Einsteın

Albert Einstein, Summer 1939 Nassau Point, Long Island, NY


Einsteın'ın din ve politika hakkındaki görüşleri birbiriyle bağlantılıydı. Ailesi Yahudi kökenliydi ama dinsel ritüeller uygulamıyorlardı. Buna rağmen Eınsteın, "geleneksel eğitim makinesinin, yani devlet ve okulun çarkları arasında" genel anlamda dini kabullendi. Ancak on iki yaşındayken bu inancı aniden sona erdi. "Yaygın bilimsel kitapları okuya okuya Kutsal Kitap'ta anlatılan hikayelerin doğru olamayacağı kanısına kesin olarak varmıştım. Bunun bende yarattığı etki aşırı özgür düşünüş ve beraberinde devletin gençliği kasıtlı olarak yalanlarla aldattığı inancıydı; muazzam bir etkiydi bu. Bu deneyimle birlikte giderek her türlü otoriteye, herhangi bir sosyal çevrede geçerli olan inanışlara hep şüpheyle yaklaşmaya başladım; daha sonraları sebebsel bağlantıları daha iyi değerlendirebildiğim için, başlangıçtaki o zehirleyici etkisini yitirse de yaşamım boyunca beni asla terk etmeyen bir tavır oldu bu."

Eınsteın'ın yaşamı boyunca iki temel eğlencesi oldu, keman çalmak ve yelkenliyle gezmek. O yıllarda yaşlanmış bir hippiye benziyordu ve bir bakıma zaten öyleydi. Beyaz saçlarını uzatıyor, ünlü ziyaretçilerini ağırlarken bile takım elbise, kravat yerine süveter ve deri ceket giyinmeyi tercih ediyordu. Onda gösterişin zerresi yoktu ve hiç yapmacıksız " İster çöpçü olsun ister üniversitenin başkanı, fark etmez, ben herkesle aynı şekilde konuşurum," diyordu. Sıklıkla halka açıktı ve hep başarılı olamasa da- zaman zaman lise öğrencilerinin geometri problemlerine yardım ediyordu. Bilimde en iyi geleneksel yol olduğu üzere, katı bir deneysel sınav standardını aştığı sürece yeni fikirlere açıktı. Açık görüşlüydü, fakat yakın dünya tarihiyle ilgili gezegensel felaket iddiaları konusunda şüpheciydi. Aynı şekilde duyu ötesi algı deneyleri de ona göre tartışmalı bir alandı; özellikle alıcı ve verici arasındaki mesafe artsa bile telepatik yeteneğin azalmadığı savı onun bu kanıya varmasında önemli rol oynamıştı.

Dini meseleler konusunda birçoklarından daha derin düşünüyordu ve sık sık da yanlış anlaşılıyordu. Amerika'ya yaptığı ziyaret sırasında Boston Kardinali O'Connel, izafiyet teorisi "ateizmin korkunç hayaletini maskeliyor" diye bir uyarıda bulunmuştu. Bunun üzerine endişeye kapılan New Yorklu bir haham Eınsteın'a bir telgraf çekti: "Tanrı'ya inanıyor musunuz?" Eınsteın telgrafla cevap verdi: "Ben, kendini varoluşun uyumunda, ihtişamında gösteren tanrıya, Spinoza'nın Tanrısına inanıyorum, insanların kaderi ve faaliyetleriyle ilgilenen Tanrıya değil." Bu günümüzde birçok ilahiyatçının da kucakladığı çok daha ince bir dinsel yaklaşımdır. Einsteın dinsel inançlarında alabildiğine samimiydi. 1920'ler ve 1930'larda kuantum mekaniğiyle ilgili basit bir kural hakkında ciddi şüpheler belirtmişti: Maddenin en temel düzeyinde parçacıklar, Heısenberg'ın belirsizlik ilkesinde bahsedildiği gibi tahmin edilemez bir davranış sergiliyordu. Eınsteın, "Tanrı evrenle zar atmaz" diyerek bir diğer konuşmasında ekliyordu: "Tanrı ince düşünür, ama zalim değildir." Hatta böyle aforizmalardan o kadar hoşlanıyordu ki bir gün Danimarkalı fizikçi Niels Bohr biraz da öfkeyle ona dönerek şöyle demişti: "Tanrıya ne yapması gerektiğini söylemeyi bırak artık!" Bununla beraber birçok bilimci, eğer Tanrının niyetlerini bilen biri varsa o ancak Eınsteın olabilir, diye düşünüyordu.

Eınsteın'ın son eylemi, Bertrand Russel ve diğer birçok bilimciyle, eğitimciyle birleşerek nükleer silahların geliştirilmesini yasaklamak için gösterdiği başarısızlıkla sonuçlanan çabaydı. Nükleer silahların her şeyi değiştirse de düşünme şeklini değiştirmediğini, savunuyordu. Düşman kamplara bölünmüş bir dünyada nükleer enerji insan yaşamına karşı en büyük tehlikeydi ona göre: "Nükleer silahları yasaklamak ya da topyekun yok olmak seçeneği bizim elimizde. Milliyetçilik bir çocukluk illetidir. İnsanlığın su çiçeği hastalığıdır... Ders kitaplarımız savaşı yüceltiyor ve onun korkunç yönlerini gizliyor. Çocuklara nefret aşılıyor. Bense savaşı değil, barışı öğretirdim. Nefret yerine sevgiyi aşılardım."

1955 yılında, ölümünden dokuz yıl önce, altmış yedi yaşındayken bütün hayatını adadığı amacını şöyle anlatıyordu. "Orada, ötelerde dev bir dünya vardı, biz insanlardan bağımsız, incelemeye, düşüncelerimize en azından kısmen açık, sonsuz bir bilmece gibi önümüzde uzanan bir dünya. Özgürlüğün çağırması gibiydi sanki bu dünyayı düşünmek... Bu cennete ulaşan yol hiç de dinsel yol gibi rahat ve çekici değildi ama kendisine güvenebileceğini kanıtladı ve ben onu seçtiğim için asla pişmanlık duymadım."  

Carl Sagan,
Bilim Aşkı Üzerine Düşünceler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder