ARSLAN, NE SERÜVEN!


Resmin (plastik) değerlerine karşı çıkan
ressamlarla doludur yüzyılımız.
Bir tuvalin üstüne gelişigüzel atılan boyalardan oluşan resim
bir tuvali yırtarak oluşan resim
bir tuvali yakarak oluşan resim
bir tuvali tek bir renge boyayarak oluşan resim
bir tuvalin ortasına bir dörtgen oturtarak oluşan
resim...

Bunlar (yalnızca birkaçını saydım) resim sanatının öldüğünü
ama yeni bir resim dilinin yaratılabileceğini gösteren örneklerdir.

Arslan için, resmin, tek başına resmin
yani plastik değerlerin araştırıldığı
ya da eski değerlerin yadsınıp
yeni plastik değerlerin
(ya da karşı-plastik değerlerin)
yaratıldığı resmin
hiçbir anlamı yoktur.
O, bir düşünceyi resmetmek ister.
Bu nedenle, ressam sözcüğü ona pek yakışmaz. 
Öteden beri kendine yakıştırdığı sözcük 
"çizer-boyar"dır.
Oysa, "çizer-yazar" daha uygun düşer onun uğraşma.

Çünkü o, çizdiği kadar yazardır.
Esin kaynağı doğa değil, kitaplardır.
Onun resmi "bir şeyler" anlatır.
Resim sanatının kendine özgü değerleriyle
yalnız onlarla varolmayı seçmemiş biri
neyi anlatabiliyorsa, onu.
Her resmin bir öyküsü vardır.
Ama bu öykü, yazarın yazdığı öykü değildir.
Ressamın öyküsüdür.
Onun öyküsünü, yazar yazamaz
ya da (yazınsal anlatmaya kalksa) ister istemez
bambaşka bir biçimde anlatacaktır
-çünkü yazar sözcüklere mahkûmdur.
Arslan'ın sözcükleri ise
(onun resimlerinde öteden beri
çok sayıda sözcükler, heceler, harfler yer alır)
bir biçimdir, bir karalamadır, bir silmedir,
bir kazımadır.

II/

Resmin sorunsalı 
hemen hemen hiçbir zaman Arslan'ın sorunu olmadı.
Başlangıçta, Miro'ya, Klee'ye ilgi duydu.
Daha sonra ana kaynaklara gitti.
Halk sanatlarıyla, Karagöz figürleriyle,
Siyah Kalemle ilişki kurdu.
Ama plastik değerler, bu dönemlerde bile
onun üstünde durduğu birincil konular değildi.

Sorduğu soru,"Düşüncemi nasıl resmedeyim?"
oldu hep.

Bu sorusunun karşılığını
sanırım, bir resimden çok
bir kitapta
bir ressamdan çok
bir yazarda, bir düşünürde buldu.

III/


Uzun bir süre
atlar çizdi. Atlar, öküzler...
Bir öküz deseninin altına şöyle yazmıştı:
"Freud haklı."
Arslan'ın resmi, hiç değilse 1968'lere değin 
bir değişim sanatıdır.
Atları çizerken insanları çizdi.
Çiftleşmeleri çizerken 
mutsuzlukları, tekleşmeleri çizdi.
Mezar taşlarını insanlaştırdı.
İnsanları mezar taşı durumuna getirdi.
İnsanları değiştirmedi.
insanları değişkenlikleri içinde çizip boyadı.

IV/

Onun kadar azla yetinen bir ressam tanımıyorum.
Renkçi ressamlar vardır.
Çizgici ressamlar vardır.
Lekeci ressamlar vardır.
Arslan bunların hiçbiri değildir.
Rengi, bir ikon sanatçısının 
madde-dışını yansıtan altın yaldızı 
kullandığı gibi kullanır.

Resimde renklerin 
dikkati çekmemesi 
gözü çelmemesi için 
özel bir çaba harcar.
Ama renk, istese de, istemese de ordadır. 
Varla-yok arası, soluk, toprak rengi 
ama ordadır.
Onun anlatım gücü çizgidedir.
Çizgilerle örer resmini.

V/

Tablo gerçekliğin aynası değildir.
Hiçbir tablo.
Ama Arslan'ın bir resmi düşüncenin bir aynasıdır,
Arslan düşüncesinin
- onun resminde düşünceden söz edebiliriz.-
Hiç değilse o (resim ya da Arslan) 
bunu gerçekleştirmeye çalışıyor.

VI/

Bir başka yerde yazmıştım.
Sanatçı kendini başkalarında bulabilir,
 kendini ararken de başkalarını bulabilir.
Arslan'ın resminde hep bu "buluşmalar" vardır.

VII

Arslan, hiçbir zaman 
bir çıplak, bir nature morte, bir manzara 
resmi yapmadı.
O bir insan ya da bir hayvan çizerken 
bunları resmin amacı olarak değil,
aracı olarak "kullandı", 
dün de, bugün de.
Birtakım düşünceleri resimlediğini söyledim, 
«öyleyse o, bir illüstratör" denecek.
Evet, ama bir ayrımla:
Nietzsche'yi, Sade'ı, Jarry'i 
yorumlamıyordu o resimlerinde.
Onların çizgisindeki kendi düşüncesini 
resme aktarıyordu.
Daha doğrusu resimliyordu.
Bu düşünceyi resmediyordu. 
Resimlemek/Resmetmek.
İki ayrı kavram.
Yukanda sözünü ettiğim ayrım 
burda beliriyor:
Arslan (daha önce de söyledim) 
bir düşünceyi resimleyen değil, 
onu resmedendir. 
İllüstratör'lüğünü bu anlamda 
anlamak / yorumlamak gerekir.

VIII/

İnsanın nerden geldiği değil, 
nereye gittiği önemlidir, 
diyor Doğulu bir bilge.
insanın nereye gittiğini anlamak istiyorsan 
nerden geldiğine bak, 
diyor Batılı bir bilgin.


Arslan'ın geldiği ve gittiği yer...
Birçoklarına şaşırtıcı gelecek ama 
gerçektir:


Biz Türk sanatçılarına özgü, benzersiz bir yoldur bu.

Gözlerini Haliç'in kirli sularında 
aç dünyaya
mezarlıklar arasında büyü 
kıçında don yokken kendi çabanla 
bir yabancı dil öğren 
o dilden, Nietzsche'leri, Sade'ları,
Sartre'ları, Artaud'ları,
Jarry'leri, Kafka'ları oku
bu arada kendi resim dilini bul
özel boyanı ara, kişisel bir teknik geliştir
yepyeni bir resim dili yarat
Marx'ı bul,
sonra kimsenin cesaret edemeyeceği bir işe başla 
Das Kapitali resim diline çevir.
Bu, ancak bir Türk sanatçısının 
geçtiği yollar olabilir.
Batı'da bir benzeri yoktur Arslan'ın.

IX/

Eleşkirt'ten 9 Ekim 1957 günü 
yazdığı bir mektubunda Seneca'dan 
şu alıntı yer alıyor:
"Birlikte oturup, birlikte gezerken 
söyleyeceğim sözler nasıl işlenmemiş 
nasıl sade ise mektuplarımın da öyle olmasını 
isterim: onlarda da fazla yapmacıktan sözler 
olmasın. Elden gelse, duyduğumu söylemez,
gösterirdim."

Arslan'ın resmi, her döneminde 
düşündüğünü / duyduğunu / sezdiğini / düşlediğini / 
tasarladığını / yaşadığını anlatan
bir resimdir-
Anlatarak gösteren bir resim.

X/

Şöyle dersem belki daha doğru olur:
O resim yapmıyor, 
resmediyor.
Ama resmettiği yalnız düşünce değil.
Adına "yaşam" dediğimiz
iç ya da dış dünyanın karmaşasını, çelişkilerini
resmediyor.

Bu nedenle de,
resim sanatının özgürlüğünden, bağımsızlığından 
Özerkliğinden söz edenlere 
şaşkın gözlerle bakıyor.
Nasıl ki Sartre "öncü" sözcüğünün sanat alanında
kullanılamayacağını, bunun askerî bir deyim 
olduğunu ileri sürdüyse,
Arslan için de
özgürlük / özerklik / bağımsızlık kavramları 
toplumsal-siyasal literatürün kavramlardır.
Sanatı, sanatçıyı ancak bu açıdan ilgilendirir.

XI

Yalnız figüratif
yalnız illüstratif 
olmak yetmiyor ona.
O, figürün ötesine gitmek istiyor
ve bunu, en güç yoldan 
soyutlamadan gerçekleştirmek istiyor.

İllüstratör yönüne gelince,
(söz konusu Arslan'ın resmi olduğunda 
bu sözcüğün hiç de aşağılayıcı bir yanı yok) 
resimleri,
resmettiği düşünceyi yarattığı dille aşıyor.
Bu düşünceyi başkalaştırmıyor, 
ona yeni bir anlam katıyor, 
ona bir katkıda bulunuyor, 
ona yeni bir soluk veriyor.
Tüm bu nitelikleri dolayısıyla da 
bu yaptıkları, bir resim
yani istese de istemese de 
bir sanat yapıtı olarak 
çıkıyor karşımıza.

XII/

Arslan'ın resimlerindeki 
insan figürlerinin değişimi 
bu değişimi izleyecek olursak 
onun geçtiği yollarda bıraktıkları 
izleri görürüz.
Bunları izleyecek olursak, 
sanatçının değişimini, dünya görüşünü 
dünyaya bakışını da izlemiş oluruz.

XIII/

Niçin doğayı soyutlamak da 
insan düşüncesini somutlamak değil? 
Günümüzde bu soruyu 
kaç ressam sormuştur kendine?

XIV/

Son resimlerine bakarken:
Bulduğu tekniği geliştirmedi.
Tam tersine, daha bir yoksullaştırdı gibi
Teknikten yararlanmak istemiyor.
Handiyse, kimselere benzemeyen,
kendi yarattığı
bu tekniği bile kullanmak istemiyor,
diyeceğim.
Onun (tekniğini) üç kuruşluk bir tükenmez 
kalem kertesine indirmiş.
Usta bir ozanın, 
büyük bir düşünürün 
diyeceği ne varsa, 
üç kuruşluk bir 
tükenmezle de 
dile getirebileceğini biliyor.

EK:
(Mayıs 1982)
Dört yıl önceki bu notlarımı okurken ve 
o günden bu yana Yüksel Arslan'ın 
gerçekleştirdiği yeni resimlere bakarken 
ekleyebileceğim ne var, diye düşünüyorum.
İpşiroğlu'nun, Hilâv'ın, Duru'nun yazılarından 
benim bu kitapta yer alan notlarımla sanatçının
 "Anılar"ından oluşan (Yüksel Arslan / Bir Dönem: 1951-1961)'de
yalnız onun on yıllık sanat etkinliğine değil, o gün (1978)
varmış olduğu aşamaya da (ister istemez) değinilmişti.
Gerçek bu: Yüksel Arslan'm sanatı 
Çeşitli aşamalardan geçmiştir.

Bu aşamaları, sanatçının değişik dönemleri 
olarak sıralayabiliriz.

1/ ARAYIŞ DÖNEMİ
(İlişki,davranış, Sıkıntılara övgü, 1955)

2/ EROTİK DÖNEM
(Phallisme, 1955-1961)

3/DÜŞÜNSEL DÖNEM
(Artures, 1961-1967)

4/ TOPLUMCU DÖNEM
(Kapital, 1968-1990)

5/BİLEŞİMCİ DÖNEM
(1980'den bu yana sürdürdüğü, henüz sergilenmemiş ve
kitaplaşmamış "İnfluences / ETKİLER dizisi)

Arslan, bir dönemden öbürüne geçerken 
her şeyi silip atan sanatçılardan değildir.
Sözcük yerindeyse daha önceki birikimlerinden 
yararlanmış, hatta onları kullanmıştır.
Bunun sonucu olarak, yirmi beş yıla yayılan 
belli başlı beş döneminde bir kopukluk değil, 
bir süreklilik söz konusudur.

Başka bir deyişle, 'günün modasına uygun" 
resimler yapmamış, kimsenin izinden gitmemiş, 
kimsenin de kendini izlemesi için, 
gerekli "tedbirleri" almış gibidir.
Dolayısıyla, Arslan'ı daha önce adı konulmuş 
herhangi bir sanat akımı içinde görmek olanaksızdır. 
Breton onun resimlerine ilgi göstermiştir.
Oysa gerçeküstücü bir ressam değildir o.
Kapital'i resimlemek cesaretini göstermiştir.
Oysa, toplumcu-gerçekçi bir ressam değildir o.
Son dizisi "Etkiler", sanatçının, sanatçı olarak
özyaşamöyküsünü anlatır gibidir.
Oysa bireyci bir sanatçı, hiç değildir.
Tüm bunların sonunda,
dört yıl önceki notlarımda kullandığım
bir deyimi kullanacağım:
Arslan, bilinen, alışık olduğumuz 
anlamda (sözcüklerin dışındaki "ressam" 
tanımlamaları dahil) bir ressam değildir, 
öylesine değildir ki bir resmin güncel 
serüveninden çok, bir dönemin serüveni 
ilgilendirmektedir onu.
Her dönemine
başlangıcı ile sonu tasarlayarak girer.

Örneğin, son resimlerine ("Etkiler")
başlamadan önce notlarını almış, hangi sanatı, 
hangi sanatçıyı, hangi bilgini, hangi düşünürü 
nasıl değerlendireceğini önceden saptamıştır.

Arslan, bir "nature morte", bir görünüm, 
bir çıplak ressamı olmadığı için, resminin 
düşünsel düzeyde bir hazırlık, bir tartışma 
aşamasını yaşıyor.
Bu aşamada da
renklerle, çizgilerle değil, kavramlarla kuruyor resmini.
Demek ki, bir resim / ressam olgusunun 
uzağındayız, diyecek aklı başında okur.
Hiç kuşkusuz.
Zaten özellikle bu yanıyla 
ayrılıyor ressamlardan.
Beni aranıza almayın, diyor.

Son resimleri bir bileşim çabasının sonuçları (gibi). 
Ama bu bileşim, yalnızca kendi dönemlerinin 
bileşimi. Geriye dönüp bakan ve etkilendiği 
sanatları, sanatçıları (Yazar / Düşünür / Ozan / Besteci / 
Bilim Adamı / Ressam...) ele alan,
etkilenmelerini resimliyor.
Bu diziye, "Sanatçının ressam olarak özyaşamöyküsü" 
adı verilebilir.

Bu özyaşamöyküsünün çizgileri acı, tatlı, ak, kara, 
saçma, anlamlı tüm humour öğeleriyle dolu.

Ne serüven!

ferit edgü

1 yorum:

  1. Arslan susmuş, okumuş hep; arturelerin dilinden konuşmuş.

    YanıtlaSil