bu görüşü vurgular. Çok bireyci olan Kyreneciler karamsardır ve hocalarından biri olan Hegesias, çok sayıda intihara yol açtığı için İskenderiye'den kovulacaktır. Kynikler, makul bir yaşam sürülemiyorsa ondan tümüyle vazgeçmeyi öğretir:
Antisthenes'e göre, yeterince zeki olmayanlar kendilerini assalar daha iyi ederler. Öğrencisi Diogenes bu kuralı sonuna kadar götürür. Ona göre, ölümden, buradayken hissedilmeyen ölümden korkmamak gerekir. O halde, iyi bir yaşam süremiyorsa, insan kendini öldürmekten çekinmemelidir. Çok yaşamak için iyi bir nedenin, eğer bu yoksa bir ipin olmalı, der. Diogenes Laerrios ona aynı doğrultuda devam eden sayısız söz yükler: “iyi yaşamaya çalışmıyorsan, neden yaşıyorsun?” “Biri ona şöyle demişti: ‘Yaşamak bir kötülük. - Hayır, dedi o da, ama kötü yaşamak evet’”; “Sağlıklı bir kafayla yaşamak gerek ya da kendini asmak, diye tekrarlayıp duruyordu”; “Antisthenes sonunda haykırdı: ‘Of! O halde kim kurtaracak beni acılarımdan? - Bu, dedi Diogenes, bıçağını göstererek.’
Epikurosçulara göre, bilgelik, yaşam dayanılmaz hale geldiğinde usulca intihar etmemizi öğütler. Enikonu düşündükten sonra, acele etmeden, sessizce çekip gidebiliriz, “duman içinde kalmış bir odadan çıkar gibi". Stoacıların yücelttiği şey de iyice düşünülüp taşınılmış bir intihar' dır, akıl doğanın düzenine uymamız için en onurlu çözüm yolunun intihar olduğunu gösterdiğinde ya da biz, kendimiz için belirlediğimiz yolu artık takip edemediğimizde. Yaşam ve ölüm birbirinden farksızdır, çünkü tümtanrıcı evrende her şey beraberinde götürülür. “Bilge, vatanı ve arkadaşları için canını verebilir, dahası kendisi dayanılmaz acılar içindeyse, bir uzvunu kaybetmişse ya da iyileşmez bir hastalığa yakalanmışsa kendini öldürebilir”: Diogenes Laertios, Stoacıların, Zenon’un intiharıyla açıklanan istemli ölüm düşüncesini şöyle Özetler: “Doksan sekiz yaşında, okulundan çıkarken düştü ve bir parmağı kırıldı, ama o, eliyle yere vurarak Niobe’nin dizesini söyledi: ‘Geliyorum. Beni neden çağırıyorsun?’ Ve hemen kendini boğarak öldürdü.”
Bunun tersine Pythagorasçılar, iki temel nedenle intihara karşıdırlar: Bir ilk günahın ardından bir bedene düşen ruh, onun kefaretini sonuna kadar ödemelidir; ruhla bedenin birliği, sayısal oranlarla yönetilir ve intihar bunların uyumunu bozabilir, bu da, Herakleitos’a göre, Pythagoras’ın yaşamdan bıkkınlıkla yemek yemeyip kendini ölüme terk etmesini engellemez. Hermippos’a göre ise, o, kaçarken Siracusalılar tarafından öldürülmüş olacaktır: Kutsal bir sebze olan bakla tarlasından geçmek istemediği için yakalanacaktır, bu da bir tür intihar olacaktır.
PLATONUN AYRIMLARI VE ARİSTOTELES’İN REDDİ
Geriye kalıyor Yunan öğretisinin iki dehası: Platon ve Aristoteles. Çoğu zaman zıt yönlerde, Batı öğretisine en çok damga vurmuş iki dev. Daha önceki akımların tersine, onlar insanı her şeyden önce bir topluluğun içinde yer alan toplumsal bir varlık olarak görürler. Dolayısıyla birey, kendi çıkarına göre düşünmemeli, onu oraya yerleştiren Tanrı’ya (Platon) ve ona yerine getirmesi gereken bir rol veren Site’ye karşı (Aristoteles) görevlerini de hesaba katmalıdır.
Platon’un tavrı daha yumuşak ve daha belirsizdir, tereddüt ediyor gibidir. İstemli ölümle ilgili öğretisi, ondan yararlanmak isteyen Hıristiyan düşünürler tarafından ele alınırken değiştirilmiştir, ama çok nüanslı bir öğreti olduğu söylenebilir. Yasaiar’ın (Nomoi), intihar karşıtları tarafından kırpılmış bir pasajında, “kendini öldürecek ve Geleceği kendi payından yoksun bırakacak olan kişinin...” genel mezarlığa gömülmemesi gerektiğini söyler. Bu kişi, ıssız bir yere, adı belirtilmeden ve taşsız gömülmelidir. Bununla birlikte, Platon, “Site’den gelen bir kararla ya da saldırısından kaçamadığı beklenmedik bir hastalığın şiddetli acıları yüzünden ya da kendisine sunulan yaşam, çaresiz ve dayanılamayacak kadar iğrenç olduğu için" kendini öldürenlere bunun uygulanmayacağını belirtir. O halde üç önemli istisna vardır: mahkûmiyet (Sokrates'in durumu), çok ağrılı ve onulmaz bir hastalık ve sefil bir yaşam, bu da yoksulluktan utanca dek birçok durumu kapsayabilir. Aynı diyalogda, Platon, tapınak yağmacıları konusunda da şöyle der: “Eğer kötü eğilimlerinden kurtulmayı başaramıyorsan, ölümü en iyi çare olarak düşündüğün anda, yaşamdan kurtul.”
Platon intihar sorununu ikinci bir diyalogda, Sokrates'in, baldıran zehrini içmeden önce arkadaşlarıyla konuştuğu Phaidon'da ele alır. Öğretisinin burada son derece karmaşık olduğu söylenebilir; ifadeler, usandırıcı bir kapalılığa sahiptir ve Sokrates’in muhataplarını şaşkın bırakır: “Zeus kendine gelsin!" der bir ara Kebes. Kendini zehirlemek üzere olan Sokrates, gerçekte onlara, intiharın Site'de belki istenilen bir şey olmadığını, ama ölümün çok arzu edilen bir şey olduğunu, öyle ki filozofun onu dilemekten başka bir şey yapamadığını anlatmaya çalışır. İlk önce, isteksizce resmi düşünceden yana konuşur: Bizim sahibimiz tanrılardır, biz onlara aidiz, o halde onları yüzüstü bırakmaya hakkımız yoktur. Sokrates’in intihar “karşıtçılığı", onun inanç düzeyi hakkında çok şey anlatan bir dolaylamayla dile getirilir. Tanrılar bize, bugün bana verilen emir gibi bir emir göndermeden kendimizi öldürmeye hakkımız olmadığını söylemek belki de saçma olmaz.” İşte intihar konusunda çok tereddütlü bir kınama. Bunun ardından, coşkulu bir biçimde, ölümün ve ondan sonra gelen şeylerin yararları da hatırlatılır üstelik!
Cato intihar etmeden önce Phaidon’u iki kez okumuş olacaktır, bu da anlamın ona çok açık gelmediğini, ama aynı zamanda istemli Ölüm aleyhindeki kanıtların da çok ikna edici olmadığını gösterir. Eğer ölüm o kadar arzu edilen bir şeyse ve eğer onca mutluluğun önünü açıyorsa, insanın kendini öldürmemesi için çok güçlü bir nedeni olması gerekir. Dinsel bağlamda, Platonculuk, gizemci intihar diyebileceğimiz şeyi doğuracaktır: bu yaşamdan başlayarak öbür dünyanın sonsuz mutluluğuna erişmek için kendinden ve dünyadan vazgeçme. Fiziksel intihar yokluğundan gizemciler tinsel intiharı uygulayacaktır.
Belirsizliklerle dolu Platoncu öğretiyle karşılaştırıldığında, Aristoteles’in öğretisi kesin bir sertliğin izlerini taşır: İntihar kesinlikle kınanmalıdır, çünkü o, kendine ve Site’ye karşı yapılmış bir haksızlıktır, çünkü o, sorumluluklarından kaçan korkakların işidir, çünkü o erdeme aykırıdır. Biz bulunduğumuz yerde kalmalı ve yaşamın felaketlerini soğukkanlılıkla karşılamalıyız. Bununla birlikte Aristoteles, Ethika'da, yüce gönüllülük “yaşamını korumak demek değildir, çünkü yüce gönüllü, yaşamın, ne pahasına olursa olsun korunmaya değmediğini düşünür" de der.
ARKAİK ROMALILARIN KAYGILARI