Bilim Aşkı Üzerine Düşünceler

Aslında hayatta olunabilecek en heyecanlı, en tatmin edici ve en coşku verici zamanda yaşıyoruz; temel meselelerde cehaletten aydınlanmaya geçtiğimiz, merakla başladığımız ve anlayışla bitirdiğimiz bir çağ bu. Gezegenimizdeki bütün bu dört milyar yıllık yaşam boyunca, insan türünün dört milyon yıllık bütün tarihi boyunca bu eşsiz geçiş anını yaşama ayrıcalığına sahip sadece tek bir kuşak var ve o bizim kuşağımız.

Önümüzdeki birkaç on yıllık dönemde, evrenin oluşumuyla ilgili bazı sorular da dahil kökenler meselesi deneysel araştırmaya elverişli olabilir. Büyük kozmolojik soruların, insanlığın dinsel hassasiyetlerini etkilemeyecek akla yakın cevapları yok. Ancak cevapların bürokratik ve bağnaz dinleri bozguna uğratma ihtimali var. Sonsuza dek hep aynı kalacak şekilde kurulmuş, eleştiriye kapalı dinlerin uzun vadede yozlaşması bence kaçınılmazdır. Son zamanlarda yaşanan gelişmeler bu yozlaşma için uygun şartlar yaratmıştır. Kökenler ve sonları ilgilendiren sorularda dinsel ve bilimsel amaçlar hemen hemen aynıdır. İnsanın yapısı onu doğuştan gelen bir tutkuyla bu soruların cevabını bulmaya iter. Bunun sebebi belki de kendi bireysel kökenlerimizdeki gizemdir. Evet, modern bilimsel anlama kabiliyetimiz belki sınırlı ama MÖ 1000 yılındaki Babilli atalarımızınkinden çok daha ileri. İnanıyorum ki, gerek bilimsel gerekse toplumsal yönden yeniliklere kendini uyarlamaya gönülsüz dinler er geç silinip gidecektir. Bir inanç sistemi kendisine yönelik en ciddi eleştirilere cevap vermediği sürece hayatta kalamaz, gelişip ışıldayamaz.  



*************************************************************
- Daha düne kadar maymundular. Biraz zaman tanı onlara.

- Maymun maymundur, değişmez.

- Hayır, değişecek... Bir çağ sonra gel bak, o zaman göreceksin...

H.G.Wells'in Mucizeler Yaratan Adam öyküsünden
 uyarlanan filmde, Tanrılar dünya üzerine konuşuyorlar.
*************************************************************


BİLİM, bir bilgi bütünlüğünden çok bir düşünme biçimidir. Amacı Dünya'nın nasıl işlediğini bulmak, olası düzeneklerini araştırmak, tüm maddenin yapı taşı olabilecek atomaltı parçacıklardan yaşayan organizmalara, sosyal insan toplumuna ve oradan da evrenin tamamına değin her şeyin birbiriyle nasıl bağlantılandığını derinlemesine anlayabilmektir. Sezgilerimiz asla yanılmaz bir rehber değildir. Eğitim ve önyargılar ya da dünyadaki oluşumlara zaten kısmen açık olan duyu organlarımızı çarpıtabilir. Öyle ki, sürtünmesiz ortamda yarım kilo kurşunun bir gram tüyden daha hızlı düşüp düşmeyeceği gibi açık bir soru bile, hem Aristo hem de Galileo'nun zamanından önceki hemen herkes tarafından yanlış cevaplandırılmıştı. Bilim deneye dayanır, köhne sabit fikirlere istekle meydan okuyabilmeye, evreni gerçekte olduğu gibi görebilme şeffaflığına yaslar sırtını. Bu yüzden de bazen cüretkarlık, en azından basmakalıp bilgeliği sorgulayabilecek cesaret gerektirir.

Bunun ötesinde bilimin püf noktası gerçekten bir şey düşünmektir: Bulutların şekli; bir yaprağın bir çiğ damlasının oluşumu; bir isim veya sözcüğün kökeni -örneğin "Shakespeare" ismi veya "sevecen"-; insanın sosyal yaşamındaki adetlerin -mesela ensest tabusunun-sebebi; güneş ışığına tutulan bir merceğin kağıdı nasıl yakabileceği; bir bastonun nasıl olup da gitgide daha çok bir dal parçasına benzediği; yürüdükçe neden Ay'ın da peşimizden geliyormuş gibi olduğu; Dünya'nın merkezine inen bir delik açmamızı neyin engellediği; küre biçimindeki bir dünya üzerinde "aşağı" sözcüğünün nasıl bir anlam kazandığı; dün yenen öğle yemeğinin bugün vücut tarafından nasıl kas ve iskelete dönüştürüldüğü; veya evren sonsuz mudur ve sonsuz değilse öteki ucunda ne vardır sorusunun bir anlamı olup olmadığı. Bu soruların bazısının yanıtlanması oldukça kolaydır. Diğerlerinin, özellikle de sonuncusunun yanıtı bugün bile bulunamamıştır. Bunlar doğal olarak sorulan sorulardır ve öyle ya da böyle bütün kültürler bunlara benzer sorular sormuşlardır. Hemen her defasında "Öylesine Hikayeler" kabilinden önerilen cevaplarsa, deneye hatta kıyaslamalı gözleme bile dayanmayan açıklama girişimleri olmaktan öteye gidememiştir.

Oysa bilimsel zihin dünyayı sanki alternatif dünyalar varmışçasına inceler. O zaman şöyle bir soru sormak kaçınılmaz olur: Niçin var olan sadece gördüklerimiz de başka şeyler değil? Güneş, Ay ve gezegenler neden küre şeklinde? Niçin piramit, küp ya da on iki düzeyli küre şeklinde değil? Neden düzensiz, karmaşık şekillerde değil? Böylesi bir simetrinin var olmasının sebebi ne? Hipotezler üretmek için belli bir zaman harcar, bu hipotezlerin mantıksal olup olmadığını, diğer bulgularınızla uyuşup uyuşmadığını kontrol eder, hipotezlerinizi destekleyecek veya çürütecek deney yolları ararsanız kendinizi bilim yaparken bulursunuz. Ve bu düşünme alışkanlığı tekrar ettikçe onu daha da geliştirirsiniz. Bir şeyin -hatta Walt Whitman'ın dediği gibi bir çimen yaprağının bile- ta kalbine erişebilmek öylesine bir coşku, öylesine bir zevktir ki, belki de gezegendeki tüm canlılar arasında sadece insana özgüdür. Biz zeki bir türüz ve zekamızı kullanmak doğal olarak  bize haz verir. Bu bağlamda beyin bir kas gibidir. İyi düşündüğümüz zaman iyi hissederiz. Anlamak bir tür esrimedir.

Carl Sagan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder