Yüksel Arslan, sonsuz uzayın bu sonlu parçası, boğazından kahkahalar dökülürken İçsel uydular misali dönüp duran, çarpıştıklarında, ellerinin ve gözlerinin kıvılcımlarını fışkırtan iki yuvarlak taş tarafından sürekli katedilir.
Olağanüstü, karşıt ilkelere bağımlı, seyirlik manyetik etkiler oluşturan iki çakıl taşıdır bunlar. Birincisi, zamanında Hieronymus Bosch'un, dönemin cerrahları tarafından alınışını sevinçle karşıladığı Delilik Taşı'dır. Çok daha havaleli, ancak göründüğünden çok daha kırılgan olan İkincisiyse, uyku verici özellikleri Goya tarafından gözler önüne serilmiş Akıl Taşı'dır.
Birbirlerine çekilen ve birbirini iten, biri altlardaki sığınaklara tutkun, diğeri kafatasının kutup bölgelerinden kopamayan bu iki gök cisminin çarpışmaları, organik madde kalıntıları, kahkaha gazı ve küle, anılara, lavlara ve dumana dönüşmüş yanılsamalar eşliğinde şiddetli patlamalara yol açar. Oluşan bileşik elemanlar, soğudukça kristalize olarak, UNESCO tarafından ilan edilmesini beklemeden, insanlığın ortak kültürel mirasına kattığım birer doğal harika olan Arture'leri oluşturur.
Ne var ki kimileri, büyüsel güçler atfettikleri bu eserlere fazla yaklaşmamayı yeğlerler, yüzlerini bir düdüklü tencere kapağının ayrılması misali yitirebilirlermiş gibi.
Çok daha sempatik, cüretkar ve İhtiyatlı olan diğerleriyse, ailelerindeki uyuz koyunların yarattığı, çok eskilerde kaybolmuş bir uygarlığa ait arkeolojik parçalar şeklinde gördükleri Arture'lerden etkilenmekten çekinmezler. Böylesi bir kavuşma, elbette heyecan yüklüdür. "İki taşlı adam"ın eserleri, zamana, zemine ve izleyicinin ruh haline bağlı olarak dehşet, coşku, hüzün veya neşe duyumsatır.
Bir sanatçı olmayı kendine yasaklayan Arslan, bir rençberin boşuna gayreti ve sürgündeki bir hükümdarın kayıtsızlığı ile yeni bir Arture efsanesinin imgelerini oluşturdu. Bu efsane, cinselliğinin kaprislerine boyun eğmiş, kâbus ve hastalıklarının insafına kalmış, yerinde, yaşamı küçük bir kum tanesine bağlı ve de her halükarda, kendi yarattığı toplumsal örgütlenme tarafından öğütülmeye mahkum insanın acıklı serüvenlerini ustaca resmediyor.
Yalan tatlı, gerçeklik acıdır.
Ne var ki bu, kahramanı gülmekten kesinlikle alıkoyamaz.
*
Vaison La Romaine,
Ağustos 1995
Roland Topor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder