Nietzsche, Kafka, Artaud, Bataille... bizi pratik yaşamın dışında bambaşka bir varoluşa çağırmaktadırlar.
XX. Yüzyıl felsefesine baktığımda beni kişisel olarak ilgilendiren Geoeges Bataille, Simone Weill, Michel Foucault ve Anti- Oidipus'un Deleuze-Guattari'sinden başkasını göremiyorum. XIX. yüzyılda üç büyük filozof yaşamış: Henri Frederic Amiel, Soren Kierkegaard ve Frederic Nietzsche. Bu filozofların ortak noktası varoluş trajedisini hiçbir yalana, hiçbir yapay çözüme girmeden en uç noktada yaşamış olmaları. Varolmanın zorluğunu ve içinden çıkmaz bilmecelere sürükleyişini içten ve mükemmel bir biçimde dile getiren bu düşünürler kendimi bu dünyanın içine yerleştirme konusunda bana rehber oldular. Bu dünyada varolmanın yanlış bir hareket olduğunu ve buna rağmen bu yanlışlığın içinde kendi gerçeğimizi bulmanın olanaksız olmadığını bana gösterdiler.
Başkalarının, herkesin kabul edeceği bir gerçeği değil de kendimizi bize gösteren gerçeğin peşinde koşmak. Yarım yüzyıla yaklaşan yaşamıma bir bütün olarak baktığımda doğuştan ve saf çocukluktan gelen asgari özelliklerini bile kaybetmiş olan insan yığınlarının beni ne kadar korkunç bir yaşama sürüklemeye çalıştıklarını görüyorum. Bu son elli yılda insan neslinin sayısı devasa boyutlara ulaşmış. Çoğaldıkça çoğalmışız ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak yığınlaşmışız. Bana bu yığının mutlu bir üyesi olma fırsatı sunuluyor. Bunun için göklere fırlamam ve sevinç içinde insanlara sarılmam bekleniyor. Aptalca ve amaçsızca bu sefil yaşama ortak olmam bekleniyor. Yukarıda adlarını belirttiğim düşünürlerin kitaplarını okuduğum zaman yığından bedeli ne olursa olsun kopmanın gerekli olduğunu anladım. Hayır insan olmak gurur verici değil, aşağılatıcı bir olaydı. Her şeyi reddederek bütün yoksunlukları kabul etmek.
Varoluş, Ahlak ve Ölüm
kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder