Martin Dysart - Daha sonra, daima kucaklaştıklarını söylüyor. Hayvan terli, alnını onun yanağına dayıyor ve bir saat boyunca öylece duruyorlar karanlıkta, tıpkı sevişen bir çift gibi. ve tüm bu saçma şeyler yüzünden, ben durmaksızın atı düşünüyorum... çocuğu değil de atı, ve onun ne yapmaya çalıştığını. Atın o koca kafası daima gözümün önüne geliyor, çocuğu zincire vurulmuş ağzıyla öpüşü, metalin arasında kıpırdayan dudakları, gebe kalmakla ya da çiftleşme isteğiyle ilgisi olmayan bir arzu bu.
Peki, nasıl bir arzu olabilir? Artık bir at olmak istemiyor mu? Nesiller boyu süren dizginlenmişliğinden sonsuza kadar kurtulmak mı istiyor yoksa? Bir atın, bizim hayal edemediğimiz bazı anlarda, kendi çektiği acıları ve gündelik yaşamındaki itilip kakılmaları hesap ederek tüm bunlardan kederlenmesi mümkün müdür? Bir at... neden kederlenir ki?
Aslında sormam gereken şu: Bir taşra hastanesinde çalışan, işi başından aşkın bir doktorun böyle sorular sormasının faydası ne? Aslında bu soruların hiç bir faydası yok. Hatta işin doğrusu bu sorular insanı altüst ediyor. Mevzu şu ki O atın kafası benim omuzlarımın üzerinde duruyor, eski bir lisanın içinde, eski varsayımlara zincirlenmişim, bunlardan bir sıçrayışta kurtulup toynaklarımı orada olduğunu umduğum yeni bir patikaya basmak istiyorum. Patikayı göremiyorum çünkü eğitimli, sıradan kafam yanlış yere bakıyor. Zıplayamıyorum çünkü gemlerim ve gücüm müsaade etmiyor. Ya da bir başka deyişle: beygir gücüm çok düşük. Kesin olarak bildiğim tek şey bu. Nihayetinde, bir atın düşünüşü bana çok yabancı. Buna rağmen, daha karmaşık olduğunu farz ettiğim küçük çocukların düşünceleriyle başa çıkabiliyorum en azından mesleğimde yapabiliyorum bunu.
Bağışlayın. Pek de anlamlı konuşmuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder