Roman bir ayna'dır: herkes söylüyor bunu. Peki nedir roman okumak? Aynanın içine atlamaktır sanırım. İnsan kendini ansızın ayna camının öte yakasında, bize tanıdık gelen kişilerle nesnelerin arasında buluverir. Oysa bu yalnızca bir havadır, gerçekte onları hiç görmemişizdir. Beri yandan, kendi dünyamızın nesneleri aynanın dışında kalır, birer yansıya dönüşür. Kitabı kapatır ayna çerçevenin dışına adımımızı atar, şu bizim doyurucu dünyaya döner size hiçbir şey söylemeyen yapıları, bahçeleri, insanları yeniden karşınızda bulursunuz; yeniden arkanızda oluşan ayna büyük bir dinginlikle onları yansıtır. Ondan sonra, isterseniz sanatın bir yanılsama olduğuna yemin edebilirsiniz...
Roman bize nesneleri değil, onların imlerini (işaretlerini) gösterir. Peki, birtakım şeyleri boşlukta gösteren bu imlerle, sözcüklerle nasıl kurabiliriz ayakta duran bir dünyayı? Stavrogin nasıl olup da yaşamaktadır? Canını benim imge gücümden aldığına inanmak yanlış olur: sözcükler, onlara dayanarak düş kurduğumuz zaman birtakım imgeler doğururlar, ama okurken düş kurmam, bir gizli yazıyı çözerim. Hayır ben Stavrogin'i kafamda canlandırmam, bekleyişim, kendi zamanımdır. Çünkü kitap dediğin ya bir yığın yapraktır, ya da devinim halindeki kocaman bir biçim: okuma. Romancı bu devinimi yakalar, ona klavuzluk eder, sağa sola çeker, kişilerini onunla yoğurur; bir dizi küçük okumadan, her biri yalnız bir dans süren küçük asalak yaşamlardan oluşan roman okurlarının zamanıyla beslenip kabarır. Ancak sabırsızlıklarımın, bilgisizliklerimin süresinin kendini bırakması, şu uydurulmuş yaratıkların eti kemiği haline getirilmeye ve karşıma çıkarılmaya izin verebilmesi için, romancının onları tuzağa düşürmeyi bilmesi, elindeki imlerle, kitabının bağrında, geleceğin henüz oluşmadığı benimkine benzer bir zaman yaratması gerekir. Kahramanın ilerki eylemlerinin soyaçekim toplumsal etkiler ya da başka bir düzenek tarafından önceden saptandığı kuşkusuna düşersem, zamanım hemen bana doğru çekilir; artık ortada kıpırtısız bir kitabın karşısında yalnızca ben, okuyan, sürüp giden ben kalırım. Roman kişilerinizin yaşamasını mı istiyorsunuz? Özgür olmalarını sağlayın. Burada yapılması gereken tanımlamak hele hele açıklamak değildir (bir romanda en iyi ruhsal çözümlemeler bile ölüm kokar), yalnız kestirilemez tutkularla edimler sunmak'tır. Rogojin'in biraz sonra yapacağını ne kendisi bilir, ne de ben; suçluyu oynayışını göreceğini bilirim, ama kendine egemen olup olamayacağını, aşırı öfkenin onu sevgilisini öldürmeye itip itmeyeceğini kestiremem: özgürdür. Usulca, onun kimliğine girerim, benim bekleyişimle beklemeye başlar, benim içimde korkar; yaşar.
1939
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder