Öteki Prova


Bugün 50 yaşımdayım; bilebildiğim kadarıyla hiç fotoğrafım yoktur, çekilmediğimden değil: Bir biçimde karenin içinde yer almışsam bile, ki hep kaçındım o durumdan, kimsenin albümünden baktığımı sanmam meraklı gözlere, olsa olsa teşhis edilmemiş bir yabancı kimliğiyle anılmışımdır birkaç kez. Kimseye mektup yazmadım, aldığım mektupları saklamadım. Yaşadığımı kanıtlayan bir dolu belge, evrak olsa gerektir çeşitli arşivlerde: Eğitim 'gördüm', askerlik yaptım, babamdan kalma, akarıyla iyi kötü yaşadığım iki dükkanın vergilerini ödedim, doğduğum için nüfus kağıdım, ara sıra yolculuğa çıktığım için bir pasaportum var tabii; gelgelelim, hiç çalışmadım, evlenmedim, bir çocuğum olduğunu biliyorum, onu hiç görmedim.

...

Komşularımla tanışmıyorum, tıpkı mahallede gündelik alışverişimi yaptığım dükkanlardaki insanlar için olduğu gibi, topu topu aşina bir yüzüm. Benim düpedüz deli, meczup olduğumu düşündüklerini sanmıyorum: Terbiyeli, sakin, şüphesiz aşırı mesafeli bir insanım, münzevi yaşayışım onların ola ki bana acımalarına yol açıyordur. Zaman zaman meraklarını uyandırmış olabilirim, bunun uzun sürdüğünü sanmam: Kimsenin ilgisini uyandıracak bir özelliğim yoktur: Hemen hemen hep aynı şeyleri yapan, aynı şeyleri giyen, geleni gideni olmayan biri konusunda uyanabilecek ilginin merkezi yoktur ki, kalıcı bir ilgi doğabilsin.

Yıllardır kimse girmedi evime. Yemeğimi, temizliğimi kendim yaparım. En büyük tutkum yürümektir, sabahları çok erken kalkar, uzun bir yürüyüş yaparım; her seferinde farklı güzergahlar arar, bulurum. Düzgün, düzenli yaşayan biri kendisini görünmez kılmayı başarır. Bu sonucu alabilmek için enikonu çalışmak, çaba harcamak zorunda kaldığımı saklayacak değilim. 30 yaşındaydım, kopmaya karar verdim. Bir çevrem vardı: Ailem, arkadaşlarım, bir de, şairin dediği gibi " hayatımı delik deşik eden kadınlar". Demir almak, uyumsuz bir biçimde de olsa ait olunan kıyıdan uzaklaşmanın yolunu bulmak, doğrusu kararın kendisinden çok daha zor.

Gerçek bir karar, sağlamdır, sorunlarla karşılaşınca çözülmez. Oysa uygulama, kararın gücünden aldığı yabana atılamayacak desteğe karşın, çetrefil bir yol çıkarıyor insanın önüne. Kestirip atmak istememiz, karşı kutbu ikna etmemize yetmiyor, İskender kılıcı vurasıya ciddi zorluklar çektim. Annem yaşıyordu o zamanlar, ablamın bana bir bağlılığı vardı, ailemin beni sevmemesi için epey uğraşmam gerekti. Kadınlar, arkadaşlar ile sorunun bambaşka cepheleri açılıyor: Huzursuz, huzursuz edici, katlanılması güç biriydim ben, o dönemde; kendisiyle uzlaşamayan kişi başkalarına yar olabilir miydi? Gene de, bir aşamada, kararımı anlatamadığımı gördüm: Çekip gittim buralardan, beş yıl adressiz yaşadım ve dönünce yeni düzenimi, bu düzeni daha kolay kurdum - Zaman, benim izimi çevremdekilerde sildi. Yaşadığımı tahmin ediyorlardır, ölmüş olsaydı bir biçimde bunu öğrenirdik diye akıl yürütüyorlardır; hiçbiri peşime takılmıyor neyse ki, geçen zaman onlara da belletmiştir: Karşılaşılsa, kim hayatını karşısındakiyle yüzleştirebilir, ortak bir ölçü birimi bulunabilir mi?
...

Kafamı kaldırdığımda; gözlerimi, karşımdaki pencerenin camında gidip gelen yüzümden ayırıp, içeri doğru upuzun açılan bir odanın loşluğuna çevirdiğimde, karanlıkta bile her ayrıntısına hakim olduğum odanın bir duvarını kaplayan kitapları görüyorum. Sayısını tam bilemiyorum gerçi, ama altı yüz yedi yüz cilt olmalı orada. 30 yaşındayken, o vakitler başka bir kentte oturuyordum, yaşadığım evde beş bini aşkın kitap vardı. Olanaklarım o kadarını elvermişti, fazlasını elverseydi sonsuz sayıda kitap edinmekten geri durmazdım. 1982'de kutulara doldurup hepsini dostumun evine gönderdim, yola çıktığım gün. Şimdi evimdeki rafları dolduran bu birkaç yüz kitabı buraya yerleştikten sonra, son on on beş yıl içinde aldım. Onlar tanıdığım, iyi okuduğum, önemlice bir bölümünü yeniden okuma fırsatı bulduğum kitaplardır.

Her gün üç saat sabahları, üç saat öğle sonrası, bu odada, bu masada çalışırım; geceleri bazan bir iki saat, bazen daha uzun içerideki koltukta oturur okurum, notlar alırım. Benim gibi birisinin, yaşam boyunca işe gitmemiş bir adamın çalışmak fiilini kullanmasında bir tuhaflık olduğu kesin; Flaubert'in "ancak budalalar bir işyerinde çalışır" sözüne sığındığımdan değil, çalışmanın toplumsal bir fiil olarak anlam alanı beni hiç ilgilendirmedi, bir düzenin, herhangi bir düzenin işleyişini sağlamak insanın işi olamaz diye düşünegeldim baştan beri: Çalışmak, kişinin sahiden istediği uğraşı sürdürmesidir.

Benim için kendimi bildim bileli, neredeyse 'çocuk' sayıldığım bir yaştan beri tek bir uğraş anlam taşıdı: Erkenden , pek çok benzerim gibi "yazmak" fiilinin akıntısına kapıldım. Bu cümleye pek çok yaşam öyküsünde rastlarız; kendi dillerinin, ülkelerinin, başka dillerin, kültürlerin yazarları sayılmış, saygın bir yazar kimliğine bitişmiş, yazın tarihlerinde yer almış ya da açmış herkesin hikayesinin böylesi bir başlangıç noktası olmuştur.

Kendi kuyusunun dibine doğru inmeye kalkıştığında, bir başkasınınkini kazdığında, gerçek başlangıç nedenine ulaşan çıkmamıştır gerçi, ama bir gerekçe, birden fazla gerekçe nasıl bulunur çoğu zaman, kişi önce kendini ikna edebiliyorsa, ötekileri inandırmanın yolunu bulabilir.

Bir taneyse gerekçemi, birden fazlaysalar gerekçelerimi bilemiyorum ben. Doğrusu ya, onu ya da onları uzun uzadıya aramaya yanaşmadım hiç, hayatımın loşlaşmış dönemlerini didikleyerek neden yazmaya başlamış olabileceğimi anlamaya çalışmayı vazgeçilmez tasarılarımdan biri saymadım. "Yazmak" fiilini seçmeydim, o fiile ola ki seçilmeseydim, başka fiillere başvuracaktım besbelli: Kurmak, yapmak mı olurdu hayatımın ana fiili, söylemek ya da tanımak mı, yoksa, kestirmeden yapmamak gibi olumsuz bir mastara mı sapardı yolum, ya da bir vakitler çevremdekilerin korktuğu gibi ölmek fiilini mi benimserdim sözlüğe bakıp, hayatımızın özünde bunca kısır olasılıklarını bir tür varsıllık sayıyor oluşumuz hazin.    

...

Duvarımda Balzac'ın cümlesi: "Bir kitabı düşlemek ne denli kolaysa, onu yapmak o denli zorlu". Bu cümleyi anlıyorum.


Öteki Prova - Enis Batur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder