Yazar ve Fotoğrafçı Herve Guibert'in Aids'ın ardından, bir virüs nedeniyle kör
olma tehlikesine karşı yattığı hastanede, 17 Eylül - 8 Ekim 1991 günleri boyunca tuttuğu
günlük: Hastane Günlüğü (Cytomegalovırus)
***
Bu hastane günlüğünü tutmakla iyilik mi, kötülük mü ediyorum, bilmiyorum. Bana öyle geliyor ki, iyilik eden yazarlar var, Handke, Walser, hatta, çelişkin olarak yazma dehasının canlılığı içinde Bernhard, bir de kötülük edenler var, Sade var kuşkusuz, ya Dostoyevsky? Şimdi birinci ulamda yer almayı yeğlerdim doğrusu.
...
Sağ göz çok bozuk; okumak zor. Müzik dinleme: henüz sağır değilim.
...
Karın ekografisinden önce, bir camın arkasında bekliyorum: hastanenin ziyaretçilerinin bir yürüyen merdivenden inip şu ya da bu servise yöneldikleri görülüyor. Kendi kendine, ateşli ateşli konuşan, her yaştan bir sürü adam. Pijama ve robdöşambrlı yaşlılar.
Gençlerin gövdeleri çoğu kez iliklenmemiş bir gömlek ya da bir ceket altında çıplak.
...
Eskiden "Gözleriniz güzel," derlerdi bana, ya da "Dudaklarınız güzel," derlerdi; şimdi hastabakıcılar, "Damarlarınız güzel," diyorlar. Hekim, karın ekografisi yapan, yabancı gibi konuşan genç kadın, arkasından ekrana doğru eğilen asistanına: "Şuna bak, ne kadar güzel!" diyor. Bana da şunları söylüyor: "İçeriden olağan dışı ve ender rastlanan bir yapınız var. Birkaç film de kendimize çekeceğiz."
...
T. pencerelerimden neler gördüğümü sordu, ona yanıt verirken odada yürüyorum: "Bir çevre yolu, küçük bir orman, kamyon kiralayıp kamyon onaran bir işyeri, hastanenin otoparkı, birkaç ağaç. Sonra, uzakta, Paris.
...
Yazma zamanı uyumlandırma ve geçirme biçimidir de.
...
Bugün belki içinde öleceğim odayla tanışmışımdır.
Henüz onu sevmiyorum.
...
Hastane yaşamı, zamanı doldurmak için, sonu gelmez bir insan, bir dağıtım ya da bir tören geçidi biçiminde çok uzun bir yolculuk gibi bir şeydir. Gece bile yoktur artık.
...
Hastane, cehennem.
...
Babil Savaşı Günlüğü: gözümü yitirirsem, son kitaplardan birini açmış olacağım. Bu günlüğün de bir savaş günlüğü olması gerekir.
...
Yeterince kitap okudum mu yaşamda, yeterince yazdım mı?
...
Bedenimde sitomegalovirus olduğunu, bir gözüme saldırdığını öğrendiğim gün, hastane odamda yapayalnız, kalorifer borularının bir deliğinden kocaman kara bir örümcek çıktığını gördüm.
...
Gençliğimin eski ünlü şarkılarını yeniden dinliyorum,
hiç mi hiç etkisi olmuyor üzerimde.
...
Son dilekler: cesedimi yaksınlar, en kısa zamanda. Yakma sırasında hiçbir dinsel tören, hiçbir dost, hiçbir aile topluluğu olmayacak, hiçbir şey çalınmayacak. Küllerim en yakın çöp kovasına atılacak.
...
...
Dün sabah, radyoloji servisinin koridorunda, bir arabanın üstüne çırılçıplak oturmuş, bedeninin geri yanı bir bezle örtülü, kurumuş kanlarla kaplı genç bir adam. Belkemiği düzeyinde ak bir pansuman. Bir ponksiyon yapmış olmalılar. Yatmak istemiyor, direniyor, tutunabilmek için kollarını arkasına dayamış. Bu bedende her şey çok güzel: gücü ve inceliği, kollarla omuzların birleştiği yerin güzelliği... Bir erotik heyecanı yeniden bulduğum zaman, bu ölüm banyosunda yeniden biraz yaşam buluyorum.
...
Termometreli oğlana azıcık tutkunum. Hoş bir şey. Şen bir çocuk.
...
Öğle sonu bitmek bilmiyor. Birden gece, unutuş.
...
Sessizlik, gözlerim kapalı. Radyo çekilir gibi değil.
...
Fotoğraf makinemi yanıma almadım.
...
Gene biraz okumaya çalıştım, fazla güçlük çekmedim. (Carl Seerlig'in Robert Walser'la Gezintiler'i), ne büyük haz!
...
Okumadan öylesine yoksun kalmışım ki abartıyorum, zorluyorum, yercesine okuyorum.
...
Hastaneden ayrılıyorum. KBA = konutta bakıma alınma. En büyük korku: yhy (yeniden hastaneye yatırılma anlamında hemşire kısaltması).
...
Karanlıkta da yazmalı mı?
Sonuna dek yazmalı mı?
Ölüm korkusuna gelmemek için bitirmeli mi bu işi?
fotoğraf: Herve Guibert
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder