İKİ YILDIR DÜNYAYI DOLAŞIYOR. TELEFON YOK, HAVUZ YOK, EVCİL HAYVAN YOK, SİGARA YOK. EN ÜST DÜZEYDE ÖZGÜRLÜK. AŞIRI UÇLARDA BİRİSİ. EVİ YOLLAR OLAN GÜZELLİK DÜŞKÜNÜ BİR GEZGİN. BİR DAHA DÖNMEMEK ÜZERE ATLANTA'DAN KAÇTI, ÇÜNKÜ "BATI EN İYİSİ". VE ŞİMDİ, İKİ BAŞIBOŞ YILIN ARDINDAN, SON VE EN BÜYÜK MACERA GELDİ ÇATTI. İÇİNDEKİ SAHTE BENLİĞİ ÖLDÜRMEK VE RUHSAL DEVRİMİNİ ZAFERLE SONUÇLANDIRMAK İÇİN SON ÇARPIŞMASI. YÜK TRENLERİNDE VE OTOSTOPLA ON GÜN ON GECE SÜREN YOLCULUĞU ONU KUZEYİN GÖRKEMLİ BEYAZLIĞINA GETİRDİ. YAKASINI KURTARDIĞI MEDENİYET ONU DAHA FAZLA ZEHİRLEYEMEYECEK. ARTIK YABANDA YİTMEK İÇİN YÜRÜYOR.
ALEXANDER SUPERTRAMP
MAYIS 1992
İnto the Wild, 2007, Sean Penn |
Nisan 1992'de Amerika'nın Doğu Kıyısı'nda varlıklı bir aileden gelen genç bir adam, otostopla Alaska'ya gidip tek başına McKinley Dağı'nın kuzeyindeki yaban doğanın içine karıştı. Dört ay sonra çürümüş cesedi geyik avcıları tarafından bulundu.
Cesedin bulunmasından kısa bir süre sonra, Outside dergisinin editörü, çocuğun ölümü üzerindeki sis perdesini aralayacak bir yazı yazmamı istedi. Adı Christopher Johnson McCandless'dı. Washington D.C.'nin zengin bir banliyösünde büyüdüğünü, okuldaki üstün başarılarının yanı sıra çevresi tarafından seçkin bir atlet olarak tanındığını öğrendim.
1990 yazında Emory Üniversitesi'nden dereceyle mezun olmasının hemen ardından, McCandless ortalıktan kayboldu. Adını değiştirdi, banka hesabındaki yirmi dört bin doların tamamını bir hayır kurumuna bağışladı, arabasıyla birlikte sahip olduğu eşyaların neredeyse tümünden kurtuldu, cüzdanında kalan son banknotları yaktı ve ham, sıradışı deneyimler peşinde toplumun en uç kesimlerine sığınarak Kuzey Amerika'yı arşınladığı yeni bir yaşam kurdu. Cesedi Alaska'da bulunana dek, McCandless ailesi ne çocuklarının nerede olduğunu, ne de başına ne geldiğini öğrenebildi.
Aşırı ölçüde hassas bir genç olan McCandless, modern hayatla kolay kolay uyuşmayacak, katı, inatçı bir idealizm taşıyordu. Tolstoy'dan etkilenmişti. Özellikle de büyük Rus romancısının basit ve yoksul hayatı tercih ederek zenginlik ve imtiyazlarla örülü bir dünyayı terk edişine hayran kalmıştı. Üniversite yıllarında yakınlarını önce etkileyecek ancak sonraları ürkütecek üzere Tolstoy'un çileciliğine ve ahlaki katılığına öykünmeye başladı. Yaban Alaska topraklarına adım attığında bolluk içinde bir dünyaya yönelik hayaller gütmüyordu; aradığı şey tam olarak tehlike, zorluk ve Tolstoyvari bir feragatti. Peşinde olduğu tüm bu şeylere fazlasıyla ulaştı da...
Aslına bakılacak olursa, görünüşte çok önemli olmayan bir ya da iki hata yapmamış olsaydı, dört ayını geçirdiği yabanıl topraklardan nisan ayında girdiği gibi sessiz sedasız çekip gidebilirdi. Ancak yaptığı masum hataların önemli ve telafi edilemez olduğu ortaya çıkınca adı bulvar gazetelerine taşındı ve geride, çocuklarına duydukları güçlü ve acı yüklü sevginin parçalarına tutunmaya çalışan darmadağın bir aile bıraktı.
Jon Krakauer
*
February 12, 1968 - August 18, 1992 |
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder