ETKİLER dizisini yapma kararını, 1980 Ocak-Şubat aylarında Paul Eluard'ın Donner â voir kitabını okuduktan sonra verdim. “Yeni bir dizi: Tarihöncesinden günümüze, insanlığa, bütün uygarlıklara..., insanın emeğiyle, aletlerinin yardımıyla yarattığı her şeye evrensel bir saygı... Kısaca yeni bir dizi: Etkiler. Burada ikincil etkiler, aşamalar da var. Müzisyenlerle öteki sanatçıları, sinemacıları, bilim adamlarını da unutmamalı..!"
Doğrusunu söylemek gerekirse bu fikir yeni değildi. Çünkü daha 1965, 1968 ve 1976 yıllarında böyle bir dizi gerçekleştirmeyi hayal etmiştim, hem zaten 1968’de gerçekleştirdiğim “Arture’ün Kaynak ve Kökenleri" gibi bazı eserler bunu öncelemekteydi. İşe başladığımdan beri genellikle diziler oluşturarak çalıştım ve hatta 1955'teki ilk kişisel sergim, bir dizinin eserlerini biraraya getiriyordu: "İlişki, Davranış Sıkıntılara Övgü". Aynı yıl bir başka diziyi bitirdim: "İnsanlı Günler". Ardından başkaları geldi: “Phallisme" (1958), “Portreler" (1959), "Tatalogie" (1960), "Nous Artslandrons” (1962), “Homunculus-cucus-palus, planus-phallus-micrococcus” (1962), “Arture’ler" (1962-1968), “Yabancılaşmalar" (1969), "Karl Marx'ın Kapital'i” (1969-1975), “Kapital’i Güncelleştirme Denemesi" (1975-1980) ve son olarak, 1980 Şubatıyla 1984 Nisanı arasında gerçekleştirilen bu “Etkiler" dizisi.
Bu yönelimin kökeninin, her zaman diziler halinde ilerleyen bu Çalışmaların nedenlerinin ne olduğu sorulabilir. Kısaca, sanatçı mesleğimi bir RESSAM olarak değil, tam anlamıyla bir TUIS olarak başlattığımı ve sürdürdüğümü düşünüyorum (B. Brecht entelektüellerle tuis’ler, ya da yumurta kafalılar, beyazlatıcılar, formül mucitleri, özür-arayanlar diye eğleniyordu)! İyi bir resmi kötüsünden, iyi bir ressamı kötü bir ressamdan sağlam çizgilerle ayırdetmeyi biliyordum: Buna rağmen yirminci yüzyılın tam göbeğinde kendine ressam demek, kendini ressam olarak sınıflandırmak bana gülünç geliyordu. Maceramın en başında, resmin benim için bir amaç değil ancak bir araç olabileceğini hemen anlamıştım. Başka bir şey, başka bir ifade aracı, resim ile yazı, resim ile şiir arasında bir şey bulmak gerekiyordu. Başka bir sanat bile demeye cesaret ediyorum!
Bu kaygılar ve bu entelektüel araştırmalar beni önce yeni bir teknik bulmaya itti. Bütün sanatçılar gibi yağlıboya, guaş, pastel, suluboya, vb., resmi denedim. Ama kullanılan boyaların yapay bir tarafları vardı (bu sözcüğü iğrenç dememek için kullanıyorum)! Boyalarımı benim imal etmem gerekiyordu! Eski minyatür ustaları ve tarihöncesi sanatçılar gibi doğal boyalar bulmaya ve kullanmaya çalışıyordum. Başlangıçta kağıt üzerine bitkiler, çiçekler, taş ve tuğla parçaları, çürümüş tahta parçaları, vb. sürterek çalıştım. Nihayet 1955 yılında, tarihöncesi sanat üzerine bir kitapta otuz yıldır kullandığım boyaların reçetesini buldum: toprak boyalar, yumurta akı, yağ, bal, sidik... Bu yüzden, ürettiğim şeyler tam anlamıyla resim değildiler. Çalışmalarımı adlandırmak için başka bir sözcük bulmalıydım. Yıllar sonra 1962’de, ART sözcüğünden yola çıkarak ve URE ekini kullanarak, çalışmalarımın genel adı olarak ARTURE sözcüğünü buldum. ARTURE’ün gerçek anlamıyla resim olmadığı kolayca farkedilebilir. Bu, resim ile yazı, resim ile şiir arasında bir sanat. Sanatçının başlangıçta hem bir düşünür, hem de bir şair-çizimci olarak çalışması gerektiğini söylemekte.
Etkiler dizisinin 126 arture'ünün gerçekleştirilmesi benim için bir eğlenti, ama ciddi bir eğlenti oldu! Açıklıyorum: İki kısımdan ("Sanatlar ve Sanatçılar" ile “Şairler, Düşünürler, Yazarlar, Bilginler, vb.") oluşan bu dizi ne bir ansiklopedi ne de bir alimler topluluğunun çalışmasıdır. Tarihöncesinden başlayıp Yunanlı çağdaş büyük şair Yannis Ritsos’a varan bir yolculuktur. Temelinde kişisel, bizzat benim yaptığım bir seçme, kendi etkilendiklerim vardır! Şu sanat sevilebilir, bu sanat sevilmeyebilir, şu şair tercih edilebilir, bu şair tercih edilmeyebilir: Herkesin kendine göre etkilenimleri var! Ama kim bir mağaranın derinliklerinde Yontma Taş Çağı duvar resimleri karşısında, ya da bir Neolitik yerleşim alanında cilalanmış bir balta ya da sileksten yapılmış başka aletler bulduğunda hayranlık duymaz? Üstelik tarihöncesi sanata karşı özel bir ilgi duyuyordum, çünkü kendi tekniğimi bulmam tarihöncesi sanatçıların ürettikleri boyaların "reçetelerinden" yola çıkarak gerçekleşmişti. Evrensel ile kişisel kavramları belki de burada kesişmektedir!
Beni etkileyen başka uygarlıklar üzerine de benzer düşünceler yürütebilirdim. Sözgelimi eski Mısır sanatında tercihim papirüs resimleri, lahitler ve mumyalardan yanaydı. İslam sanatında ise mezartaşlarından.. Kendimi hâlâ bir çocuk olarak, İstanbul’da, Haliç’in en ucunda, öteki çocuklarla birlikte korkunç mezar taşlarının, kabirlerin esrarengiz lahitlerinin arasında oynarken ve kabuslardan, ölümden kurtulmak için yörenin fallik ormanlarında gezerken görüyorum...! (A 213) Bütün dünyanın zanaatleri ve halk gelenekleri için ne söylenebilir? Tek kelimeyle: SEVGİ! (A 224)
En çok sevdiğim sanatçılar olan Leonardo da Vinci, Bosch ya da Bruegel’in yanında diğerleri ancak zorlukla, çoğu zaman İkincil Etkiler olarak yer buluyorlar. Resim karşısındaki tutumumu belirttim; ne kadar ciddi, sert olduğum düşünülebilir. Burada salt estetik sorunlara dalmak yararsız. Ama yine de birkaç açıklama getirilebilir. G. Courbet, “Hiç kanatlı insan görmedim..., öyleyse hiçbir zaman bir melek resmi yapmayacağım,’ diyordu. Bu 'Cumhuriyetçi sanatçı'nın çağının akademik resim sanatı karşısındaki tavrı yalnızca hayranlık uyandırabilir.
M. Duchamp. F. Picabia ve gerçeküstücülerle birlikte biçim ve içeriğe yönelmiş büyük bombardımanlara tanık olduğumuz doğrudur, ama soyut sanatçılarla birlikte, işte yine aynı duvarın önündeyiz! Bütün sanatçılarda esas amaç her zaman aynı kalmıştır: Resim!
Bach'ın, Mozart’ın ya da Beethoven'in müziğini kim sevmez? İşte bu yüzden özellikle yüzyılımızın müziğiyle ve müzisyenleriyle ilgilendim. Mussorgsky’nin Janacek'in, Varese’in vd. sözleriyle MÜZİĞİ okşamak, bir bakıma ona dokunmak istedim. Bartok’un şartlı refleksini, “muhteşem yalınlığını" da unutmadan!..
Yirminci yüzyılın, maalesef aşırı derecede ticarileşmiş sanatı olan sinemaya gelince, tercihlerimi ve tavrımı belirtmekle yetindim (A 249). İkinci bölüm (şairler, düşünürler...) üzerine her şeyden önce bazı hatırlatmalar... Gözlerinizin önüne serilecek yazarların çoğunun etkisi beynimin en derinlerinde her zaman hazır bulunuyor. Gençken yaptığım ilk okumalardan beri bu böyle.
Bilim adamlarına gelince... Eski Yunan’dan başlayıp, F. Bacon, Descartes ve on yedinci yüzyıl libertenlerinden geçerek Ansiklopedicilere varan zamanda, düşünürler aynı zamanda az çok bilgindiler. Dizinin tehlikeli ölçüde uzayacağını farkederek (belki daha dört yıllık bir çalışma gerektirecekti...) yalnızca yukarıda saydığım düşünür-bilginlerle yetindim.
Etkiler dizisi, Nerval, Baudelaire ve E. A. Poe’yu, on dokuzuncu yüzyılın bu ilk asilerini ve kurbanlarını yeniden okuyuşum çerçevesinde gerçek anlamını buldu: Uzun haftalar boyunca uykusuzluk ve kâbuslar beni rahat bırakmadı. Geçelim! Ama ya 1959’daki ilk okumamın ardından A. Artaud’nun, bedenimin üzerindeki o korkunç etkisine ne demeli? Nerval ile Baudelaire’in bu özgün takipçisi “gerçek bir insanın cinsiyeti yoktur" diyordu! O zamanlar her türlü cinsel faaliyeti bir kenara bırakmam onun etkisiyledir... Benim için ne mutlu; az bir zaman sonra, küçük beynim beni hoş oranlı açılımlara taşıdı (A 304)!
Geçerli imge bulmakta zorlandığımda (A 294, A 302, A 306’da olduğu gibi) kompozisyonlarımda söz konusu yazarların metinlerini, ya da şiirlerinden Parçaları kullandım. Kuşkusuz kötü bir öğretmenim. Ancak, ne var ki, ARTURE’lerden sözediyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder