SADE DİYE BİRİ YAŞADI MI?
Sade denilen gizem henüz çözülemedi. Öncelikle, bıraktığı yapıta bakılacak olursa, bunun bir tarihçi, bir kuramcı ya da bir şair tarafından mı kaleme alındığı; bir klinik hekimi gibi kendisinin ve çağdaşlarının nevrozlarını betimleyen bir seksoloğun, ya da kanlı vahşet öyküleriyle insan doğası ve toplumuna ilişkin kötümser bir anlayışı simgelemek isteyen bir düşünür-romancının yapıtı mı olduğu sorulabilir. Kısacası "Tanrısal Marki", kendi yüzyılının törelerini anlatan bir tarihçi miydi yoksa edebiyat yoluyla güdülerine bir çıkış noktası arayan bir şair miydi? Yaşadığı sürece uğradığı baskılar, öldükten sonra da monarşiden imparatorluk dönemine dek tüm rejimlerin bu konuda erdemli bir biçimde anlaşmaları, bir birey olarak Sade'ın ve yapıtının, hiçbir iktidarın hoş göremeyeceği bir tehdit, bir tehlike olarak görüldüğünü kanıtlıyor olabilir.
Sade, ilk kez hapse girdiği otuz iki yaşından ölümüne, yani yetmiş dört yaşına dek, yalnızca on iki yıl özgür kalabildi. Bütün keyfi baskı biçimlerini, Eski Rejim'in hükümdar buyrultularını, Terör döneminin hemen hemen hep idamla sonuçlanan mahpusluğunu, Konsüllük ve İmparatorluk döneminin zorbaca tutuklamalarını yaşadı. Eski, ancak ünlü olmayan bir ailenin soyundan gelen Donatien Alphonse François Sade (1740 - 1814) yine de çarpıcı atalarıyla, örneğin Petrarca'nın sonelerine esin kaynağı olan güzel Laura'yla ve saygın, neredeyse krallık soyuna yakın bir akrabayla, Conde ailesiyle olan ilişkileriyle övünebilirdi. Kendisinden sonra ise, sıradan iffetli insanlar tarafından dehşetle, ondan sefih ve hüzünlü libertenlerin bir örneğini bulacak olan şairler tarafından da saygıyla anılacak bir ün bıraktı.
Eğer trajik kaderini açıklamayacak olsaydı, yaşamöyküsü de çok önemli görülmeyebilirdi. Mutluluk ve başarı için doğmuştu, ama yaşamı hapishane ve hastane hücrelerinin cehenneminde geçti. Conde'lerin sarayında, Bourbon Prensi'nin yakınında yetişti; güzel söz söyleme sanatını ve katı bir diyalektiği öğrendiği Louis-le-Grand Okulu'nda Cizvitler tarafından eğitildi; on beş yaşında asteğmen, on dokuz yaşında da yüzbaşı oldu. Bu tarihlerde, kışla yaşamından çok Paris genelevlerinin -bu genelevler Avrupa'nın en ince, en güzel kadınlarını biraraya toplayan , yeni zevkler icat etmekte de en başarılı genelevlerdi-, kendi eşitlerinden çok dansözlerle arkadaşlık etmeyi yeğliyordu. Böylece, daha küçük yaşta tam bir ahlaksızlık olarak adını duyurdu, ancak bu, Paris Dolaylı Vergiler Mahkemesi başkanı olan zengin bir hukukçunun kızı Renee Pelagie de Montreuil'le doğru dürüst bir evlilik yapmasını engellemedi. Fahişelerin peşinde koşuyor, sık sık züppelerin pezevengi olan Brissault'yu ziyaret ediyor, sayısız sevgililerini Paris, Versailles, Arcueil'de kiraladığı evlerde barındırıyordu. Evlendikten dört ay sonra, bazı dikkatsizce sefahat alemleri sonucu ilk kez hapse girdi, Vicennes Kalesi'ndeki bu ilk hapislik sadece dört ay sürdü. Ancak ilk sadik "dava" 1768 yılında patlak verdi.
Bu "dava" derhal dillere düştü ve liberten marki bir anda kamuoyunun gözünde kana susamış bir canavara , modern çağların bir Gilles de Rais'sine dönüştü. Mm. du Deffand bu tepkiyi dehşete düşmüş bir şekilde dile getirdi ve Restif de la Bretonne da basit bir kırbaçlama olayını, canlı canlı insan badeninin incelendiği bir anatomi seansı haline çevirdi. Olay, eğer cezanın da sertliğini açıklayan pis bir kokunun çıkmasına yol açsaydı uzun uzun anlatılmaya değmeyecek kadar sıradan kabul edilebilirdi. Her şey bir Paskalya pazarında oldu. Kuşkusuz bu da bir rastlantı değil.
Kırbaçlama Günahı
Otuz yaşında genç bir kadın olan Rose Keller, Victoires alanında dinleniyordu; boğazına kadar sefalete batmıştı, her an fuhuşa sürüklenebilirdi, en azından küçük bir sefahat alemini reddetmeyebilirdi. Sade onunla konuşarak evinde kahya olarak bir iş önerdi, kabul edince de Arcueil'deki evine götürdü, bir odaya sürükledi, bir yatağa bağlayarak vahşice kamçılamaya başladı, yaralarına merhem sürdü, orgazma ulaşıncaya kadar yeniden yeniden kırbaçladı, bağırırsa öldürmekle tehdit etti ve Paskalya sırasında olunduğuna göre, kendisine günah çıkarmasını istedi.
Rose pencereden kaçarak köyü ayağa kaldırdı; bir dava açıldı ve sonunda Sade yedi ay hapse mahkum oldu. Mahkum edilen kişinin niteliği ve o dönemde Saray çevrelerince soylu gençlerin yaptığı benzeri kaçamaklara gösterilen genel hoşgörü dikkate alınırsa, bu, oldukça ağır bir cezaydı. Bu kararda, Rose Keller'e yapılan kötü muameleden çok, kamçılanan İsa'ya yapılan hakaret ve günah çıkarmanın kutsallığının ayaklar altına alınışı rol oynamıştı.
Hapisten çıktıktan sonra Vaucluse'de La Coste şatosuna çekilen Sade, 1772'de Marsilya'da yeni bir ahlaksızlığa bulaştı. Bu kez, bir sürü fahişenin de katıldığı büyük bir alemdi bu. Olayın iğrenç yanı ise, markinin uşaklarından birinin de partiye katılmasıydı. Sade aktif ve pasif kamçılama ve eşcinsel sodomiye (o dönemde ilkesel olarak ölümle cezalandırılan bir suçtu bu, ama tabi güçlü kişiler asla kovuşturmaya uğramaz) kalkıştı. Zevkleri kamçılamak için de kızlara bol bol kuduzböceği katılmış şekerler veriyordu (bunun afrodizyak bir etkisi olduğuna inanılırdı). Kızlardan birinin midesi bozuldu ve kusmaya başladı. Bir gürültü koptu. Sade, uşağıyla birlikte Provence Parlementosu tarafından ölüme mahkum edildi ve kuklaları yakılmak suretiyle idam edildi.
Bu arada kaçmaya zaman bulmuş Sade baldızıyla birlikte İtalya'da güzel günler geçirmeye başlamıştı; baldızı yalnızca yolculuklarını değil, zevklerini de onunla paylaşmaktaydı. Öfkeden çılgına dönen kaynanası ise peşine adam takarak, gücünden yararlanıp, Kral'dan tutuklanması için bir buyrultu elde etti. 1775'e dek Sade peşindeki polislerle ve adli makamlarla bir saklambaç oyunu oynadı. Bir ara yakalandı, sonra romanvari biçimde kaçarak La Coste'da saklandı; karısı da, hizmetine aldığı beş genç kızla birlikte düzenlediği incelikli partilere katılıyordu. Sonunda bu kızlar, yapılan alemleri ihbar ettiler. 1776'da tutuklanarak önce Vincennes Şatosu'na hapsedildi, sonra Bastille'e nakledildi, bu hapishaneden ancak 2 Nisan 1790'da Millet Meclisi'nin Krallık buyrultularını ortadan kaldıran kararı sonucu serbest bırakıldı.
Kuşkusuz cüretkar, kimilerine göre de belki sapıkça bulunabilecek, ancak hiçbir zaman ölümcül olmayan cinsel eylemler için bir kez idama mahkum edilmek ve on beş yıl hapis yatmak; benzerlerine polisin burnunun dibinde, hatta polisin koruması altındaki Gourdan ve Brissault'nun işlettiği tüm moda genelevlerinde rastlanabi1ecek bu cinsel fantezileri, hele o dönemde saray mensuplarına gösterilen hoşgörü de gözönüne alınırsa, Sade gerçekten de çok pahalıya ödemişti. O dönemde, Marki de Sade gibi, damadına karşı etkili ve büyük bir düşmanlık duyan kaynanaları olmayan ve daha iyi korunan kimi kişiler, bu cinsel fantezilerle ilgisi bile olmayan ölümcül sadizm eylemlerine girişebiliyorlar, üstelik cezasız kalıyorlardı. Her gün Kral'ın çok yakın çevresinde görülen bu çılgınlıklar ve adalet mekanizmasının genellikle büyüklere gösterdiği hoşgörü, kamuoyunun sabrını öylesine taşırmıştı ki, diğerleri paçayı kurtarırken, yetkililer Sade'ı cezalandırdılar. Mm de Saint Germain, Keller olayının hemen ardından, markinin amcası Abbe de Sade'a yazdığı mektupta şunları söylüyordu: "(Marki) halkın öfkesinin kurbanı oldu; M. de Fronsac'ın ve diğerlerinin yaptığı rezaletler de bunun üzerine eklendi: Gerçekten de on yıldır Saray mensuplarının yaptığı bu rezaletler, insanın aklının havsalasının alamayacağı bir noktaya geldi." Bunların arasında Sade'ın yaptığı "rezaletler" göreceli olarak daha halim selim gözüküyordu.
"Evet, ben bir libertenim!"
Sade'ın yaşamında hiçbir şey, yukarıda anlatılanı bu kadar iyi bir biçimde ortaya koymaz. Hiçbir zaman, Justine'de anlattığı delilikleri, hele hele en rayından çıkmış bir hayal gücünün bile üretemeyeceği Histoire de Juliette'deki kanlı kıyımları, kendisi yaşamamıştır. Bu konuda kendi itiraflarına güvenebiliriz, bu itiraflar, yaşamı hakkında bildiğimiz her şeyle de uyum içindedir, yaşamındaki hiçbir sayfa da bundan kuşkulanmamızı gerektirmez: "Evet, ben bir libertenim, bunu itiraf ediyorum, bu türde akla gelebilecek her şeyi düşündüm; ama kuşkusuz ki düşündüğüm her şeyi yapmadım ve asla da yapmayacağım. Ben bir libertenim, ama bir suçlu ya da bir katil değilim."
Devrim ona özgürlüğünü vermişti. Terör ise geri aldı. Burada aslında genellikle de çelişkili bir yol izleyen politik tavrından söz etmeyeceğiz. Belki gerçekten inandığı için, belki de oportunist nedenlerle ateşli bir devrimci kesilen Sade, Vendome Meydanı'ndaki Piques Bölgesi'nde önce sekreter, sonra da fiili ve fahri başkan olarak görev yaptı; böylece Devrim Mahkemesi'nde üyelik yapan ve aynı cinsel zevkleri paylaşan Provence'li hemşerisi Marki d'Antonelle gibi, o da Devrim'e olan borcunu ödemiş oldu. 1793 Aralığında şüpheli olarak tutuklanan Sade, 9 Thermidor darbesi sayesinde idamdan kurtuldu. 15 Ekim 1794'de serbest bırakılınca, birkaç yıl sakin bir yaşam sürdü, ancak sadık ve sevecen bir kadın olan Marie-Christine Quesnet'yle birlikte geçirdiği bu yıllar boyunca mali sıkıntılar çekti. 1801'de yeni rejim, Sade'ı müstehcen kitapları nedeniyle tutukladı ve önce Sainte Pelagie, sonra da Bicetre cezaevine kapattı. 1803'de Charenton Hastanesi'ne nakledildi, tiyatroyla oyalandı, 2 Aralık 1814'de de burada adı deliye çıkmış olarak öldü.
Sade romanlarında anlatılan dehşet verici eylemlerin uygulayıcısı değil, edebi yaratıcısıydı; bunların en korkunçları da doğrudan doğruya canlı hayal gücünden ve hapis nedeniyle büsbütün keskinleşen fantazmlarından kaynaklanıyordu. Gerçi yine de birçok kez, anlattığı modelin yaşamakta ya da yaşamış olduğunu belirtir, çağdaşlarına da gönderme yapardı, ama daha uzak bir geçmişten, hatta Antik Çağ'dan bile örnekler alırdı. Ancak XVIII. yüzyılın ikinci yarısı, gelişmiş zevklerin abartılması açısından çok karışık bir dönem olarak ortaya çıkar; en gizli, en zor itiraf edilebilecek içgüdüler, özellikle de yetkililerin dokunmak istemediği ya da dokunamadığı üst sınıflarda genel bir yozlaşma ortamı içinde dizginlerinden kurtulmuş gibidir. İnsanın ister istemez kangrenli bir toplumun çöküşüne, dünyanın sonuna benzettiği bu dönemde, en azından, kesin diyebileceğimiz bazı belirtilerle de kanıtlandığı gibi, iktidara en yakın seçkinler korkunç bir moral bozukluğuna kapılmışlardır. Yüksek soylu sınıf arasında, neredeyse tahtın basamaklarında, bu sodomi ve ensest örnekleri sayısızdır; toplumun en önde gelen kesimleri arasında yer alan bu kişiler, ancak konumları, soylu adları ve yararlandıkları himaye sayesinde idam sehpasından kurtuluyorlardı. Ancak, buna bakılarak, o dönemde toplumsal bir sadizm gerçeği olduğunu ve Sade'ın da yalnızca çağdaşlarının sunduğu bu canlı tablolardan yararlandığını söyleyebilir miyiz?
Düzenli olarak gittiği Paris genelevleri ve her türlü fahişeler -yüzyıl sonunda Paris'de otuz bin fahişe vardı- kuşkusuz ona zengin bir hammadde sağladı. Gourdan'ın işlettiği evde her türlü gelişmiş ve abartılmış zevk bulunabiliyordu. Burada oğlancılarla lezbiyenler de rahatlıkla zevklerini tatmin edebilirlerdi; üstelik moda olan erotizmin en gelişmiş, en eşsiz icadı da burada buluyordu: bu, üzerine oturan kurbanın derhal bacakları ayrık, el ve ayak bilekleri kelepçeli bir biçimde arkaya devrildiği, böylece hiçbir direnç gösteremeden tecavüz edilebildiği sallanan bir koltuktu. Bu işkence aletinin zeki mucidi olan Fronsac Dükü, böylece en boyun eğmez kadınlarla bile başa çıkabiliyordu. Bu sevimli evde, afrodizyak etkileri olan kuduzböcekli Richelieu hapları ve kamçılar da bulunuyordu.
Bütün bunlar Fronsac Dükü ve Lamballe Prensi'nin alemlerine katılan Sade için sıradan, bilinen çılgınlıklardı. Ama ya suçlar? Zarif, ancak acımasız bir liberten olan Richelieu'nün eziyet ettiği kadınların ağlamasından hoşlandığı biliniyordu. Bir genç kıza sadistçe davranarak tecavüz eden Parlamento üyesinin öyküsü de biliniyordu. Blaise Ferrage adında birinin genç kadınları öldürüp yediği Pirenelerdeki yamyamlık olayından da söz edilebilirdi. Sadik şiddetin en gelişmiş biçimine ise Charolais Kontu'nda (1700 - 1760) rastlanmaktaydı. Eğer kan akmazsa, düzenlediği alemler silik ve eksik görünüyordu gözüne: En aşırı anlarında, oradan geçenler ya da damı aktarmaya gelen işçiler de dahil, önüne kim çıkarsa tüfeğiyle vuruyordu. Kadınlara eziyet etmekten de hoşlanıyordu, hatta günün birinde genç bir kızı piliç gibi kızartmıştı.
Ama Sade, Histoire de Juliette'deki kanlı sahneleri, genelevler ya da bu gibi ahlaksızlar dışındaki kaynaklardan da alabilirdi. Eski rejim, büyülenmiş bir kalabalığa, Damiens'in idamı sırasında acımasız ve görkemli bir gösteri sunmuştu. Devrim de Saint Barthelemy'den sonra, Avignon'daki Glaciere katliamı ve Eylül katliamlarıyla, bu alanda yaşanmış her türlü kıyımın üstüne çıkmıştı. Eylül katliamları sırasında, cellatlar kadın bedenlerinin üstüne sadizmin en iğrenç ve şehvetli vahşetiyle saldırıyorlardı. Yani Sade, sarhoş ve çılgın paranoyak katillerin karışıklık ve korku ortamında giriştikleri karmaşık dehşeti son derece erotik sahnelere dönüştürebiliyordu.
Sade, bitmek üzere olan eski rejim'in günah keçisi ve kurbanı oldu. O dönemde Eski rejim, üzerinde durduğu dünyanın her yerden çöktüğünü görerek, zayıflığını ve bitkinliğini maskelemeye yönelik bir ahlak düzeni oturtmaya çalışıyor, yaşamını böylece kurtaracağını umut ediyordu. XVI. Louis dönemi, geçlerin asiliklerine gösterilen tavrın gittikçe sertleştiği dönem oldu, o güne dek, en azından soylular arasında, hoşgörülen ahlaksızlıklar da ciddi bir baskıyla karşılaştı. Yaşamlarının büyük bölümünü hapiste geçiren Mirabeau gibi pek çok kişi, bunun kanıtıydı. Çünkü haklılığından emin olamadığı ayrıcalıklar üzerine kurulu bir toplumda, artık kendini frenleyemeyen bir iktidar cinsel özgürlüğün, özellikle de sadizmin aşırılıklarıyla renklenirse, rejimi ve hiyerarşiyi çökertebilecek bir düzensizlik ve kargaşa unsurunun doğabileceği düşünülüyordu. Eğer kurumun kendisi kangrene yakalandıysa, çökme ve çözülme tehlikesi de o kadar artar ve ciddileşir. İşte Sade da, zaten XVIII. yüzyıl erotik roman geleneğinin kurumlar ve toplum için oluşturduğu riskleri daha da genişleten ve bunların doğasını değiştiren gerçek bir tehlikeydi. Cinsel özgürlük politik açıdan masum değildi; Sade'ı hapse atan iktidar da saf değildi. İktidar bir çürüme kokusu alıyor, aristokrasinin bir bölümünde görülen düzensizliğin moral bozucu bir kaynak olduğunu seziyordu. XVIII. yüzyıl liberten edebiyatını iyi bilen Sade, buradan alınabilecek en büyük dersi kavramıştı: Ahlak, doğanın tanımadığı bir şeydi. Crebillonlar, Nerciat'lar, d'Argens'lar ve Mirabeau'lar bunu defalarca söylemişlerdi. Aydınlanma Çağı'nın libertenleri, cinsel özgürlüğü savunurken, doğaya dayalı bir ahlakın oluşmasına, tüm tabulardan kurtulmuş bir bireyin ortaya çıkıp serpilmesine katkıda bulunmuşlardı.
Mutluluk günahın ucundadır
Ama diğerlerinde zarif, hatta sıradan kaçan şeyler, Sade'da karamsar, neredeyse korkunç bir doğa kavramının en aşırı renklerine bürünüyordu. Doğanın o canavarca ilgisizliği, yalnızca zevk özgürlüğünü haklı çıkarmıyordu, bütün arzuların da dizginlerinden kurtulmasını öngörüyordu. Libertenler cinsel sapmaları övmüşler, sodomiyi göklere çıkarmışlar, ensesti yüceltmişlerdi. Sade ise suçu umursamadığı için, en suçlu içgüdüleri ve vahşeti de, acımasız ve aynı ölçüde kaygısız, ilgisiz bir doğanın sürekli suç ortağı olarak över. Doğa, kendi özgürlüğü ve bireyin özgürlüğü adına, doğal olmayan, siyasal, toplumsal ve ahlaksal her türlü düzeni mahkum eder, saçma ve anlamsız yönlerini açığa çıkarır. Doğanın düzeni suçtur, bu suçun biçimleri, genişliği, koşulları hiç önemli değildir ama doğa onunla beslenir. Cinsellik ve cinselliğin şiddeti, yarattığı sado-mazoşist güdüler ve vahşet, doğadaki bu saflığın bir parçasıdır, bu saflıkta suç, yaşamla birleşir, yaşamın kendisi de devasa ve sürekli bir cinayetten başka bir şey değildir.
Birey, arzunun özgürlüğü adına, bu kanlı ve fantastik düşte, tüm haklara sahiptir; yapay yapı olan toplum ise, doğanın yok saydığı, güçlü insanın da küçümsediği bir baskı makinesinden başka bir şey değildir. Kendini tümüyle doğanın kollarına bırakmış olan insan, hiçbir engel tanımaz, insanların oluşturduğu kuralların hiçbirine uymaz: Görgü kuralları ona gülünç gelir, erdemler günah, günahlar erdem gibi gözükür. Sağlıklı bir felsefe, insanın en sapık eğilimlerinin beslenmesini gerektirir, çünkü mutluluk yalnızca karışıklıkta, düzensizlikte yakalanabilir. "Gerçek bilgelik insanın günahlarını bastırması değildir, çünkü günahlar yaşamımızın tek mutluluğudur, onları bastırmaya kalkmak, kendi kendimizin celladı olmak demektir." Kısacası özgürlüğe ve doğal ahlaka olan bu bağlılık, bu tapınma, suçun övülmesiyle sonuçlanır, Historie de Juliette'de Nerceuil bu dersi kendi deneyiminden ve eğitiminden çıkarır, öyle bir derstir ki bu, hiçbir iktidar bunu hoş göremez, hiçbir toplum kabul edemez, iktidardaki rejim ne olursa olsun, bu ders, yazarını hapse götürür:
" Doğa, insanları, yeryüzündeki her şeyden yararlansınlar, zevk alsınlar diye yarattı; doğanın en değerli yasası bu; bu yasa benim yüreğimin de yasası olacak. Kurbanlardan bana ne, kurban gerek; derin denge yasaları olmasa, evrende her şey yıkılırdı. Doğa erdemin elinden aldığı hakları ancak kıyımlarla, cinayetlerle yeniden kazanıp elinde tutabilir. Demek ki kötülüğe başvurduğumuzda, doğaya boyun eğiyoruz demektir: doğanın asla bağışlayamayacağı tek suç, buna direnmek olacaktır"
Batı'da Aşk ve Cinsellik
kitabından - Guy Chaussinand Nogaret
Etiketler:
Sade
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder