...Bir iç trajediyi sanat biçiminde dile getirmek ve böylece ondan arınmak, ancak bu trajedinin içindeyken bile duyargalarını geren ve incecik ipliklerle örgüsünü örebilen, kısacası, bir yandan yaratıcı düşüncelerin kuluçkasına yatabilen bir sanatçının başarabileceği bir iştir. Bir çıkar yol olarak intihar yerine, bir sanat eserinin aracılığıyla fırtınayı çılgınca yaşamak ve baskı altındaki duygulardan böylece kurtulmak diye bir şey olamaz. Bunun ne kadar doğru olduğunu, kendini gerçekten başına gelen bir felaket yüzünden öldüren sanatçıların genellikle sıradan şairler, duygu taşkınlıklarında içlerini kemiren kanserin en ufak bir belirtisini bile duyuramayan gösteriş düşkünleri oluşu da gösterir. Bundan şunu öğrenir insan: uçurumdan kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır...
...
...Şair miyim, yoksa duygularına tutsak biri mi? Daha çözemedim bunu, ama bir nokta kesin:bu sıkıntılı ayların durumu ortaya çıkaracağı. Eğer umduğum gibi, doğruları arayan en büyük insanlar bile böyle aylar geçirdilerse, o zaman yaratma sevinci epey pahalıya çıkmış olmalı onlar için. Kendi görevlerini elinden zorla alanlardan onların gözlerinin yaşına bakmadan bunun acısını zorla çıkarıyor hayat. Bir şey meydana getirmenin çilesi, bu iyi bilinen işkence, bir şey meydana getirip bitirdikten sonra ne yapacağını bilememenin acısı yanında hiçtir...
...
...Gerçek bir sanatçı yarattığı eserlerde elinden geldiği kadar az söz eder sanattan. (Böyle yapmıyorsa sanatçı değil, sanat virtüözüdür.)
İçerik olarak yalnız sanatın sancılarını ele alan bir insan, araçlarını hazırlama evresinden daha kurtulamamış, dünyada olgun bir insan gibi konuşma yetkisini daha kazanamamış demektir...
...
...Gençliğimin sona erdiğini haber veren belirtiler arasında en önemlisi artık edebiyata karşı büyük bir ilgi duymayışım geliyor. Bir zamanlar her şeye rağmen duyduğum, manevi doğrular bulma umuduyla açmıyorum kitapları artık. Okuyorum, daha da çok okuyabilmek istiyorum, ama bir zamanlar yaptığım gibi, kitaplarda bulduğum çeşitli yaşantıları ne heyecanla karşılıyorum, ne de bunları parlak şiir öncesi ussal bir gürültüye dönüştürüyorum. Torino sokaklarında dolaşırken de aynı şey oluyor. Bu yerleri artık yaratma çabasını hızlandıran romantik, simgesel bir güç kaynağı olarak görmüyorum. Her keresinde 'önceden yapılmış bu' demek geliyor içimden
Şunların çevresinde dönüyor artık hayatım: siyaset, gündelik yaşam, kitaplardan edinilen her şey; ama kitaplar, yaratma umudu gibi besleyici değil.
...
...Tedirginliğinde ve yazı yazma çabanda sana yardımcı olan şey, her sayfada söylenmemiş bir şey kaldığını kesinlikle bilmendir...
...
...Deha kendi dışımızda bir konu bulup onu ustaca işlemek değil, kendi yaşantımıza kendi gövdemize, kendi anılarımıza, kendi ritmimize sahip olduktan sonra, bu ritmi olaylar dizisinin ve ele alınan konuların sınırlarının ötesinde bir düşünce zenginliğiyle dile getirmektir.
Dehadan ve verimlilikten yoksundur gençlik...
...
...Yazdıkların için zengin bir kaynak bulduğun tek dönem 6-15 arasındaki yıllardı. O zamanlar belli bir olgunluğu ve havası olan hikayelerle şiirler hemen aklına geliyordu, bunun nedeni de şuydu: O yıllarda, bir dana gibi ilgisiz, ama dünyada, çevrendeki dünyanın bir parçası olarak yaşıyordun. Benliğin dünya ile arandaki gündelik bağlara ilgi duyuyor, seninle dünya arasındaki duygu alışverişini etkilemiyordu.
On beşinde, benliğin o yalın ve karmaşıklıktan uzak yaşama düzeninden çıkıp dünyayı yargılamaya başladı. Oysa o zamana kadar sadece bir seyirci olarak tanıyordun dünyayı. Ve her şey karışık, kısır, duygusal oldu ondan sonra.-
Bir yazarın şiire, edebiyata en büyük katkısı, yaşarken ona hayatının edebiyata en uzak görünen bölümlerini aktarabilmesidir. Ona sadece boşuna harcanmış gibi değil, aynı zamanda bir kötülük, bir günah, bir çöküntü belirtisi gibi gelen günlerini, alışkanlıklarını ve yaşantılarını. İnsanın hayatını böyle şeyler zenginleştirir. Her hayat hikayesinin çocukluk günlerini düşün...
...
Bir sanatçı için önemli olan yaşantı değil, iç yaşantıdır.
***
Biçim:
...İçgüdüyle bir biçim seçer kişi, nasıl olduğunu kesin bir netlikle bilmeden yaratır.
İnsan kendi üslubunun ne olduğunun farkındaysa onu bilinçli olarak kullanamaz. Her zaman önceden var olan bir üslubu, farkında olmadan onu yeni bir üsluba dökerek kullanır. İnsan ancak eskiyip belirlendikten sonra, gözden geçirip yorumlayabildiği, nasıl ortaya çıktığını açıklayabildiği zaman üslubunun ne olduğunu anlar.
Bir eser tamamlandı mı, insan onun özünü değil, biçimini yeniden ele almak ister. Duygularını değil, üslubunu. Simgelenen şeyi değil, simgeyi.
İnsanın yorgunluğu üslupta, biçimde, simgede kendini gösterir. Eserin içerdiği duygulara gelince, insan sırf yaşadığı için bol bol sahiptir bunlara...
***
Dostoyevski:
Dostoyevski'de hiçbir zaman doğal bir gerçekliğin (insan,aile,toplum vs.) öyküsü yoktur;onda olan,fragmanlar halindeki sorunlu ve diyalektik bütünlerdir ve bunlar bir tartışma havasında birer yaşam kesiti şeklinde bir araya getirilir. (Planton'un mitleri) En doğal nitelikli tek öykü Suç ve Ceza'dır.
...
Yeniyetme:Şu anda elde edemediğimi istemekten vazgeçerim.
Her şey çeşitli düşüncelerin ve iç içe geçmiş duyumların tutuşturduğu bir aydınlanmayla çözülmeli. İmge-anlatı buydu. Yalnızca, tek bir fiilden (Öldürdü - Sigara içti - İçki içti - Zevk aldı, vb.) oluşmuş bir anlatıydı. Sorun, yalın tümceden nasıl çıkılacağı ve uzun tümcelerin nasıl yazılacağıdır.
...
Dante, Stendhal ve Baudelaire gibi sanatçılar üsluplaştırılmış durumlar yaratırlar: Hiçbir zaman güzel sözlerin tuzağına düşmezler, çünkü cümlelerin durumları yarattığını bilirler. Bu yazarlar, yazdıkları zaman ipin ucunu hiç kaçırmazlar, çünkü onlar için bir sayfayı doldurmak demek, kapalı bir çemberin içinde, hayattan bambaşka yasaları olan bir alanda oluşan soyut bir durum yaratmak demektir...
...önemli eserlerin büyük yazarları kendi taşan duygularını boşaltmak için bir sayfa bile yazmayıp, esere başlamadan bunun üzerinde uzun uzun düşünüp ona biçim verirler...
*
6 Ekim 1935
Her zaman duyuyordum o anın parçasını aşan bir şey yarattığımı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder