Yığının içinde birey olarak varoluşu sürdürmek olanaksızdır. Birey yığının dışına çıkmak zorundadır.
Yığın ve yaratıcı birey arasındaki çelişki ve bu çelişkinin yol açtığı gerilim birey için toplumsal ve ekonomik alanda hastalıklı sonuçlar doğurmaktadır. Bireyin varlığını maddi ve ekonomik boyutta yürütebilmesi için yığın insanına açılmasının gerekliliği onu kendi bireyselliğinin korunması açısından riskli bir yolculuğa sürüklemektedir. Birey tinsel açıdan kendini yığın insanla taban tabana zıt konumda bulmaktadır. Ekonomik süreçte tinsel özgünlüğünü ve bunun sonucunda varolma nedeni olan yaratıcılığını yitirme tehlikesi içine düşen birey, yığın insana dönüşme sürecine farkında olmadan girmektedir. Yaşama savaşı adını alan bu süreçte birey kendini yığın insan adına kurban etmektedir. Bu savaşta biricik olarak kalma taşınamaz bir yük haline gelebilmekte ve biricik birey bilerek ve isteyerek yığınlaşmaktadır.
Bireyin cinsel ve ekonomik alanda katlanamadığı yoksunluklar, onu yığınsalın komutlarına boyun eğmeye iter. Bu durum aşk yaşamında yaratıcı bireyle yığın insanın çok yakın ve yoğun iletişime girmesi sonucunu doğurur. Aşk ve onun temeli olan cinsellik, yığının dayandığı temel olan insan türünün kendini süreklileştirme aracı olarak yaratıcı bireye zorla kabul ettirdiği köleliğin haklı nedeni haline gelir.
Yaratıcı ve biricik olan bireyin cinsel ve ekonomik alanda tatmin edici bir düzeyi yakalaması için yığın insanının ilkelerini benimsemesi gerekir. Bu ilkeleri benimsemediği zaman yoksulluğa ve cinsel açlığa boyun eğer. ( Nietzsche böyle bir yaşam sürmüştür) Yaratıcı birey bu çıkmazdan çıkmak için ara yollar denemiştir. Yığına kısmen taviz vermek ve cinselliği erotik yaratıcılığa dönüştürmek. Ekonomik anlamda tam bir çıkmaz söz konusuyken cinsel alanda partner olarak yaratıcı birey bulma şansı her zaman vardır. (Bu olasılık düşük olsa da) İki yaratıcı birey arasındaki cinsellik erotizme dönüşerek sonsuz varoluş devinimi haline gelir.
Yaratıcı birey yığın insana açıldığı zaman yığının algılama düzeyinin düşüklüğüne katlanmak zorundadır. Bu katlanma bir yaşam biçimi haline geldiğinde yaratıcı bireyden geriye ne kalır? İşte yaratıcı bireyin büyük savaşımı bu süreçle birlikte başlar. Yaratıcı birey bu evrede tinsel özgürlüğünü ve özgünlüğünü korumak için çok karmaşık yöntemler ve teknikler geliştirmek zorundadır. Zararlı yığın zevklerin, yığın fikirlerin onu ele geçirmesine izin vermemelidir.
En çok arzuladığım şey marksist olmaktı. Çünkü sömürüden, zenginlerden, ayrıcalıklardan benim kadar nefret eden, tiksinen insan sayısı çok azdır. Ama ne çare ki Marksizm olanaksızdır. Bunun nedenlerini açıklayan düşünür sayısı sayılamayacak kadar çoktur. Bence Marksizmin önündeki en büyük engel işçilerin birarada bilinçli bir sınıf yerine bir yığın, bir sürü oluşturmasıdır. Ve bunun doğal sonucu olarak bu sürüye bir çoban gerekmiştir. Bu çoban sürünün bütün yığınsal özelliklerini özümsemiş bir çıkarcı, bir oportünisttir. Sözde Marksist olan yığınların ve bunların çobanlarının XX. yüzyılın dünyasını nasıl mezbahaya çevirdiklerini hepimiz biliyoruz. Marx, Canetti'nin Kitle ve İktidar'ını okuyabilecek bir zaman diliminde yaşasaydı, ne kadar marksist olabilirdi veya kalabilirdi?
Yaratıcı birey umutsuzdur, çünkü birey her zaman ve her yerde yığınla, yığın anlayışıyla karşı karşıyadır. Ama bu umutsuzluğu işkenceye ve işkenceyi de varoluşun anlamına dönüştürmek zorundadır. Bu zorunluluk anlamı kurmada yeterli değildir. Yaratıcı birey bu zorunluluğu büyük bir gözüpeklikle birleştirirse yığına karşı durabilir.
Tüm yaşamımı gözden geçirdiğim zaman yığının beni ne kadar uzun süre işkence altında tuttuğunu farkediyorum. Cinsel arzular, ekonomik gereksinimler ve bu gereksinimlerin tini boyunduruğu altına alması. Öldürücü bir bezginlik. Yaşamım boyunca aptal sözleri dinleme işkencesi. Her zaman ve her yerde yığınla amansız bir savaş vermek belki bütün depresyonlarımı dayanılmaz bir boyuta getiren bir yorgunluğa neden oldu. Yorgunum, yorgunum ama düşünmeyi sürdürüyorum.
Toplum adı altında düzene giren yığınlar bireyi cehennemi bir baskıya boyun eğmeye zorlarlar. Her toplumsal düzenleme insanların çoğunluğundaki duygu ve düşüncelerin ortalamasıdır. Bu ortalama yeni ve yaratıcı tüm oluşumları yontma ve törpüleme işlemini gerçekleştirir.
Başarılı olmak biricik birey için mümkün değildir. Başarı her zaman yığınla yoğun bir alış-verişi gerektirir
...
Mukadder Yakupoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder