Yaklaşık yarım yüzyıl önce, bir arkadaşımın ısmarladığı biletle izlemiştim Godot'yu Beklerken'i. Sonunda bu oyunu, ve elbette Beckett'in yapıtının tamamını okudum, elli yıl sonra.
Sevgili F.... böylesine nadir rastlanan, böyle olağanüstü bir yazarı atladığım için çok utandım! Ama sen bilirsin, meslek hayatım boyunca, yazı ya da düşünce aleminden başka devlerle uğraştım, şu sefil hayatımda onlarca yıl meşgul ettiler beni.
Coupole'ün bir köşesinde, elinde viski bardağı, masasında otururken görmüştüm onu, insanları izliyordu, insanat bahçesinde kafese konmuş tuhaf bir kuş gibi! Cıoran benden daha iyi anlatır belki:
(...) Daha ilk karşılaşmamızda, en son noktaya vardığını, belki de oradan, olanaksızdan, ayrıksı olandan başladığını anlamıştım. Ve asıl hayranlık verici olan, kımıldamamış olması, bir anda bir duvarın önune varıp hep olduğu gibi kahramanca durabilmesiydi: çıkış niyetine sınır-durum. çıkış niyetine bitiş! Onun dünyasının, o iki büklüm, can çekişen dünyanın, bizimki yok olup gittiğinde bile sonsuzca sürebileceği duygusunu veren de bu. (...) (Cioran)
Her gün heves eder
bir gün yaşamak ister
pişmanlık duyarak ama
bir gün doğmuş olduğuna (S. Beckett)
Cinsel organıma baktım. Bir konuşabilseydi. Ben daha fazla bir şey söylemezdim. Aşk gecem bu oldu. (S. Beckett)
Bir ötekinden daha gerçek olan ne var ki? Yüzmek gerçek, akmak gerçek; biri diğerinden daha gerçek değil. Varoluştan söz edilemez, yalnızca israftan konuşmalı. Heidegger ve Sartre varlık ile varoluş arasındaki karşıtlıktan söz ettiklerinde haklıdırlar belki, ben bilemem; benim için fazla felsefi bir dilleri var. Filozof değilim. Karşımızda duran neyse ondan söz edebiliriz, ve şimdi bir tek israf var... Orada duruyor, bırakalım girsin içeri. (...) (S. Beckett)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder