Felemenk Atasözleri (1559, Bruegel)



Her oda, baraka ve karede, bütün karanlık köşeleri doldurmuş sayısız figürün yaşadığı bir köy dekorunda, hareketlilik ve koşuşturma hüküm sürer. Her biri tamamen kendi görevine odaklanmıştır. Bu görevlerin çoğu, yakından incelendiğinde oldukça tuhaf görünür. Aslında bu insanlar 120’den fazla atasözü ve deyişin mecazlarını kelime anlamlarıyla canlandırır. Birisi bir domuzun önüne gül atarken bir diğeri başını tuğla duvara vurur. Bir adam elindeki sepette gün ışığı taşıyarak evinden çıkarken (gereksiz bir şey yaparken) bir kadın şeytanı bir yastığa bağlar (inatçı ve kinci olduğunu gösteriyor). Daha tuhafıysa, eğilerek tepesinde bir haç olan, cam bir küre biçimde yerde yuvarlanan dünyanın içine girmeye çalışan (başarmak için sinsi davranmak) dilencinin görünüşüdür.


Dünyaya girebilmek için eğilmek zorunda kalmak: 
Başarılı olmak için hilekâr olmak gerekebilir


Tuhaf ve bazen de saçma olan, atasözlerini kelime anlamlarıyla düşünme kavramı Bruegel’in kendi tasarısı değildir. 15. yüzyılda çoktan biliniyordu ve Frans Hogenberg 1558’de Anvers’te, kırk üç atasözünü bir kır manzarasındaki figürler biçiminde betimleyen bir gravür yapmıştı. Bu imge, Bruegel’in ertesi yıl başladığı eseri için doğrudan kışkırtıcı görevi görmüş olabilir. Ancak, gravürcünün aksine Bruegel, yalnızca pano boyamakla kalmaz, ikna edici bir bütünlük oluşturmak için bireysel sahneleri birleştirerek konuyu anıtsallaştırır, öğelerin bu şekilde bir araya getirilmesi, kendine özgü çekiciliği aynı anda hem gerçek hem de gerçek dışı görünmesinde yatan bir resim tarzı yaratmıştır. Figürlerin hepsi, belirgin biçimde yalnızlaşmış olmalarına rağmen sahneyi oluştururken doğal bir uyum içindedir ve hareketlerin, duruşların ve ifadelerin doğru gözlemlenmiş olması, kompozisyona canlılık verir. Bu canlılık, sanatçının coşkulu fırça kullanımıyla artar. Sanatçının bu üslubu, boyanın ince, saydam tabakalar halinde uygulanmasında ve neredeyse bir teknik ressam edasıyla oluşturulmuş şekil ve yapılarda belirgindir. Yeşil ve kahverenginin sonsuz çeşitlemeleri ve ince nüansları, karanlık tonlar, ressamın renkleri incelikli bir biçimde ele aldığına işaret eder. Mavi ve kırmızı, belli alanlara ve motiflere vurgu yaparak güçlü bir biçimde öne çıkar.

Bruegel’in kompozisyonu, imgenin sol altından sağ üstüne doğru giden, bakışı ön plandaki yakın çekim ayrıntılardan uzaktaki ufka taşıyan, geniş ve hafif eğimli bir köşegen üzerine kurulmuştur. Bakışın bu şekilde esere çekilmesi, imgeye bir dinamizm katar ve bireysel öğeleri birbirine bağlar. Aynı zamanda bu durum, köydeki koşuşturmanın aslında toplumun geniş kesimlerinin koşuşturması olduğunun, köyün bütün dünyayı temsil ettiğinin altını çizer. Köyün sakinleri, şevkle anlamsız, zahmetli ya da gülünç işlerle uğraşarak aptalca davranmaktadır. Bruegel, suçun kimde olduğunu açıkça gösterir: Resmin merkezindeki, ince bir sütunu ve kırmızı ve mavi çatısı olan küçük şapelde oturan Şeytan’da. Bir erkek günah çıkarmak için Şeytan'a doğru giderken bir diğeri şeytan adına mum yakar. Bu hareketler atasözü olarak okunduğunda pohpohlamak ve sırları düşmana açık etmek anlamına gelir. Aynı zamanda Hırıstıyanlığa uygulamalarının çarpıtılmış parodileridir de. Bu bölümün hemen altında insan davranışlarına dair en önemli imge olan, yine, göze çarpan mavi ve kırmızı giymiş bir çift ayakta durur. Keyfine düşkün genç kadın, yaşlanan kocasının sırtına mavi bir pelerin geçirir, diğer bir deyişle ona sadık değildir. Hogenberg’in, daha önce değinilen, 1558 yılında yaptığı gravürün başlığı Mavi Pelerin’di ve Genç Constantijn Huygens, 1676 yılında Anvers'de Bruegel’in resmini gördüğünde resmi betimlemek için aynı adı kullanmıştı.


Şeytana günah çıkarmak:
Birinin sırlarını düşmanına söylemek
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Felemenk Atasözleri)


 Atasözleri derlemeleri 16. yüzyılın hümanist çevrelerinde büyük ün kazanmıştı. Erken ve önemli bir örnek, Rotterdamlı Erasmus’un, 800 ata sözünden oluşan derlemesi Adagia’dır (1500 yılında basılmıştır). Latince ve konuşulan dillerde yazılmış diğer antolojiler bu eseri takip etmiştir. Buna ek olarak, deliliğin dünyası, her ikisi de klasikleşen, 1494 yılında Basel'de basılan Sebastian Brandt’ın Gemilerce Budala ve 1508 yılına ait Erasmus’un Deliliğe Övgü adlı yapıtlarında çoktan betimlenmişti. Dolayısıyla Bruegel'den önce, sanatsal ama esas olarak edebi büyük bir gelenek vardı. Resimleri eğitimli seyirciyi hedef alır, atasözleriyse halkın bilgeliğinden çok edebiyattan kaynaklanır. Atasözlerinin çoğu hem Latincede hem de Felemenkçede kullanılıyordu. Klasik ideallere uygun olarak, hem öğretmek hem de eğlendirmek üzere tasarlanan bu eser, hem çağdaşı olan izleyicilere hem de bize bireysel sahneleri çözmenin büyük eğlencesini sunar. 

Resim, bizi en karanlık köşelere dikkatle bakma ya da aynı motiften birden fazla anlam çıkarma konusunda, başka herhangi bir eserden fazla cesaretlendirir. Eserin ahlaki mesajı, kasıtlı olarak gülünçleştirilmiş bir uzaklaştırma ve betimlenen deliliklere karşı ironik bir tavırla yan yana ilerler. Bu altüst olmuş dünyada genelde sade köylü halk yaşar. Çağdaşı olan izleyiciyse kesinlikle köylü olamazdı. Ancak bu resimde üst sınıflar da yer alır. Özellikle üç figür göze çarpar: Üçünün de çok eski doneme ait elbiseler giymesi hakkında neredeyse hiç yorum yapılmamıştır: Parasını suya atan (yani ziyan eden) adamın elbiseleri 16. yüzyıl başlarına aittir. Sağ tarafta ön planda görünen, başparmağında dünyayı döndüren (emrinde olan) genç asilzade Ortaçağın sonlarında hâkim tarzda giyinmiştir ve domuzun önüne gül atan zengin adam yaklaşık 1440'lara ait bir kıyafet giymiştir. Belki de Bruegel bu anakronizmleri, imgelemin ebedi değerini vurgulamak için kullanmak istemiştir. Belki de onun müşterileri, 1559'un varlıklı insanları, o günün modasına uygun olarak giyinmiş, kendilerine benzer insanları, tuhaf davranışlar yaparken görmeye hevesli değildi. Sahne belirsiz bir geçmiş zamanda kurgulanırsa ancak o zaman daha rahat gülebileceklerini hissetmişlerdi.

Bruegel’in bu resmi kimin için yaptığı kayıtlara geçmemiştir, ilk olarak 1668 yılında Anversli bir koleksiyoner olan Peeter Stevens’in malikânesinde belgelenmişti. Ardından, 1913 yılında bir Ingiliz kır evinde bulunana ve ertesi yıl Berlin’deki Gemâldegalerie’ye geçene kadar asırlarca kayıp kalmıştı. Bu olay, 17. yüzyıla ait birkaç kopyadan ötürü bilinen bir kompozisyonun özgün halinin yeniden keşfedilmesi demekti. Bu kopyalardan yaklaşık yirmi dördü hâlâ ayaktadır. Bazıları, babasının, şu anda kayıp olan özgün taslağıyla çalışan Genç Pieter Bruegel tarafından yapılmıştır. Bugüne ulaşmış kopyaların sayısı, Bruegel’in bu tuhaf buluşuna ne kadar yüksek bir değer verildiğini gösterir.

*
Stephan Kemperdick

*
Tablodaki atasözleri ve deyimler:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Felemenk Atasözleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder