Gelincikler (1873, Claude Monet)




Bir kadın ve bir çocuk sık otlarla kaplı bir çayırda yürüyor, kırmızı gelincikler sol tarafta yükselen toprak kümesini örtüyor ve başka bir kadınla bir çocuk bu kümenin üzerinde. Bu dört figürün arasında herhangi bir ilişkiye dair bir ima ve öndeki kadının güneş şemsiyesini neden indirdiğine dair bir ipucu da yoktur. Düzgün olmayan ağaçlar sırası, arka planda tarlanın çevresindedir, tam ortada kırmızı çatılı tek bir ev vardır. Güneş parlak değildir ve bütün manzarayı, eşit dağılmış bir ışık kaplar.

Bu çok sıradan bir sahnedir. Mekânın, görsel anlamda açık bir çekiciliği yoktur, ne arazinin duruşu ne de sıralanmış ağaçlar özel bir merak uyandırmaz. Aslında, kırsal bölgenin derinliklerinden çok, bir kentin yakınında olduğumuzu ileri süren öğeler görülmektedir. Figürler köylü değildir, orta sınıftır ve arkadaki ev kır evi değil, büyük bir villadır. Sahne, herhalde, Monet’nin bu yıllarda yaşadığı ve resim yaptığı, Paris’in hemen kuzeybatısında kalan, Seine Nehri üzerindeki Argenteuil şehrinin yakınında bir çayırı betimlemektedir.

Konunun ele alınış biçimi de, sahnedeki öğelerden hiçbirine özel olarak odaklanmamızı sağlamaz. Fırçayı kullanışı, figürlerin, çiçeklerin, çimenin, yeşilliğin ve bulutların farklı biçim ve dokularını, ayrıntıya başvurmadan ortaya çıkarırcasına alacalı ve serbesttir. İzleyicinin dikkatini ilk bakışta, sağ taraftaki kadının koyu renkli ceketi, şapkasındaki zıt renkler ve gri yeşil çimenler üzerine resmedilmiş, resme adını veren gelincikleri işaret eden sıra sıra, kırmızı, hafif fırça darbeleri çeker. Bakmaya devam edince, bir demet gelincik tutan ve beline kadar otlara gömülmüş erkek çocuğuyla soldaki diğer figürleri görürüz. Çayırın geriye doğru uzandığı izlenimini veren, renk ve dokulardaki nüansların inceliğini ve ustalığını teslim etmeliyiz.

Yabani Gelincikler ilk defa 1874 yılında, Paris’te bağımsız olarak düzenlenen bir grup sergisinde gösterildi. Sanat eleştirmenleri, sergideki eserlerin eskiz benzeri tekniklerle, derin anlam ve öneminden çok, sahnenin yarattığı anlık izlenimi öne çıkarmak için günlük olayların resmedilmesinden yola çıkarak, gruba "izlenimciler" adını verdi. Resme böylesi bir yaklaşım, birçok açıdan güzel sanatlara dair o donemdeki beklenti meydan okuyordu. Eserler, yüzeydeki görüntülerinin ötesinde, değerleri ve inançları iletmeliydi. O dönemin sanat sergilerinde, özellikle de Paris’teki Salon Sergileri’nin büyük yıllık sergilerinde güncel bir konu olan kır imgelemi, ya kıyıların ve dağların görkemli manzarasına ya da Fransa’nın tarımsal topraklarının bereketine odaklanıyordu. Sıkıca mühürlenmiş bu dünyada, orta sınıfa ait figürlere ya da şehrin yakınlığına dair imalara, maddi değişikliklere ve sosyal farklara yer yoktu. Yabani Gelincikler bu beklentilere açıkça meydan okuyordu. Çayırda dolaşan figürler, bir yaz gününün zevklerinin ötesinde bir şey önermiyor ve bulundukları mekânda gerçek bir kırsal bölgeye dair işaretler taşımıyordu.



Gelincikler, hâlâ grup sergisindeyken Charles-François Daubigny’nin, 1874 Salon Sergisi’nde gösterilen Haziran Ayında Tarlalar adlı eseri, Monet’nin tuvaliyle açıklayıcı bir karşılaştırma ortaya çıkarıyordu. İki resimde de gelincikler egemendi ve resimlerin ilk etkisi, kırmızı dokunuşlarla, arkalarındaki tamamlayıcı yeşil arasındaki karşıtlıkla yaratılıyordu. Ayrıca her ikisinde de boyanın uygulanışı, ayrıntısız ve serbestti. Ancak Daubigny’nin tuvali çok büyüktür -alanı Yabani Gelinciklerin dokuz katı büyüklüğündedir- ve ağaçsız tarlalarla, gelinciklerin ardındanki kuru ot yığınları, manzaranın içine gömülmüş ufak köylü figürleriyle, tarımsal toprakların geniş bir panoramasını betimlemekteydi. Bu, Fransa kırsalının özüyle ilgili her şeyi içeren bir imgelemdi. Monet’nin resmiyse, aksine, kırsal bölgenin sıradan bir köşesinde gezen figürleri gösterir, sahne burada ve şimdi olanın ötesinde bir anlam taşımaz.

Bu tuvallerin sergilendiği 1870’lerin başında, Fransa kırsalı betimlemelerinin özel bir tınısı vardı. Fransa yakın zamanda ikili bir travma yaşamıştı: 1870-1871 yıllarındaki Fransız-Prusya Savaşı’nda Prusyalılar karşısındaki korkunç yenilgileri ve Paris Komünü’nün 1871 baharındaki sivil ayaklanması ve vahşice bastırılışı. Bu olayların ardından, Fransa’nın kırsal bölgelerinin imgelerine özel bir değer yüklendi. Kırsal bölge, son olaylardan etkilenmemiş, bereketli ve sakin bir alan olarak görüldü; dolaylı olarak ilerideki ulusal iyileşmenin beşiği olarak algılandı. Daubigny’nin tuvali bu teselli edici görüşü kutsarken, Monet’nin tuvali buna katılmaktadır.

İzlenimci sanatın sunduğu şey, Yabani Gelincikler'de canlı olarak görülen, dünyaya dair modern bir bakış açısıydı. Bu bakış açısı, gelecekte olacakları kabul ediyor, bu aynı zamanda, hem resmin konusunda hem de tekniğinde ifade buluyordu. Serbest fırça darbeleri, sanki anlık bir bakışla sahnenin bütününün yarattığı etkiyi hissettiriyor. Her ne kadar doğaçlama yapılmış gibi görülen bu boya yüzeyinde olağanüstü bir zarafet ve incelmiş zevkler olsa da fırça darbeleri figürlere ya da diğer öğelere özel bir anlam yüklemez. Üstelik, Monet’nin bu resim için attığı başlık, dikkati figürlerden alır, onun yerine yamaca yayılmış kırmızı çiçeklerin görsel etkisine yönlendirir. Burada çiçeklerin simgesel bir anlamı yoktur. Manzara, aynı zamanda tam anlamıyla moderndir; doğal dünyanın banliyö villalarıyla buluştuğu bu ortamda orta sınıfın zevkleri betimlenir. Monet, Yabani Gelincikleri 1874 yılındaki grup sergisinde sergileyerek manzara resmine dair yeni bir görüş ve bitmiş resme dair yeni bir düşünce ortaya koyuyor ve bunları uyguluyordu.

John House

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder