Nietzsche’den söz etmek, onun düşüncelerini yorumlamak, açığa çıkarmak bizi, XX. yüzyılda yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz sorunların tam ortasına fırlatır. Nietzsche’nin sorunlarla ve acılarla dolu yaşamı 1900 yılında sona erer. Özellikle 1880’li yıllardaki yapıtları XX. yüzyılın felsefik ve düşünsel paradigmasını şaşılası bir önseziyle belirler:
“Çünkü tanrılar da çürüyorlar! Tanrı öldü! Tanrı ölü olarak kaldı! Ve onu öldürdük! Katillerin katili bizler kendimizi nasıl avutabiliriz? Dünyanın en kutsal olarak sakladığı şeyi bıçakladık: kim kanımızı silecek? Hangi suda temizlenebiliriz? Hangi günah ödetici şenlikleri, hangi kutsal oyunları bulmak zorundayız? Bu eylemin büyüklüğü bizim için aşırı büyük değil mi? Ona layık olabilmek için kendimiz tanrı haline gelmek zorunda değil miyiz?
“Hiçbir zaman böyle büyük bir eylem olmadı ve bizden sonra doğacak olanlar –bizden dolayı– bize kadar hiçbir tarihin hiçbir zaman olamadığı kadar yüksek bir tarihe ait olacaklardır.”
Nietzsche, eylemin büyüklüğünün neden olduğu olguları önce kendi yaşamış ve buradan yola çıkarak kendisinden sonra doğacak olanların (XX. yüzyılın insanları) Tanrı’sız bir dünyada çılgınlıklarla dolu yüksek bir tarihe ait olacaklarını öngörmüştür.
Bataille İç Deneyim’de Nietzsche’nin bu sözlerine şu yorumu katıyor:
“Gerçekleştirdiğimiz bu kurban etme diğerlerinden şu noktada farklıdır: kurban edenin kendisi vurduğu darbeden darbe yemiştir, kurbanı ile birlikte batar, kaybolur. Bir kez daha: tanrıtanımaz Tanrısız tamamlanmış dünyadan hoşnuttur, aksine bu kurban eden, korku içinde, kendini yok eden, parçalayan, hiçbir zaman kavranamayan, tamamlanmamış, tamamlanamaz bir dünyanın karşısındadır.”
Tanrı-peygamber İsa’yı çarmıha geren insanlık geri dönülmez bir yola girmiştir. Bu eylemle birlikte batağa sürüklenmiştir. Bataille, XX. yüzyıl insanının bir ölüm-kalım savaşımının içinde olduğunu düşünmektedir. Bu savaşım içinde en derinlere kadar batıp yeniden var olmak gereklidir. Nietzsche ve Bataille’daki aşk ve ölüm temalarını ve bunların dinamiklerini Tanrı’sız dünyadaki varoluş savaşımı içinde değerlendirmeliyiz.
Nietzsche, 1870-71 Almanya-Fransa savaşına hastabakıcı olarak katılır ve bu süre içinde ilk kitabı olan Trajedinin Doğuşu’nu yazar. Henüz 26 yaşındadır. Schopenhauer ve Wagner’in etkisinde yazdığı bu yapıtında, (bu olguyu kendisi daha sonra 1886’da yazdığı otokritikte belirtiyor) Nietzsche tüm felsefesini yönlendiren diyonizyak varoluşunun çıkış noktasını verir. Bu kitap hakkında yazdığı otokritiğinde Diyonizm için şöyle bir tanımlama getiriyor:
“... O halde, bu sakıncalı kitapta belirtilen, Hristiyanlık karşıtı ve saf olarak artistik değerlendirme olan, yaşamın zıttı bir değerlendirme, yaşama taban tabana zıt bir doktrini oluşturan bir içgüdü olan içgüdümün karşı olduğu ahlaktır. Bu içgüdü nasıl adlandırılmalı? Filolog ve söz adamı olarak, yürekli bir davranışla içgüdümü vaftiz ettim –çünkü Deccal’ın gerçek adını kim biliyordu?– bir Yunan tanrısından yola çıkarak bu içgüdüye Diyonizm adını verdim.”
Nietzsche’yi bu dünyadaki ve öte dünyadaki tüm otoritelere karşı başkaldırtan bu diyonizyak içgüdüsü olmuştur. Kendisinden önceki tüm felsefeyi, olup-biteni doğrulama, kabul etme biçiminde görüp buna şiddetle karşı çıkan Nietzsche, Diyonizm fikrinde varoluşunun çılgın, sınırsız aşk devinimini bulmuştur.
“... Çünkü Yunan içgüdüsünün temel olgusu –onun “yaşama isteği”– Diyonizm psikolojisinde, diyonizyak gizlerde ortaya çıkmaktadır. Yunan, bu gizlerden hangi güvenceyi talep etmektedir? Sonsuz yaşamın, yaşamın sonsuz dönüşünün güvencesini; geçmiş tarafından vaad edilen ve kutsallaştırılan gelecek; ölümün ve değişimin ötesinde yaşamın yengin onamı; cinselliğin gizleri yoluyla insan türünün kollektif yaşamında gerçekleşen gerçek yaşam.”
Hıristiyanlığın yaşama düşman bir olgu olduğunu düşünen Nietzsche kendi fikirlerinin dayanak noktasını eski Yunan trajedisi ve felsefesinde aramıştır.
“Diyonizos ismi, yaşamın en derin içgüdüsünün, yaşamın geleceğinin, yaşamın sonsuzluğunun dinsel anlamını –yaşama giden yolu, üreme eylemini– belirtiyor, bu kutsal yoldur...
Yaşama karşı temel hıncıyla cinselliği pis bir şey haline getiren Hıristiyanlıktır; yaşamımızın öncüllerine, ilk eylemine çamur atmıştır.”
Nietzsche Diyonizos’u yaşamın sonsuzluğunu sağlayan, daha sonraki kitaplarında (özellikle Zerdüşt Böyle Buyurdu’da) geliştireceği Sonsuz Dönüş’ü gerçekleştiren temel bir varoluş devinimi olarak görmüştür. Aşk ve erotizm, sonsuz varoluş deviniminin itici gücüdür. Bu diyonizyak coşku ve devinimi Henry Miller’in yaşamında ve kitaplarında da görüyoruz.
Miller’ın diyonizyak bir yaşamı olmasına karşın Nietzsche’ninki bir çilekeşin yaşamı olmuştur. Özgürlüğünün somut alanını bulamayan Nietzsche Diyonizminin hep negatif yönünü kullanmak zorunda kalmıştır. Depresyonunun karanlık dehlizlerinden tek başına haykırışlarla çıkmış ve coşku krizlerinin itici gücüyle yazmıştır.
Üstün insan, güç istenci, sonsuz dönüş kavramları, varoluşun tüm olumsuzlukları aşarak ulaştığı tepe noktalardır. Bu tepe noktalara ulaşma durumunda ölüm bir geçişten başka bir şey değildir. Ölüm varoluşun devinimini durdurmamaktadır. Nietzsche’nin tek başına gerçekleştirdiği bu çılgın yaşam yolculuğu olağandışı bir felsefik söyleme dönüşmüş ve XX. yüzyılın kıyametsel ortamı bu felsefik paradigmaya büyük bir çekicilik kazandırmıştır.
Bataille Nietzsche’nin fikirlerinin cazibesine kapılan düşünürlerden biridir. Bireyin tüm evren karşısında tek başına yaşamını ve varoluşunu en üst noktaya ulaştırma çabasının yüceliğine inanan Bataille, Nietzsche gibi yaşamını felsefik söyleme dönüştürmüştür. Yaşamında olup bitenleri felsefik açıdan değerlendirmiş ve kendi varoluşsal zenginliğine Nietzsche’sel bir boyut kazandırmaya çalışmıştır. Bu çalışmaya İç Deneyim adını vermiştir.
Bataille’ın yapıtlarını incelediğimizde diyonizyak coşkunun çok önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Bu coşkuyu hem erotizmde, hem de gizemcilikte gören Bataille coşkunun ölüm aracılığıyla sürekliliği aradığını ileri sürmüştür. Nietzsche’nin yerleşmiş tüm ahlak kurallarını yokediş eylemindeki diyonizyak devinim ölüme yönelir ama bu önemsizdir çünkü bu coşku ölümsüzlüğün, sonsuz dönüşün göstergesidir.
Diyonizyak coşkuda erotizmin özel bir önemi vardır. Bu coşkuya Bataille Erotizm’de şöyle değinmektedir: “Şenlikteki devinim, içki şenliğinde her türlü sınırı yadsıyan taşkın bir gücü içerir. Şenlik kendi içinde çalışmanın düzenlediği yaşamın sınırlarını yadsımayı taşır ama içki şenliği tam bir altüst oluşun belirtisidir. Saturnal’ların içki şenliklerinde efendinin köleye hizmet ettiği, kölenin efendinin yatağına yattığı durumlardaki sosyal düzenin altüst edilmesini rastlantıya bağlayamayız. Bu aşırılıklar anlamını, tensel zevk ile dinsel kendinden geçmenin ilkel uyumundan almaktadır. Sebep olduğu kargaşalık ne olursa olsun içki şenliği erotizmi hayvansal cinselliğin ötesinde düzenlemiştir.”
Cinsellik insan topluluklarında hep bir düzenlemeye tabi tutulmuş ama belirli durumlarda bu yasaklar aşılmıştır. Nietzsche ve Bataille’da diyonizyak coşkunun somutlaşmış biçimlerinden biri olan erotizm ölümü aşarak sonsuz dönüşü ve sürekliliği sağlamaktadır.
Erotizm neslin sürekliliğini sağlayan bir olgu olmanın ötesinde ölümü aşan varoluşu açığa çıkarmaktadır. Bataille’ın ünlü tanımıyla “Erotizm, ölüme kadar yaşamın olumlanmasıdır.” Erotizm ölümü içine alıp onu olumlayan bir etkinliktir.
Erotizm yaşam ile ölüm arasında köprü kuran bir devinim olarak varoluşun sürekliliğinin bir güvencesidir. Nietzsche ve Bataille’da cinsellik, diyonizyak devinimin gerçekleşme alanlarından biridir ve ayrı bir bölüm olarak ele alınıp incelenemez. Bilimsel söylemin erotizmin gizemine yaklaşamamasının nedeni erotizmi bir bilgi alanı olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Bataille erotizmin bir bilgilenme alanı olmayıp varoluşsal bir deneyim alanı olduğunu ileri sürer. Erotizm ve temel varoluş devinimi olan diyonizyak içgüdü iç-içedir, bir bütündür.
Diyonizos insanın özgürlük savaşımının simgesidir ve bu sebepten tek tanrılı dinlerin karşısında yeralır. Nietzsche son yapıtı Güç İstenci’nin son bölümünde Diyonizos ve İsa’yı karşı karşıya getiriyor:
İKİ TİP: DİYONİZOS VE İSA: Tipik din adamının düşüşün bir biçimi olup olmadığını belirlemek (büyük devrimcilerin hepsi hasta ve epileptiklerdir) - Ama tiplerinden birinin de pagan tipi olduğunu unutmayalım. Pagan tip yaşamın onaylanmasının ve tanınmasının bir biçimi değil midir? Bunların en gelişmişinin yaşamı övmesi ve yüceltmesi gerekmez mi? Esrime içinde taşkınlaşan bir kafa tipidir pagan! Yaşamın sorunlarını ve çelişkilerini benimseyen ve onları çözen bir kafa tipi! Yunanlıların Diyonizos'unu ben buraya yerleştiriyorum: hiçbir şekilde yadsınmayan ve parçalanmayan yaşamın bir bütün olarak dinsel onayı - (cinsel ilişkinin derinlik, gizem, saygı fikirlerini uyandırması dikkat çekicidir.)
İsa'ya karşı Diyonizos: işte karşıtlık budur: acı çekme açısından aralarında bir fark yoktur ama değişik anlamlar taşırlar. Sürekli olarak korkunç yapısıyla ve sonsuz dönüşüyle yaşamın kendisi korkuyu, yok etmeyi, yok etme istencini gerektirir... Karşı tarafta acı, "masum isa" yaşama karşı bir kanıt, yaşamı mahkum etmeye yarayan bir formül olmaktadır. Şu olgu ortaya çıkıyor: sorun acıya verilen anlam sorunudur: Hristiyansal anlam ve trajik anlam... Birinci şıkta bu, kutsal bir varoluşa götüren yoldur, ikinci şıkta varoluşun kendisi devasa bir acıyı doğrulamaya yeterli olacak kadar kutsal görünmektedir. Trajik insan en korkunç acıya bile evet der: bunun için yeteri kadar güçlü, verimli, yücelticidir; Hristiyan insanı dünya üzerindeki en mutlu talihe bile hayır der: yaşamın her biçiminde acı çekmek için yeteri kadar güçsüz, yoksul, yetkesizdir... Çarmıhtaki Tanrı yaşamın lanetlenmesi, yaşamdan kurtulmanın belirtisidir; parçalara ayrılmış Diyonizos ise yaşamın kahramanlığıdır. Yokoluştan geri gelecek ve sürekli olarak yeniden doğacaktır."
Nietzsche, tutkuların sınırsızlığının ölüme yol açtığını ama aynı diyonizyak tutkunun sürekli yeniden doğuşu sağlayacağını düşünmektedir. Tanrısız evrende ölümsüzlüğü sağlayan diyonizyak devinimdir. Bu devinim yaşamın sürekli onaylanmasına yol açar. Üstün insanı yaratan erotizmin ve güç istencinin kaynağı Diyonizos.
Bataille Erotizm'de şöyle yazıyor:
"Eğer iki aşığın birleşmesi tutkunun eseri ise, bu birleşme ölümü, intiharı ve cinayet arzusunu çağrıştırır. Tutkunun belirttiği ise ölümdür. Süreksiz (sonlu) kişinin sürekli tecavüze uğrama arzusuna cevap veren bu şiddetin altında ikili bir egoizm ve alışkanlıklar alanı başlıyor."
Erotik tutku, diyonizyak devinimin görünümlerinden bir tanesidir. Bu tutku ölümün içinden geçerek sonsuzluğa ulaşma tutkusudur. Nietzsche ve Bataille diyonizyak coşkuda ölüm deneyiminin yaşandığını ve bu deneyimin yaşamın sürekliliğinin onaylanmasına açıldığını düşünmektedirler.
Nietzsche ve Bataille, yaşamı varoluşun yoğun devinimini yansıtan bir olgu olarak değerlendirdiler ve bu serüvenin içine tüm coşkuları ile birlikte atıldılar. Yaşam işkencesini onayladılar, ölümü varoluşları içine alıp onu bir son olarak görmediler. Tanrıtanımazlıkları, onların varoluş devinimlerini daha uç noktalara götüren itici bir güç oldu. Onların tanrıtanımazlıkları yaşamı onaylamanın ön koşuluydu. Yaşamı varoluşun hiçbir zaman yokolmayışının sürekliliğinin bir belirtisi olarak değerlendirdiler. Aşk ve ölüm diyonizyak coşkunun içinde birleştiler. Bu coşku en büyük işkenceye davet eder. Bataille, İç Deneyim'de varoluş işkencesini büyük bir coşkuyla onaylar. Nietzsche trajik insanın en korkunç acıya evet dediğini söyler. Bataille, yaşam işkencesinin ne kadar büyük bir diyonizyak coşkuya neden olabileceğini İç Deneyim'de dile getirdiği bir anısında çok çarpıcı ve mükemmel bir biçimde verir:
"Bundan onbeş yıl önce (belki biraz daha fazla), nereden bilmiyorum, geç saatte eve dönüyordum. Rennes Sokağı boştu. Saint-Germain'den gelirken, Four Sokağını geçtim (postane tarafından). Şemsiyem açıktı ve o sırada yağmurun yağmadığını zannediyorum. (İçmemiştim, bundan eminim) Şemsiyem gerekmediği halde açıktı. (İleride bahsedeceğim durumun dışında) O zamanlar çok genç, dağınık ve boş esrikliklerle doluydum: Yersiz, baş döndürücü ama çoktan kaygılar ve sertliklerle dolu ve acı çektirici bir fikirler halkası dönüyordu… Aklın bu batışında, korku, düşkünlük, gevşeklik, kötü niyetler hepsi yerlerini bulmuşlardı: Biraz ileride şenlik başlıyordu. Doğrusu bu rahatlık ve aynı zamanda karşıtlarla dolu “olanaksız” kafamın içinde patladılar. Gülüşlerle yıldızlanan bir alan karşımda karanlık uçurumunu oluşturdu. Four sokağını geçişte, birden bu "yokluğun” içinde bilinmez oldum… Beni hapseden bu gri duvarların varlığını reddediyordum, kendimi bir çeşit esrimenin içine attım. Olağanüstü bir şekilde gülüyordum: Kafama inen şemsiye beni örtüyordu (kendimi, bu siyah kefenle bilerek örttüm). Belki hiçbir zaman gülünemediği için gülüyordum, sanki ölmüşüm gibi her şey ve saf özü açığa çıkmış olarak açılıyordu.
Sokağın ortasında, taşkınlığımı bir şemsiyenin altında gizlerken durup durmadığımı bilmiyorum. Belki zıpladım (kuşkusuz aldatıcıydı): Çırpınarak aydınlanmıştım, koşarken gülüyordum, hayal kuruyordum."
Bataille'ın bu esrimesine işkencenin içindeki erotik neşede de rastlayabiliriz. Aşkın içinde ne kadar derin acılara maruz kalırsak o kadar büyük bir coşkunun içine gireriz. Aşkın diyonizyak coşkusu bütün acıları evetleyen bir coşkudur. Dostoyevski'de de (Budala, Beyaz Geceler, Karamazof Kardeşler) acıları büyük bir coşkuyla karşılayan roman kahramanlarına rastlarız.
Acıların, korkuların üstüne coşkuyla gitmek, varoluşun sürekliliğinin onaylanmasının ön koşuludur. Diyonizyak içgüdü her türlü acıyı bir neşe kaynağı yapar. Aşkta yaşanan acılar diyonizyak coşkuyu azdırır. Erotizm, yaşamı ölüme kadar götürür ve ölümden yaşamın sürekliliğini ortaya çıkarır. İşkence ve sevinç Diyonizos'un birbiriyle birleşen iki görünümüdür.
Nietzsche ve Bataille'da diyonizyak içgüdünün Freud'un erotik içgüdüsünden farklı olduğu hemen görülmektedir. Freud insanı yöneten birbirine karşıt iki içgüdünün varlığından söz eder: yaşamsal içgüdü ve ölüm içgüdüsü (Eros ve Thanatos). Yaşamın belirli bir döneminde ortaya çıkan ölüm içgüdüsü yaşamsal içgüdüyü yok etmektedir. Buna karşın Nietzsche ve Bataille'daki diyonizyak ve erotik coşku ölümü içine alan, onu olumlayan, onu aşan ve sonsuz dönüşe, sürekliliğe yol açan bir güdüdür.
Bataille'ın Erotizm adlı yapıtında Freud ve Psikanalizden hiç söz etmemesi, Bataille ile Freud arasındaki fikir uyuşmazlığını açıkça ortaya koymaktadır. Freud'da hep olumlu-olumsuz, doğru-yanlış ayrımı vardır, hep bir düzene dönüş eğilimi içindedir. Freud'u yönlendiren güdünün, Nietzsche'nin Trajedi'nin Doğuşu'nda Diyonizos'un karşısına yerleştirdiği Apollon'un içgüdüsü olduğunu söyleyebiliriz. Psikanaliz bu Apollon'yen içgüdüyle yasaklamalar dizgesine dönüşmüş, cinsel özgürlük yerine çilekeş bir yaşama yönlenmiştir. Bu eğilimi fark eden W. Reich olmuştur. Ancak Reich'in yapıtları psikanaliz ile cinsel özgürlük arasındaki çelişkiyi çözümleyememiş ve çelişik bir yapı sergilemiştir. Diyonizyak coşkuyu en iyi özümseyen psikanalitik yapıt Deleuze ve Guattari'nin Anti-Ödip'i olmuştur.
Nietzsche ve izleyicileri Bataille, Artaud, Foucault, Deleuze ve Guattari'de merkezileşen fikirsel devinim, varoluşun büyük savaşımının en göze çarpan ve en başarılı felsefik söylemidir.
Cogito 4: AŞK
M. Mukadder Yakupoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder