Comte de Phallus : Yüksel Arslan


Sezer Tansuğ

1933 İstanbul, Eyüp doğumlu Yüksel Arslan, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünde başlayan yüksek öğrenimini yarıda bırakmış ve kendini tümüyle yoğun bir çizgisel uğraş alanı oluşturan resim çalışmalarına vermiştir. 1955 yılında " İlişki, Davranış ve Sıkıntılara Övgü" adını verdiği ilk sergi etkinliği ve 1959 yılında bunu izleyen ikinci sergisiyle dikkatleri üzerine toplayan Yüksel Arslan'ın, Paris'te uzun yılları kapsayan yaşam öyküsü 1961'de başlamıştır. Bu sanatçı da 2. dünya savaşı yıllarından sonra bir kültür ve sanat cenneti olarak dünyada pek çok sanatçının hayallerini süsleyen Paris'in yolunu tutmuş ve o sıralar gerek Fransız Yeni Dalga sineması, gerekse Paris kökenli Existentialiste felsefe akımı ile dünya sahnesinde yeni bazı modalar oluşturan bu canlı ortama kavuşma olanağını bulmuştur.

Yüksel Arslan ilkini 1955'te Maya Galerisi'nde açtığı sergilerde ikincisini 1959'da Türk-Alman Kültür Derneği'nin sergi salonunda gerçekleştirmiş ve ikinci sergisi Adnan benk ve Sabahattin Eyüboğlu gibi düşünürler tarafından "Avrupa çapında bir ressam"ın etkinliği olarak değerlendirilmiştir. Romancı Yaşar Kemal'in eşiyle akrabalığı nedeniyle İstanbul'a gelerek Arslan'ın işlerini gören ünlü eleştirmen Edouard Roditi, Yüksel Arslan'ın Paris'e gidişinde önemli bir rol oynamıştır. Roditi sürrealist sanatın bir savunucusu olarak yakından tanıdığı Andre Breton'un Yüksel Arslan'la ilgilenmesini ve ona sürrealistlerin bir sergisine katılması için bir çağrı mektubu yazmasını sağlamıştır.

1950'li yılların sonlarında Fransızca dil bilgisini artırmaya çalışan, bol bol okuyan ve bu arada Marquis de Sade metinlerine büyük ölçüde merak saran Yüksel Arslan, kendisini Comte de Phallus diye tanımlayan imzasını resimlerinden eksik etmemeye başlamış ve böylece sürrealizmin erotik humour mekanizması ve bunun tarihsel  kökenlerine bağlılığını ifade etmiştir. Öte yandan bazı öğrenci gezilerine katılarak Anadoludaki İslami Türk eserlerini de tanmak fırsatını bulan Yüksel Arslan, sanat tarihi eğitimini yarı da bırakmış olsa da, Sanat Tarihi ile ilgisini hiçbir zaman koparmamış, aksine yaşadığı Avrupa ülkesinde bu ilgiyi çok geniş boyutlara ulaştırmayı başarmıştır.

Paris'e yerleşmesinden sonra İstanbul'da geliştirdiği çizgi üslubundan farklı yapıtların ilk örneklerini ortaya koyan Yüksel Arslan "Artures" dizileri adını verdiği resimlerini 60'lı yılların başlarından itibaren oluşturmaya başlamıştır. Paris'te bir Belçikalı ile evlenerek ondan önce bir oğlu, daha sonraları bir kız çocuğu olan Arslan, giderek imzasını ARTSlan olarak atmaya başlayacağı Paris resimlerinden bir bölümünü yanına alarak İstanbul'a dönmüş ve 1966 67 yıllarında Türkiye'de kaldığı uzunca bir süre içinde biri İstanbul, diğeri Ankara'da iki sergi daha gerçekleştirmiştir. İstanbul'da herhangi bir olumsuz tepki almayan sergisi, erotik ve fallik imgelerin bolluğu yüzünden olmalı, Ankara'da tekrarlandığı süre içinde yaşlı bir Fransız kadın tarafından pornografik-müstehcen suçlamasıyla savcılığa duyurulmuş, yapılan mahkeme sonucunca beraat eden Yüksel Arslan, resimlerini muhafaza edildiği polis karakolundan alarak tekrar Paris'in yolunu tutmuştur. Yüksel Arslan bu tarihten sonra ancak kısa bir tail için, sadece bir kez Türkiye'ye gelmiştir.

Fallik simgelerle vurgulanan erotik yaklaşımlar süreci, Yüksel Arslan'ın zamanla kitap yayınlarına dönüşen resim dizilerinin mizahı ve dramatik içeriklerini de belirlemiştir. Paris'ta başladığı ARTURES dizilerinden sonra çeşitli edebiyat ve felsefe alanlarını içeren temalarında politik diziler de belirip özgün yerlerini aldılar. 68'deki öğrenci olaylarının siyasi ideolojilerine Marksizmi irdeleyip yeni baştan yorumlamaya yönelen etkinliği, Yüksel Arslan'ın 1975'de ilk resimli kitabını oluşturan Kapital dizisi için önemli bir rol oynamış olabilir.

Yüksel Arslan hiçbir zaman bağlarını koparmadığı kendi yerel ülke kaynaklarının yanı sıra, Avrupa kültürünün düşünsel ve sanatsal kaynaklarını da kendi yorum gücüyle irdeleyebildi ve bu kültürü bir Türk insanının mizahçı, gerçekçi ya da bir başka deyimle pragmatist imgelemiyle sorgulamayı sürdürdü. Yüksel Arslan'ın yaklaşımları belki de ilk kez Avrupa Kültürünün bir Türk'ün zihniyetiyle sorgulanması anlamına geliyordu. Yani Arslan türk zihniyetinin farklı yorum bakış açılarını Avrupa'ya taşıyan bir misyoner, ironik bir başka deyimle bir occidendalist sayılabilirdi. Nietzsche'den Rabelais'ye, Marx'dan Diderot'ya, Vinci'den Bruegel'e her düşünür, şair ve sanatçı onun Türk çizgisiyle yeniden yoğrulmuş ve yenibaştan yorumlanmış oluyordu.

Yüksel Arslan'ın 80'li yıllarda birer kitap haline gelen Influences (etkilendiği kaynaklarla ilgili resimler), Autoartures (kendi yaşamıyla ilgili resimler) ve L'hommhe (insan varlığının sinir sistemi ve ruhsal hastalıklarıyla ilgili resimler) dizilerinde evrensel kültür ile insan yaşamı arasındaki derin bağalntılarını irdelediği bir çizim virtüözitesiyle, eriştiği doruğu kanıtlayan bir sanatçı varlığı göstermiştir. 60'lı yıllarda psikopatolojik sanat eylemleri bağlamında düzenlediği bir Psych'ART dizisi içinde Yüksel Arslan'ı da ele alan ünlü psikiyatr Jean Bobon, bu sanatçıyı Hundertwasser ve Henri Michaux'ya çok yakın düzeyde bir yetenek olarak değerlendirmiştir.

Haftanın iş günlerinde sabah saat 9'dan akşam 5'e kadar şaşmaz bir şekilde bir düzenli çalışma disiplinine kendini alıştırmış olan Arslan, daima kağıt üzerine yaptığı çizimleri kendine özgü bir boya tekniğiyle renklendirir. Yağ, idrar, meni ve benzeri maddelerin renkli toprak parçalarıyla karıştırılarak kağıt yüzeylerine uygulandığı bu doğal teknik, tarih öncesinden beri resimde uygulanan doğal tekniklerin bir devamı niteliğindedir. Tüm resimlerine açıkça yansıyan güçlü tarih bilinci, Arslan'ın kişiliğinde prehistorik çağlara kadar uzanan yoğun bir içereik kazandırmıştır. Her yaz tatile gittiği güney Fransa'nın prehistorik bir bölgesinden yontulmuş çakmak taşları toplamak en büyük zevkidir. İnsan yaşamınınn doğal süreçlerinden üretilmiş her alet Arslan'ın dünyasındaki yerini bulmakta, çalışma odası bunlarla dolup taşmaktadır.

Yüksel Arslan çizimdeki temel formasyonu yönünden Selçuk ve Osmanlı hat kaligrafisinin yanı sıra İslam öncesi Orta Asya kökenli Mehmet Siyah Kalem islubu ve Karagöz suretlerinin figüratif verilerine sıkıca bağlı olduğu görülen, bu verilerin tümünü ustalıkla özümsemiş bir üslup geliştirmiştir. Erken çalışmalarında bu etkilemelerin daha yoğun izleri görülür. Bu türden bir stilizasyonun , içinde anatomi çalışmalarına yer verilen bir islup gelişmesiyle bütünleşerek farklılaşması Paris'tekitüm dönemlerini kapsar. Birkaç yıldır üzerinde çalıştığı "L'animal" dizisi de stilize edilmiş örnekleriyle anatomideki ustalığının kanıtlarını karşımıza koyar.

Günlük resim çalışmlarını yoğun bir okuma faaliyetiyle birleştiren Arslan'ın en gizemli yanlarından biri, koca koca defterler oluşturan eskizleridir. Bunlar, resim dizelerinin renklendirilmiş ana birikimlerini belirler ya da yönlendirirler. Resim dizeleri böylece oluşur ve bir kitap yayınına dönüşümleri için faaliyet başlar. Bu kitap çalışmalarının her biri bir sergiyle sunula gelmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder