Pessoa'nın Evreninden Parçalar

Kardeşliğin ve sevginin mutlak yokluğuyla çevrili etrafım. Bana bağlı olanlar bile gerçekten bağlı değil; dostum olmayan dostlarla, beni tanımayan tanıdıklarla çevriliyim.

Gerçek dostum olmadığı anlamına mı geliyor bu? Hiç değil; var. Ama onlar hakiki dost değil.



Tamamen yalnızım, iyice terk edilmişim. Bütün bağlar birbiri ardına kopuyor... yakında kendimi mutlak anlamda yalnız bulacağım.

İşin kötüsü, dünyadaki metafizik varlığımı asla unutmuyorum. Her hareketimi felç eden, sadeliğin, dolaysız heyecanın kanını bütün cümlelerimden çekip alan transandantal utangaçlık buradan kaynaklanıyor.



Ben her zaman yaşamın bir seyircisi olmaya çalıştım, asla hayata karışmadım. Böylece, başıma gelen  her şeye bir yabancı gibi tanık oluyorum - şu ihtiyat payıyla ki, etrafımdaki zavallı olaylar karşısında pek hoş bir şehvet hissi duyuyorum (...) .


*


Kimseyi ziyaret etmiyorum, kimseyle buluşmuyorum -ne salonlarda, ne kafelerde. Başka türlü davranmak, içsel birliğimi feda etmek, kendimi gereksiz sohbetlere teslim etmek, düşüncelerimden ve projelerimden değilse de en azından düşlerimden -onlar başkalarının söylevinden her zaman daha güzeldir- zaman çalmak olur.

Gelecek insanlığa borçluyum. Kendimi heder edersem, aynı zamanda, yarının insanlarına miras kalabilecek tanrısal ortak varlığı da heder etmiş olurum; onlara verebileceğim mutluluğu azaltırım ve yalnızca kendi gerçek gözlerimde değil, Tanrı'nın olası gözlerinde de kendi değerimi azaltmış olurum.

Belki böyle değil, ama buna inanmanın görevim olduğunu hissediyorum.



*

Ne kadar az gerçek dostun olduğunu dikkate al; çünkü pek az insan gerçek dost olabilir.


...

Yakın dost, benim ideallerimden, düşlerimden biridir; ama yakın bir dost asla sahip olamayacağım bir şeydir. Hiçbir mizaç benimkine denk değil; yakın bir dostta olmasını hayal ettiğim şeyin kıyısına bile yaklaşan kimse yok dünyada. Olsun; artık bundan söz etmeyelim.




*



Ne kim olduğumu biliyorum ne de hangi ruhun benimki olduğunu.

Ben samimiyetle konuştuğumda bu samimiyetin hangisi olduğunu bilmiyorum. Var olup olmadığını bilmediğim bir benden çeşitli biçimlerde farklıyım.

Sahip olmadığım inançlar hissediyorum. Beni tiksindiren arzulardan zevk alıyorum. Kendime yönelik daimi dikkatim, belki de sahip olmadığım ve bana ait görmediği bir karaktere karşı ruhumun ihanetlerini bana sürekli belirtiyor.

Kendimi çoğul hissediyorum.

Tek tek hiçbirinde bulunmayan ama hepsinde bulunan tek bir merkezi gerçekliği sahte yansılar halinde deforme eden sayısız ve fantastik aynalarla süslü bir oda gibiyim.

Kendini yıldız, dalga ve çiçek hisseden panteist gibi, ben de kendimi çok hissediyorum. İçimde yabancı yaşamları yaşıyormuş gibi hissediyorum kendimi; ama eksik olarak. Sanki varlığım bütün insanların varlığına katılıyormuş ama her birinde eksik olarak bulunuyormuş ve tamamen pastiş bir ben halinde birleşmiş bir ben olmayan toplamı halinde bireyselleşiyormuş gibi eksik.




...

Eyleme geçmek müdahale etmektir. Uzanmış bir kol yer işgal eder ve böylece, metafizik bir heykel halini alır. Bu önemsiz olguya, gündelik yaşamın üzerinde uçuşan, esrik bir önem vermekten kendimi hiç alıkoyamadım.


...

Okumak... kendini yitirmek... bulmak
Kendimin ücrasında [...]
Yalnızca bilim teselli eder.
Yalnızca bilim bağışlar ve teselli eder. Hücresinin sessizliği içinde, hayatını hep okuyarak geçiren bir alimin duygusal yazgısı, benimki gibi marazi sinirlere sahip olan kişilere en uygun şey gibi gelmiştir her zaman. Her şeyden uzaklaşma ve yaşamı yaşam yapan her şeyden - tıpkı tahtından feragat eden bir kral gibi- görkemli bir feragat.

Huzur! Kim huzur verecek bize? Uykusuz arzularımızı kim uykuya yatıracak? İşe yaramaz, soğuk ihtiraslarımızı kim ısıtacak?
İçimde yaşayan sıkıntı bana hep ölü odalara layıkmış gibi geldi. Ama ne ona yakışan konutu verebildim, ne de hoşuna gidebilecek atmosferi.... Ne zavallı bir hayat benimki; çok şey hissedip yeterince [yaşamıyor?]!




*

Eserimin uç sınır ve hudutları zamanın sonuyla ve ulusların sınırlarıyla çakışmayacaksa, bu dünyadaki misyonumun toprağa dökülen bir kova sudan ve çöllerin ortasındaki yankısız bir çığlıktan başka bir şey olmadığını kabul ederim. Kalbim, alacalı bulacalı bir şekilde birbirini izleyen modaları, dillerin arasındaki anlaşılmaz farklılıkları, dönemlerin tek tip dalgalarını ve halkların sonsuz çeşitliliğini aşacak bir ün istiyor. Geri kalan her şey, benim ruhum için, özlemlerin yozlaşmasından başka bir şey değildir ve eğer bu olursa, kalbim, basamakları olmayan bir merdiven, kendinin inkarı ve saçmalığı olacak.

 Kendi destanım olmayacaksam, boş yere yaşamışım demektir. Eğer bütün kartlarım sonsuzluğun mührünü taşımayacaksa, içimdeki tanrıların zamanını israf etmiş olurum. Görünür dünyanın herhangi bir kazası - soğuyan dünya ya da hepimizi toza çevirerek bizi heder edecek bir kuyrukluyıldız-, sahip olduğum hayatın elyazmasının üzerine düzelten bir çizgi çekecekse, ben ancak kendimin boşluğu olurum, suskun seyirciler olan şu yıldızların adsız yankısı olurum.




BİZİ ÖLDÜREN ŞEY
İdealsiz [...] yaşamımızdır,
Şükran sunan [...] yaşamımızdır,
 İyi günde de kötü günde de...
Bu, şimdiki zamanda da geleceğe dair fikrimizde de bizim olan, hiç idealsiz, gündelik hayatla sınırlı bu yaşamdır. Dini yitirdiğimizden beri, yerine koyacak bir şey bulamadık: Ne sanat (çünkü sanat da din gibi çok az sayıda insan için yapılır), ne daha az kişi için yapılan bilim, ne de neredeyse hiç kimse için yapılan felsefe.

Ben burada pratik tutumdan değil, ideallerden söz ediyorum.
Bir toplum idealsiz asla büyük ve saf olamaz; gerçekten de, [...] doğmakta olan ahlakta, gündelik kullanıma dönük ve kökeni de tamamen gündelik olan ahlakta, hiç kuşkusuz, belli bir haya, bir dürüstlük bulunur [...], makul insani içgüdüler bulunur, ama hangi türden olursa olsun asla soyluluk ve karakter büyüklüğü yoktur. Önemli olan da budur. İdeal, yaşamdır; biz ideali kademe kademe yitiriyoruz ve bizim dirimselliğimiz de keder verici bir şekilde azalıyor.    




Eski denizcilerin ünlü bir sözü vardı: "Denize açılmak şarttır, yaşamak değil."

Bu cümlenin ruhu bana tamamen uyuyor; yine de bana şeye uyum sağlaması için onu dönüştürmek gerek. Yaşamak şart değil; şart olan, yaratmaktır.

Yaşamdan zevk almaya bel bağlamıyorum; aklımdan bile geçmiyor bu. Yalnızca büyük şeyler yapmak istiyorum; bunu bedeli bedenimin ve (ruhumun?) bu koru besleyen odun olması bile olsa. 





*

"Meçhul bir dahi" olmanın tüm yazgılardan daha güzel olduğu şeklindeki cümle benim için kör edici bir kesinliktir; bence bu yalnızca en güzel yazgı değil, aynı zamanda en büyük yazgıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder