Henri Frederich Amiel (1821 - 1881)

22 Ocak Pazartesi
(sabah saat 9 30)

...

Uyum, sağlamlık ve devamlılıktan yoksunum, tüm atılımlarım gelgeç isteklerden başka bir şey değil. Aynı zamanda hiçbir yere varamıyorum. Günümün bir bütün oluşturması çok zor; haftam, ayım ve yılım hiçbir bütünlük oluşturmuyor. Tüm okumalarım, çalışma saatlerim, düşüncelerim ve istençlerim, bir piramit veya bir kolye bile oluşturmayı başaramadan ufalanıyorlar, dağılıyorlar ve taneleniyor. Anlamsız şeyler beni tüketiyor. Düzenlenmiş iki durum arasındaki vekillikte veya kısa bir okul tatilinde, yolculukta yapıldığı gibi yalnızca günü gününe yaşıyorum. — Akademideki derslerim ve özel günlüğüm olmadan, bir yıl içinde ne yaptığımı bile söyleyemem, gidiş çizgim o kadar rastlantısal, tuhaf ve kesik kesik ki; duygulara ve durumlara o kadar uyarak dalgalanıyorum ki, yaşamımı o kadar az yönetiyorum ki. Güçlerini ve etkinliğini belirli bir amaç için eğitmek; öngörülemeyenin istilasına karşı genel istencini savunmak; saatlerini düzenli bir şekilde kullanmak ve bir planı gerçekleştirmek, benim için her zaman bir özlem ve bir imkansızlık olmuştur. Bana ait istençler beni o kadar az ilgilendirirlerdir ki, önlerine çıkan en küçük şey onların önüne geçmeye hak kazanırlar, ve bu şekilde yaşam erteleye erteleye sürüp gider,


Gün, ay, yıl erteleyerek kaybedilir,  
Ve çocuk bir gün ak saçlarla uyanır!


Seçilen bir görev benim için her zaman, değeri olmayan ve hiçbir saygıya hakkı olmayan ve tamamen keyfi olan bir zevk ve kişisel bir kapris haline gelerek biter. Kendimi bağlamayı ve kararlarımın birinin önünde eğilmeyi bilemiyorum. Beni keyfince yönetmek, onu sanki bir ast gibi vesayet altına almak, yalancısı ve öğrencisi yapmak isteyen kendime gülüyorum. Bir eşitinin büyük havalarını ciddiye almak olanaksızdır. Kendim için ve dolayısıyla kendi üzerimde otoritem yoktur. Buradan disiplinsizlik, anarşi ve güçsüzlük ortaya çıkıyor. - Hiçbir zaman olumlu bir görevin ve bana bir zorunluluk yaratan açık bir üstünlüğün net görünümüne sahip olmadım; toplumsal durumum konusunda hiçbir açık bilince ve bunun sonucu belirli bir iddiaya, sınırlandırılmış bir tutkuya ve çok belirgin bir amaca sahip olmadım. O halde yaşamda saf bir hevesli, hiçbir üstünlüğe göz dikmeyen ve sorumsuzluğumdan turist olarak yararlanan, çok şeyde amatör biri olarak kaldım. — Bu durum kararsızlığımın bir sonucu, mutlak, mükemmel veya en azından en iyi olmayan her şeye karşı kayıtsızlığımın bir sonucu olmuştur. En iyi yapabileceğim şeyi bilmediğim için, buna keyfi olarak karar vermeye ve bu karara inanmaya çaba göstermedim. Ve böylece insan doğasının çeşitliliğini hissetmenin ve herkese sempatiyle ve düşlerle her şeyi yapmanın dışında amaçsız ve sürekli bir şeye karşı ilgisiz dalgalandım. Ruhun tam merkezinde birbiri ardına oluşan bu kesilmeyen diziye özenle eşlik etmek, mikrokozmosu ve içinde fiziksel ve ahlaksal dünyanın tüm hareketlerini izlemek, sabit bir şekilde yaptığım tek şeyin bu olduğunu zannediyorum. Psikolojiden daha iyi bildiğim bir şey yok. Bunda bile sonuca varamadım, yalnızca materyalleri, deneyimleri, algılamaları, sezgileri, eğilimleri toplayıp biraraya getirdim. — İstenç eksikliği tüm bu istidatları faydasız hale getiriyor ve yeteneklerinden sonuç çıkarma yeteneği olmadan bu yetenekler ha var ha yok. Yaşama sanatı yeteneklerini yönetme, entellektüel sermayeyi işletme ve güçlerini kullanma sanatını içerir. Kurnazlara olan antipatin, sanatın bu tarafını küçümsetti, yani akla başkaldırdı. Cezan güçsüzlük ve verimsizlik oldu. Yaşamın en iyisini düşlemekten vazgeçtin ve sana ayrılan tüm meyvelerin başkaları tarafından toplanmasına izin verdin. Kopma seni avuttu ama tüm arzu edilebilir iyiliği yapmanı ve söz verdiğini düşündüğün şeyi yerine getirmeni engelleyen bir yanlışlığa üzülebilirsin. İçsel kararsızlığına eklenen gizle kırgınlık onbeş yıldan beri seni yıkıma götürdü. İlk aşkının solduğunu gören kadın gibi, toplum tarafından dışlandığım, bağışık tutulduğunu, uzaklaştırıldığını zannettin ve o kadın gibi, yeni bir yanılgının elmasını dişlememek için artık yalnızca alçakgönüllülükle yaşayabildin. Erkeğin kaba ve egemen sertliğinden yoksun oldun. Kazanma gereksinimi, etkileme coşkusu, yönetme açlığı, yaşam gururu, ortaya çıkma ve kendini kabul ettirme tutkusu sende eksik olan şeyler. Kaygılanmadan ve başka birini ezmeden kabul edilmeyi, hoşlanmayı, beğenilmeyi, sevilmeyi istemiş olman gerekirdi; Çaba göstermek ve kendinden daha az kuşku duymak için teşvik edilmiş olmayı istemen gerekirdi. Duyarsızlık ve kötü niyet seni dilsizleştirdi. İyilikten başka bir şey yapmak istenilmediği zaman neden doğayı zorlamalı ve kendini beğenmişliği oynamalı? Bu durumda sen oyun alanının dışına çekildin. Erkek doğası uyarıcısını içinde taşırken kadın doğası bunu dışarıdan bekliyor. Ve bu anlamda kendimi kadın olmaya bıraktım. İstemediğin için sana bir şey verilmedi; bakirenin sakınımlılığını ve gururunu taklit ettin. Böylece bütün bu sakıncalar sıralanıyorlar. Hepsi, daha az bir erkekliğe benzeyen bir organizasyon boşluğuna, doğuştan gelen bir tür güçsüzlüğe bağlanıyorlar. Disiplin, enerji, direşme, gözüpeklik, tutku, ataklık ve uyarıcı eksikliği, hepsi aynı kapıya çıkıyor. Savunmacı, yoksun tarafta bırakıcı, savsaklayacı eğilim, kopma, düş kırıklığı, istenç eksikliğinin sonuçlarıdır. Çocukluğun çekiciliği, anneye özgü bir içgüdüdür. Ve buna rağmen, haksızlığa karşı öfkeyle, düşünce zevkiyle, inada karşı eğilmemezlikle ve başka birçok şeyle kendimi erkek olarak hissediyorum. Faydasız bir şey, önemsiz bir amaç, bir oyun olması koşuluyla dayanıklılığım sınırsız hale gelebilir. Bu durumda beni kötürümleştiren şey, kalbin hissettiği belirli bir aşılamaz tiksintidir, ama bu tiksinti kimin için, ne için? Beni oluşturan yaşam için ve belki de toplumun anladığı ve uyguladığı şekliyle olan yaşam için. Parçalanan ideal ve ölen umut, belki de hastalığımın gerçek adı budur, diğer bir anlatımla: sessiz ve derin düş kırıklığı, çabaların ve arzuların faydasızlığı duygusu, boyun eğen hareketsizlik, Budizm. Özümün dingin dalgalarının dibinde her zaman bulduğum yılan bu biçimde. Kendi üzerine kıvrılmış ve kendini yoketmeden tükenen bu yılan kuşkusuz kuşkudur, iyileştirilemeyen, yeniden doğan ve yokedilemeyen kuşkudur.

...

Benim için söylenen şu sözü anımsadım:

Kendisinden daha büyük bir düşmanı ve daha aşağılayıcı bir eleştirmeni yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder