— Dava’da, (The Trial) gücün
kötüye kullanılmasına karşı ciddi bir eleştiri yapmışa benziyorsunuz; en
azından bu unsur daha fazla belirginlik kazanıyor: Perkins bir çeşit Promethe
görünüşünde.
— Aynı zamanda küçük bir
bürokrattır da. Onu suçlu olarak görüyorum.
— Neden suçlu olduğunu
söylüyorsunuz?
— Kim bilir. Perkins kötülüğü
temsil eden birşeye ait ve aynı zamanda kötülüğe bağlı biri. Kendisine
yöneltilen kınama, ayıplama ve azarlamadan sorumlu değil, ama aynı zamanda
suçlu da. Suçlu bir topluma ait ve onunla işbirliği yapmakta. Sonuç olarak,
ben bir Kafka taklitçisi değilim.
— Joseph K. mücadele etmek
zorunda mı?
— Mücadele etmiyor, belki
mücadele etmek zorunda kalacaktı fakat filmde tavır almadım. K. sürekli
işbirliği yapıyor, Kafka’nın kitabında da bu böyle. Ben, sadece sonunda
acımasız, taş yürekli cellatlara meydan okumasına izin verdim.
— Bu senaryonun değişik bir sonla
biten başka bir yorumu daha var: Orada K cellatların hançer darbesi altında
ölüyordu.
— Bu son benim hoşuma gitmedi.
Bunun Hitler’den önceki dönemde bir yahudi tarafından yazılmış baleye ait
olduğunu sanıyorum. Altı milyon yahudinin ölümünden sonra, Kafka böyle bir
final yazamazdı. Bana öyle geliyor ki, bu son, Auschwitz’den önceye ait. Benim
koyduğum sonun çok iyi olduğunu söylemek istemiyorum, ama bu tek çözüm yoluydu.
Birkaç dakikalığına bile olsa bu bölümü büyük bir hızla geçmek zorundaydım.
— Eserinizin değişmez öğelerinden
biri de bu özgürlük savaşı ve kişisel savunma.
— Bu bir onur savaşıdır.
Günümüzün umutsuzluktan söz eden sanat eserleri, romanları ve filmleriyle aynı
fikirde değilim. Bir sanatçının toplam umutsuzluğu konu olarak seçebileceğini
düşünemiyorum: Biz günlük hayata çok yakınız. Bu tür konular ancak, yaşam daha
az tehlikeli ve daha kabul edilebilir olduğu zamanlar kullanılabilir.
— Dava'nın sinemaya uyarlanmış
şeklinde temel bir değişiklik var; Kafka’nın kitabında K’nın kişiliği
filmdekinden daha pasifti.
— Gerçekten de onu daha hareketli
hale soktum. Hareketsiz, durgun kişilerin drama elverişli olmadığına
inanıyorum. Antonioni’ye karşı değilim, ama kişisel dram anlayışımda,
kişiliklerin belirli birşeyler yapması gerekir.
— Dava eski bir tasarı mıydı?
— Bu romandan iyi bir film
yapılabileceğini düşünmüştüm. Ama kendim yapmayı aklıma getirmemiştim. Bir gün
tanımadığım biri geldi ve Fransa’da yapılacak bir film için finansman
bulabileceğini söyledi. 15 filmlik bir liste vererek seçimi bana bıraktı. Bu
listeden en iyisi olacağına inandığımı seçtim: Dava. Benim yazdığım bir
hikayeyi film yapamayacağıma göre Kafka’yı seçtim.
— Gerçekten yapmak istediğiniz
filmler hangileri?
— Benimkiler. Benim yazdığım
senaryolarla dolu biri çok çekmecem var.
— Dava’da Antony Perkins kendisiyle
konuşurken, Katina Paximou’nun bavulunu hazırladığı sahne, Brecht’in Saygı adlı
eserinden alınma değil mi?
— O oyunu hiç seyretmedim. Bu on
dakika süren uzun bir sahnedir. Bu sahneyi Paris’teki galadan önce
çıkarttırdım. Tekrar düzene koymayı düşünüyorduk ki son anda kısaltmaya karar
verdik. Sanırım, birşeyler iyi olmamıştı. Nedenini bilmiyorum, ama başarılı bir
sahne olmadı. Bu sahnenin konusu, insanın karar verme ve davranışlarını istediği
gibi yönetme gücünün perdeye yansıtılmasıydı. Kara mizah havası taşıyordu, bu
da benim Don Quichotte’ta olduğu gibi dövüş atımdı. Bilirsiniz onun atı da
makinelere karşı savaşır ve özgürlükten yanadır.
—• Gardiyan, kapı vs... ile
sonunda Joseph K.nın diapozitifleri görmesi sizin getirdiğiniz bir yorum mu?
— Hikayenin filmdeki şekliyle
anlatılması teknik sorunlarla ilgili. Kitapta olduğu gibi anlatılsaydı seyirci
uyurdu. Bu yüzden, olayı önce filmin başında anlattım ve sonunda da bir daha bu
konuya dönme ihtiyacı duymadım. Filmin akışı öykünün o anda anlatılmasını ve
bunun da birkaç saniye içinde yapılmasını gerektiriyordu. Ama bu konuda kendi
savunmam söz konusu değil.
Dava’dan övgü ile sözeden bir sinema
eleştirisinde kendinizi tekrarladığınız iddia ediliyor.
— Doğru.
Kendimi tekrarlıyorum. İnanıyorum ki bunu hepimiz yapıyoruz. Her zaman belirli
bazı unsurlardan hareket ediyoruz. Bundan nasıl kaçınabiliriz? Bir aktörün her
zaman aynı perdeden çıkan bir sesi vardır ve sonuçta kendini tekrarlar. Bu
şarkıcılar ve ressamlar için de sözkonusudur. Her zaman geçmişinizden geri
gelen ve tekrarlanan bir- şeyler vardır, çünkü bunlar kişiliğinizin,
uslubunuzun parçalarıdır. Böyle olmasaydı çözümlenmesi mümkün olmayan karışık bir
kişilik çıkacaktı ortaya.
Kendimi tekrarlamak gibi bir
amacım yok. Ama çalışmalarımda geçmişte yaptıklarımdan izlenimler ve
etkileşimler mutlaka vardır. Dava bu ana kadar yaptığım filmlerin en iyisi.
Yorgun olmadıkça insan kendini tekrarlamıyor ve yorgun da değilim. Hiçbir
zaman bu filmi yaparkenki kadar mutlu olmamıştım.
— Anthony Perkins’in filmdeki
uzun koşusunu nasıl çektiniz?
— Uzun bir platformla çektik.
Kamerayı da döner bir koltuğun üstüne oturttuk.
— Ama çekimde korkunç bir sürat
vardı?
— Evet, bir Yugoslav atlet vardı
ve kamerayı istenilen yere istenilen zamanda ulaştırıyordu.
— Eserlerinizde şaşırtıcı olan,
gerçekleştirmenin ortaya koyduğu sorunları çözümlemek için gösterilen sürekli
çabadır...
— Sinema henüz çok genç. Konu
bulmak için zorlanmak çok gülünç geliyor bana. Keşke daha fazla film
yapabilseydim...!
Dava'nın başına neler geldi
biliyor musunuz? Paris’ten Yugoslavya’ya hareket etmeden iki hafta önce bir
sürpriz yaşadık. Yapımcımızın daha Önce de Yugoslavya’da bir film çektiğini,
borçlarını ödemediğini, bu nedenle bizim Yugoslavya’da bir tek dekor bile
kurmamızın söz konusu olmadığını öğrendik. Metruk garın bu filmde
kullanılmasının sebebi de bu. Çekime başlamadan önce düşündüklerimi, filmi
bitirdikten sonra gerçekleştiremediğimi gördüm. Herşey film çekimi sırasında
son dakikada bulundu, yaratıldı. Kısacası film dekor yokluğuna dayandırılarak
gerçekleştirildi. Filme getirilen eleştiriler özellikle gözden çıkarılmış,
metruk tren garından kaynaklanıyordu. Dekordaki bu büyüklük, azamet eleştirilerin
odak noktası oldu. Genel mekan olarak burayı seçmem eleştirilerin temelini
oluşturdu. Boş bir tren istasyonu, dev bir kütle!
Gerçekleştirmeyi düşündüğüm
şekilde ise, dekor aşamalı olarak ortadan kaybolacaktı. Gerçekçi unsurların
sayısı sahneden sahneye gitgide artarak azalmak, eksilmek zorundaydı. Boş bir
mekanda, sahne yok- olurken toplum ortaya çıkacaktı.
— Kamera ve oyuncuların
hareketlerinin sonucunda filmleriniz çok başarılı ve güzel...
— Burada görsel bir saplantı var.
Filmlerimi düşünürken onların bir devamlılık ekseninde olmayıp, daha çok bir
arayış üzerine kurulduğuna inanıyorum. Birşey arıyorsak labirent en gözde
mekandır. Niçin olduğunu bilmiyorum, ama filmlerimin büyük bir kısmı fiziksel
bir arayış üzerine kurulmuştur.
— Yapıtlarınız için çok
düşünüyorsunuz...
— Asla deneme ile edinilen ve
olaylardan çıkarılan (aposteriori) bir olgu değil. Filmleri hazırlarken üstünde
uzun uzun düşünüyor ve çok büyük çapta ön hazırlık yapıyorum. Çekime başlarken
de filmin en kolay anlaşılır kısmını en başa koyuyorum. Sinemanın çekici ve
tiyatroya üstünlük sağlayan yanı, hem kendine egemen olabilmek hem de kendini
zenginleştirebilmek. Hiçbir yerden gelmeyen bir yaşam sunuyor bize. Sinema her
zaman yeni birşeylerin keşfedilmesini sağlamak zorunda. Esasen sinemanın
şiirsel olması gerektiğine inanıyor, bu nedenle hazırlık sırasında değil, ama
çekim sırasında, dramatik süreyi veya anlatım sürecini geciktiren şiirsel bir
sürece dalmayı deniyorum. Gerçekte ben bir fikir adamıyım; ve ahlakçı olmaktan
çok, fikir adamı olmanın avantajını kullanıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder