CLXXXIY

Zaman içinde "tanrıtanımaz"dan “agnostik"e geçmiş olmamı bir konum değiştirme girişimi olarak görmemek gerekir: İlkinde, ikincide ağırlığı duyulmayan bir tür 'caka’ sezdim; bir kendini koyma, öne sürme. Yarım kulak, çünkü anlayabildiğim kadarıyla, astrofizikçileri dinliyorum: Evrenin varoluş biçimini ve 'gerekçe’lerini yakında öğrenebileceğimizi dile getiriyorlar. Demek, henüz, hâlâ, bilinmiyor: Hiçten ya da Kaos’tan Kosmos'a nasıl geçildiği, bakalım Cern ve başka odaklanmalar ben yaşarken kimi açıklamalar getirilebilecek mi?

Sıkı, has müminler ile sıkı, has inanç yoksunlarının arasında yorumlanmayı bekleyen bir çekim alanı oluştuğunu gözlemliyorum. Blanchot ile Levinas, Bataille ile Pere Danielou, Romain Rolland’ın Peşine düşen, Gide'i bile ikna etmeye çalışan Claudel ve ötesi.

"Yanlış kardeşim" İsmail Pelit bende ne sınıyor tam? Enis Batur'u Öldürmek’in üç versiyonu da adını koymuyor bunun. Ya ben, “uzak kardeşim" Andrei Tarkovski'ye neden dönüyorum ikidebir: Tanrı'sına, toprağına, geleneklerine bağlılığıyla hiçbir ortaklık taşımıyor olmama karşın?

Sahiciyse arayış, gidip sahici kayboluşa çarpmaktan, vice versa, kendini alıkoyamıyor bana kalırsa. İlişki, negatifle pozitifin, artıyla eksinin hiç ile herşeyin arasındaki olmazsa olmaz bağ kadar belirleyici. Biri, neredeyse ötekinin dayanağı: “Var” nasıl sökülüp alınır "yok"tan? Koyu inançla koyu red, sırtsırta gelmeye yazgılı.

Önümde, Tarkovski'nin Anlık Işık başlığıyla sunulmuş (ilk basım: 2002, Milano), polaroid fotoğraflar ve araya giren kimi kıpkısa metinler ile kurulmuş bir kitabı duruyor. Dominique Fernandez ve Tonino Guerra'nın önsözleri çerçeveyi veriyor; hastalığı öncesi sürgün dönemi, Rusya ve İtalya kırsalında gerçekleştirilmiş olağanüstü bir "albüm". Hep söyledim: Bir şeyin ustası, bir başka şeyi kötü yapmayı bilmiyor. Kaç fotoğrafçı polaroidle böylesine tumturaklı, derin bir çalışma ortaya koyabildi?

Anlık Işık, gerçekten de bir ışık dili üstüne kurulmuş. Tarkovsky'nin filimlerinden eksik olmayan “ilâhı ışık” arayışının güçlü bir örneği. “Böyle roman olur mu?” türünden bence komik ve abes çıkışlar yapanlara işte yanıt: Hem de nasıl olmuş.

Dahası, bir şiir kitabı da: En ufak bir zorlamaya başvurmaksızın. Şiirin böylesine seyrek rastlıyoruz (aman: Şiirsellikten dem vurduğum sanılmasın!).

Bir başka açıdan, günlük de: Fotoğrafın Arabı Günce. (Tarkovski’nin yazılı günlüğüne kolaylıkla eklemlenebilir)

Bilmiyordum: Arseni Tarkovski uzun yaşamış, oğlunun ölümüne tanık olmuş. Mu? Cenazeye gelmesine, Ste.-Genevieve des Bois'daki mezarlıkta bulunmasına “izin” verilmiş miydi? Verildiyse bile, gücü kalmış mıydı?

Babasıyla oğlu arası Tarkovski. İster istemez o koşutluk kurulacaktır. Ortayerde, ilişki üçgeni çakışması. Dahası: Anlık Işık eş, hayvan (Dale) üçgeni üzerinden Kulübe'ye ulaşıyor. Dahasının dahasını aramaya gerek kalmayabilir.

Tarkovski, anamın öldüğü gün (4 Nisan) doğmuş, oğlumun dogduğu gün (29 Aralık) ölmüş. Rastlantı. Bu italik kavram, yirmi yılı aşkın bir süredir dolaşıyor satırlarımın arasında. Hayır, bir teorim olmadı o konuda. Evet, sonsuz teori üretebilirim dilersem.

Fotoğraflara tek tek, uzun uzun baktım; herbirini yazılı sayfalar varmışçasına karşımda, okudum. Birinden ötekine yazılan öykünün anlatı tabakasındaki kişiler, ayrı ayrı durumların içinde toplandığı bir durum, mekanlar arası geçişler ve bağlantılar, sabahtan geceye, bir günden güne yürüyen Zaman: Her şeyin ışığın içinde gerçekleştiği doğru.

Yalnızca kaynağı sözkonusu olduğunda farklı uçlardayız. Andrei, biliyor nereden geldiğini, Enis bilmiyor.

Şehir Meydanında Fıçı
Yuvarlamak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder