Henry David Thoreau üstüne uzunca bir 'not' hazırladım (A 631), sonra da yeni bir arture yaptım (A 636), kısa bir süre önce bitirdim onu. Çok basit, her gün Walser gibi yürüyüş yapıyormuş. Özellikle yabani otları, yabancı otları yeğliyormuş. Kimse sevmez onları, köylüler bile sevmez. Biraz farklı biriymiş. Benim için, yaşama şekli ve söylediği şeyler önemli. Köleliğe karşı mücadelesi ve 'sivil itaatsizlik' kitabı. Son arture için, gezintilerimde bulabildiğim tüm yabani otları topladım, desenlerini çizmek için çiçekleri bardaklara koydum... Harika bir şey bu. Özümde, böyleyim işte. Yeni bir hayatöyküsü okudum: Henry Thoreau, Yeni Dünyaya Uyanan Olmak (Gilles Farcet). Defterime sayfalarca not aldım.
Arture'lerin hazırlık aşaması bu. Birini sevdim mi, Fransızcada onunla ilgili bulabildiğim her şeyi okuyorum. Arture'lerimi bunun içinde hazırlıyorum. Kimi kez, işin içinden çıkamıyorsun, birini fazla seviyorsun, elinden hiçbir şey gelmiyor. Şurada, Thoreau'nun portresini betimliyorum, bir ırmakla birlikte küçük bir manzara... ayrıca onun karşı çıkışlarından bazılarını. Örneğin uykuya karşı cephe alıyor: ‘Ahlaki reform, uykudan kurtulmaya çaba göstermeyi gerektirir. Uyanmayı ve uyanık kalmayı öğrenmemiz gerek.' Sonra da benim için önemli olan şeyi not ettim.'
"Başım hem el hem ayak. En iyi özelliklerimin hepsinin onda toplandığını hissediyorum. İçten içe başımın toprak kazıcı bir organ olduğunu düşünüyorum, tıpkı bazı varlıkların somaklarını ve ön ayaklarını kullandıkları gibi kullanıyorum onu, bu tepelerde üstünden geçtiğim yerleri başımla kazmak, eşelemek isterdim." (H. D. Thoreau)
"...kendi adıma, her yazardan er ya da geç kendi hayatı üstüne yalın ve içten bir anlatı bekliyorum, büyük bir saflıkla öteki insanların hayatına ilişkin bir şeyler söylemesini değil." (H. D. Thoreau)
"Kenti gördükçe daha az seviyorum. Onu izleyen gözlerimden utanıyorum, hayal ettiğimden bin kat daha aşağılıkmış meğer. " (H. D. Thoreau)
(...)
"Sokaktaki domuzlar nüfusun en saygın kesimi. Bir milyon insanın tek bir insanla karşılaştırıldığında hiçbir öneminin olmadığını dünya ne zaman anlayacak?" (H. D. Thoreau)
"Hiçbir şekilde evren üstüne, insanla kurumların fazla yer kapladığı ve fazla dikkat çektiği bir felsefe yapmam." (H. D. Thoreau)
" İnsan, felsefeci için, artık geride kalmış bir olgudur. Evren yalnızca insana barınak olamayacak kadar geniştir. (...) bir çayırkuşunun, bir derenin ya da bir taşın varlığı geveze ve kof insanlarınkinden daha önemlidir çoğunlukla." (H. D. Thoreau)
"Ne diye konuşacağım dostlarla? O kadar nadiren kendim oluyorum ki. Peki onlar kendileri mi? Ötede, çok ötede bir araya geleceğiz. Yaz tohumları, kuruyup sallanan binlerce kafa misali düşüyor yere. Dönüşümleriniz üzerinden tanımasaydım sizi, anlayabilmem mümkün olabilir miydi? [...] En büyük ve en bilge olan ne varsa, insanları ilgilendirir hala. Neden güneş altında ayakta durmuş, ağaç gibi gölgesini yansıtırken görmüyoruz insanları? Niçin ağaç gövdesinden sızan ışığı yaymıyorlar? İnsanları en azından hayvan olarak değerlendirmeyi deneyeceğim. Belki oradan bakıldığında daha iyi görünürler." (H. D. Thoreau)
[...] Hiç dışarı çıkmayan insanlar var, birçoğu geceleri evinde; çok azı dışarıda tek bir gece olsun geçirmiştir, insanlığa tepeden bakıp da onun kurumlarını yol kenarındaki zehirli mantarlar gibi görmüşlerin sayısı daha da azdır. (Thoreau)
Kısmen seviyorum doğayı, çünkü insan değil insana karşı bir sığınak o (...) Dünyanın tamamı insandan ibaret olsaydı, rahat kalamaz, her türlü umudumu yitirirdim. (H. D. Thoreau)
Bedenle ruh gibi, bir insanoğluyla bir bitkinin hayatı arasındaki kusursuz benzerlik.
(H. D. Thoreau)
Thoreau'nun "hal ve tavırlar"mı herkes biliyordur herhalde: Göl kıyısında bir kulübe yapıyor kendine, uçsuz bucaksız topraklar alabilmek için komşusu Meksika'yla savaşan, köleci bir devlete vergi ödemiyor, hatta bir gece kendisini hapishanede buluveriyor. Sanırım onu anlatmanın en iyi yolu kendi yazılarını alıntılamak!
Ülkemin hatırası gezintimi mahvediyor. Düşüncelerim kıyıcı olmaya başlıyor. Devlet karşıtı komplolar hazırlıyorlar. Çevremde, tek bir kulun yaşamadığı engin boşluklar var. Uzaktan uygarlığı ve insanların evlerini seyredebileceğim çokça tepe -çiftçiler ve yaptıkları işler, köstebeklerden ve yeraltındaki yuvalarından biraz daha iyi seçiliyor oradan, insan ve işleri, kilise, devlet ve okul pazarlık ve ticaret sanayi ve tarım ve -en berbatı-siyasetin, bütün bunların manzarada ufacık bir yer tuttuğunu görmek çok rahatlatıyor beni: Siyaset daracık bir arazi, ona giden yol daha da dar. Arada bir yolculara yerini tarif ettiğim oluyor. Siyaset dünyasına gitmek istiyorsanız, büyük yolu izleyin, şu satıcıyı takip edin, kaldırdığı toz gözlerinizde kalsın, işte o toz sizi doğrudan gideceğiniz yere götürür. Bu dünyanın da kendine ait belirli bir alanı var, uzamın tamamını kaplamıyor. Terk ediyorum onu, ormanın yolunu tutmak için bir fasulye tarlasını terk eder gibi, ve işte unutuldu bile. Yarım saat içinde, insanın bir yıl olsun yerleşmediği bir yeryüzü köşesine çekiliyorum, işte bu yüzden buralarda siyasete rastlanmıyor, tek bir adamın purosundan çıkan dumandan başka şey değil o çünkü.
H. D. Thoreau'dan ya da hakkında yazılanlardan daha böyle sayfalarca alıntı yapabilirdim. Ama neye yarar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder