Söyleşilerde çoklukla hangi yönetmenlerin beni etkilediği sorulur. Ben
bunun cevabını bilmiyorum. Belli bir mantığı yok ama birçok farklı
sebepten dolayı, galiba etkilendiğim bir sürü yönetmen var. Gazeteler bu
soruyu sorduklarında, ben her zaman Shakespeare, Dostoyevski, Kafka
diye cevaplıyorum. Şaşırıyorlar ve bu saydıklarımın yönetmen olup
olmadığını soruyorlar. "Hayır," diyorum. "Bunlar yazar." Ve bu da benim
için bir filmden çok daha önemli.
Amator, 1979
Benim ilk filmimden son
filmlerime kadar hepsi, pusulalarını şaşırmış, nasıl yaşamaları
gerektiğini bilemeyen, doğru ve yanlışı ayırt edemeyen ve umutsuzca bir
arayış içinde olan insanlar hakkındadır. Bütün bunlar neden? Neden sabah
kalkıyoruz? Neden akşamları yatıyoruz? Sonra yine neden kalkıyoruz? Bir
uyanışla diğeri arasındaki vakti nasıl geçirmeli? Sabahları huzur
içinde tıraş olmak ya da hazırlanmak için zamanımızı nasıl
değerlendirmeliyiz gibi çok temel sorulara cevap arayan insanların
öyküsü.
No End, 1986
Amaç içimizde yatanı yakalamak, ama bunun filmini çekmenin imkanı yok.
Buna sadece yaklaşabiliriz. Edebiyat için bu çok uygun bir konu. Belki
de, dünyadaki tek konu. Büyük edebiyat eserleri ona yaklaşmakla kalmayıp
onu tanımlamaya da çalışıyor. İçimizdekini tanımlamayı başarmış bir kaç
yüz kitap vardır. Camus böyle kitaplar yazmıştı. Dostoyevsky de.
Shakespeare bu konuda oyunlar yazmıştı. Yunanlı tiyatro yazarları,
Faulkner, Kafka, çok sevdiğim Vargas Llosa da böyle kitaplar yazdılar.
Vargas Llosa'nın yazdığı Katedralde Konuşma bunu başarabilmiş
kitaplardan.
Blınd Chance, 1981
Sanatta
kalitenin belirtisi bence şu: Bir şey okuduğumda, gördüğümde ya da
dinlediğimde birden, birisinin benim de düşündüğüm ya da yaşadığım bir
şeyi formüle ettiği duygusuna kapılıyorum; tam benim düşündüğüm gibi
ancak benim hayal ettiğimden daha iyi cümlelerle ya da daha iyi görsel
düzenlemelerle ya da daha iyi bir ses kompozisyonuyla formüle edilmiş.
Ya da bir anlığına, bende, güzellik hissi veya sevinci uyandırıyor. İşte
büyük edebiyatı, ortalama edebiyattan ayıran da bu. Büyük edebiyat
eserlerini okuduğunuzda, söylediğinizi ya da duyduğunuzu zannettiğiniz
bir iki cümleye mutlaka rastlarsınız. Sizi ilgilendiren bir tanım ve
etkileyen bir imgedir bu, sizin imgenizdir. Sayfaların birinde,
kendinizi aynı durumda buluverirsiniz ya da sizden çok farklı ama, sizin
bir zamanlar düşündüğünüz gibi düşünen ya da gördüğünüz gibi gören
birine rastlarsınız. Büyük sinemacılık dedikleri de bunlar - eğer böyle
bir şey varsa. Bir an için kendinizi orada buluverirsiniz; ancak bu
duruma duygusal mı yaklaştığınızın veya bu durumu entelektüel,
karşılaştırmalı ve analitik olarak mı düşündüğünüzün esasında hiç önemi
yoktur.
Filmler buralarda bir yerlerdeler.
İçimizde bir yerlerde kalıyorlar. Hayatlarımızın, iç dünyalarımızın bir
parçası haline geliyorlar. Gerçekten olmuş olaylar kadar bize aitler.
İcat edilmiş olmalarının dışında, gerçek olaylardan bir farkları
olduğunu düşünmüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder