Giacometti'nin figürleri tekbaşlarına, yalnızlar. Ama bir araya getirildiklerinde, nasıl oluyorsa işte, yalnızlıklarından kurtulup birleşerek, küçük ve büyülü bir topluluğa dönüşüveriyorlar.
" Masadan uzak bir açıklığa, odanın tabanına konmuş figürleri incelerken, çoktandır araştırmakta olduğum bir ilişki içinde iki gruba ayrıldıklarını keşfettim. En ufak bir değişiklik bile yapmada her iki grubu da altlıklarına yerleştirdim..."
İnsan kalabalığı, Giacometti'nin üzerinde çalıştığı konulardan biri. Bir meydanda birbirlerine bakmadan geçen insanlar. Umutsuz, yalnız, ama birlikte. Birbirlerini kaybeden, ama birbirlerini aramadıkça da asla birbirlerini kaybetmeyecek olan insanlar. bu tip grup heykellerinden biri üzerinde iyice düşünerek, kendi evrenini benden çok daha iyi tanılıyor Giacometti:
"...acımasız geçen yıllar boyunca iyice gözlemlenmiş bir orman parçası... birbirlerinin yolları üzerinde durarak konuşan insanlar gibi, kuru ve ince gövdeli ağaçlardan oluşan bir orman."
" Masadan uzak bir açıklığa, odanın tabanına konmuş figürleri incelerken, çoktandır araştırmakta olduğum bir ilişki içinde iki gruba ayrıldıklarını keşfettim. En ufak bir değişiklik bile yapmada her iki grubu da altlıklarına yerleştirdim..."
İnsan kalabalığı, Giacometti'nin üzerinde çalıştığı konulardan biri. Bir meydanda birbirlerine bakmadan geçen insanlar. Umutsuz, yalnız, ama birlikte. Birbirlerini kaybeden, ama birbirlerini aramadıkça da asla birbirlerini kaybetmeyecek olan insanlar. bu tip grup heykellerinden biri üzerinde iyice düşünerek, kendi evrenini benden çok daha iyi tanılıyor Giacometti:
"...acımasız geçen yıllar boyunca iyice gözlemlenmiş bir orman parçası... birbirlerinin yolları üzerinde durarak konuşan insanlar gibi, kuru ve ince gövdeli ağaçlardan oluşan bir orman."
Giacometti'nin yaptığı vücutlarda başka bir şeylerin olduğu belli. Bir sürgün kampından, bir gençlik pınarından ya da bir iç bükey aynadan mı ortaya çıkarlar dersiniz? İlk bakışta sanırsınız ki, Puchenwald kampında bir deri bir kemi kalmış zavallılarla karşı karşıyayız. Ama hemen biraz sonra yanıldığımızı anlayıp bambaşka duygulara kapılırız. Onun incecik dal gibi yaratıkları sanki semaya doğru yükselmekteler; yeryüzünden cennete doğru uçan bir grup İsa ve Meryem ile karşı karşıyayız sanki. Dans etmekteler: Kendileri, dans zaten; aynen bize vaat edilen tanrısal vücutlar gibi, orta yoğunlukta bir maddeden yapılmışlar. Ve biz hala bu mistik yükselişe dalmış derin derin düşünürken, bu sıska vücutlar açılıp güzelleşirler. Gördüklerimiz sadece dünyevi çiçeklerdir.
Giacometti'nin tarih öncesi yüzüne şöyle bir göz atarsak, onun, kendini zamanın başlangıcına yerleştirme arzusunu ve gururunu hemen fark edebiliriz. Giacometti Kültür ile alay eder, dalgasını geçer; İlerleme'ye en azından - Güzel Sanatlar'daki bir ilerlemeye - pek değer vermez. Çağdaşlarından ya da Altamira ve Eyzies Mağaralarında yaşamış ola atalarından "daha ilerlemiş" olarak görmez kendini.
Bu yerinde duramayan fakat bir o kadar da kararlı sanat işçisi, kendi çalışmalarını hep yavaşlattığından dolayı, taşın dirençliliğinden pek hoşlanmaz. Bundan dolayı hafif ve aynı zamanda da her biçime sokulmaya en elverişli, gerektiğinde çabucak parçalanabilen ve bütün malzemeler içinde en uçarı-ruhsal malzemeyi seçer: Alçı. Parmak uçları zorlukla hisseder bu maddeyi. Alçı, sanatçının ulaşılmaz ve anlaşılmaz devinimlerine bir yanıttır.
Atölyesine gelen birisi ilk olarak, uzun ve kırmızımsı iplere dolanarak onu yarı katı bir hale sokan beyaz nesnelerden yapılmış (alçı ve üstüpü karışımı) bu garip korkulukları fark edecektir hemen. Giacometti'nin deneyimleri, düşünceleri, ihtirasları ve düşleri, bir an için onun alçı adamlarına yönelerek onlara birer biçim verirler, sonra birlikte devam ederler. Sürekli olarak hep bir değişim içinde olan ve belli bir biçimi olmayan bu garip yaratıklardan her biri, Giacometti'nin başka bir yaşamı sanki.
Heykellerin her biri onun canından, kanından birer parça; ne çare ki bunu anlayamaz. Sonuca tam ulaştı derken, birdenbire, daha hafif, daha ince ve daha uzun bir kadın hayali kurmaya başlar. Bize göre bitmiş de olsa, eser onun gözünde henüz mükemmel değildir. Bütün neden, eserleri aracılığıyla ideal olanı yakalamaktır.İşte sırf bu yüzden, asla gönül rahatlığıyla bitiremez işini; çünkü içindeki başka birisi ne yapar eder yaptığı şeyi aşmayı başarır. Her zaman böyle bu.
"Zaman zaman bitirdiğimde" der Giacometti, "yazı yazacağım, resim yapacağım, sonra keyfime bakacağım". Ama biliyoruz ki bitmeden ölüp gidecek. Haklı olan biz miyiz yoksa o mu? O haklı. Çünkü, da Vinci'nin belirttiği gibi, bir sanatçının mutlu olması pek iyi bir şey değil. Ama öte yandan, biz de haklıyız: Sanatçı mutlu olabilmeli. Gariptir; Kafka, ölüm döşeğinde yatarken kitabının yakılmasını rica etmiş; Dostoyevski ise, hayatının son anlarına kadar Karamazov Kardeşler'in devamını yazmayı düşlemişti. Her ikisi de büyük olasılıkla tatminsiz öldüler. Birincisi, kitabının üzerine artık bir nokta bile ekleyemeyeceği düşüncesiyle, ikincisi ise, o ana kadar henüz yeterince iyi bir eser ortaya koyamadığından yakınarak çekip gitti dünyadan. Her şeye rağmen, büyük bir olasılıkla ne düşünüp neler ortaya koyduklarından habersizdiler. Ve hiç tartışmasız, savaşı kazananlar hanesine yazıldılar.
Mücadeleyi kazanan bir diğer sanatçı, Giacometti. Kendisi de bu gerçeğin tamamen farkında. Heykellerini bir cimri gibi saklamasının, işi savsaklayıp ağırdan almasının ve zaman kazanmak için yüzlerce bahane uydurmasının ona bir yararı yok. Beyhude çabalar bunlar. Ne yaparsa yapsın, insanlar atölyesine gelerek onu bir kenara itecek ve atölyesinin tabanını bir örtü gibi kaplayan alçılar da dahil olmak üzere, eserlerini alıp uzaklara götürecekler. Bunun farkında. Yılgın tavrı ihanet ederek, ele verir onu. Nihayet, bizzat kendisine rağmen başardığının, ve ayrıca, bize ait olduğunun da farkında Giacometti.
"Zaman zaman bitirdiğimde" der Giacometti, "yazı yazacağım, resim yapacağım, sonra keyfime bakacağım". Ama biliyoruz ki bitmeden ölüp gidecek. Haklı olan biz miyiz yoksa o mu? O haklı. Çünkü, da Vinci'nin belirttiği gibi, bir sanatçının mutlu olması pek iyi bir şey değil. Ama öte yandan, biz de haklıyız: Sanatçı mutlu olabilmeli. Gariptir; Kafka, ölüm döşeğinde yatarken kitabının yakılmasını rica etmiş; Dostoyevski ise, hayatının son anlarına kadar Karamazov Kardeşler'in devamını yazmayı düşlemişti. Her ikisi de büyük olasılıkla tatminsiz öldüler. Birincisi, kitabının üzerine artık bir nokta bile ekleyemeyeceği düşüncesiyle, ikincisi ise, o ana kadar henüz yeterince iyi bir eser ortaya koyamadığından yakınarak çekip gitti dünyadan. Her şeye rağmen, büyük bir olasılıkla ne düşünüp neler ortaya koyduklarından habersizdiler. Ve hiç tartışmasız, savaşı kazananlar hanesine yazıldılar.
Mücadeleyi kazanan bir diğer sanatçı, Giacometti. Kendisi de bu gerçeğin tamamen farkında. Heykellerini bir cimri gibi saklamasının, işi savsaklayıp ağırdan almasının ve zaman kazanmak için yüzlerce bahane uydurmasının ona bir yararı yok. Beyhude çabalar bunlar. Ne yaparsa yapsın, insanlar atölyesine gelerek onu bir kenara itecek ve atölyesinin tabanını bir örtü gibi kaplayan alçılar da dahil olmak üzere, eserlerini alıp uzaklara götürecekler. Bunun farkında. Yılgın tavrı ihanet ederek, ele verir onu. Nihayet, bizzat kendisine rağmen başardığının, ve ayrıca, bize ait olduğunun da farkında Giacometti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder