Sartre Sartre'ı Anlatıyor

Yaşamıma tıpkı bitireceğim gibi başladım: kitaplar arasında.


...1917'de, La Rochelle'de bir sabah, benimle birlikte liseye gelecek arkadaşlarımı bekliyordum; arkadaşlarım görünürde yoktu, az sonra kendimi oyalamak için ne edeceğimi şaşırdım ve Yaradan'ı düşünmeye karar verdim. Bir anda gökte yuvarlandı ve hiçbir açıklama yapmadan yok olup gitti: çelebice şaşkınlıkla kendi kendime: Tanrı yok, dedim ve bu işin orada bittiğine inandım. O günden bu yana, onu yeniden diriltmek için hiçbir çaba sarf etmediğime göre, bir bakıma iş gerçekten bitmişti. Ama öteki, Görünmeyen, Kutsal tin, bana vekilliğimi sağlayan, adsız ve kutsal büyük güçlerle yaşamımı yöneten Tanrı, yerinde duruyordu. Bu sonuncudan daha zor kurtardım kendimi, çünkü o, kafamın gerisinde, kendimi anlamak, bir yere oturtmak ve doğrulamak üzere kullandığım uydurma kavramların içine yerleşmişti. Yazmak; Ölüm'den,  yani maskeli Din'den, yaşamımı rastlantının elinden kurtarmasını istemek anlamına geldi uzun süre... 



...İlerki ölümsüzlüğüm somut geleceğim oldu. Her havailik an'ını vurup öldürüyordu bu ölümsüzlük, en derin dikkatin ortasına yerleşti, daha derin bir avuntu, her türlü bütünlüğün boşluğu, gerçeğin hafif gerçek dışılığı oldu; bu ölümsüzlük, uzaktan, ağzımdaki karamelanın tadını, yüreğimdeki acı ve hazları öldürüyordu; ama en değersiz an'ı kurtarıyordu, çünkü bu an en sonuncuydu ve beni ona, ölümsüzlüğe yaklaştırıyordu; yaşama sabrını verdi bana: yirmi yıl ileri atlamayı, yaşamın bir başka yirmi yılının sayfalarını karıştırmayı bir daha hiç istemedim, utkunun uzak günlerini bir daha hiç düşlemedim; bekledim. Her an bir sonraki an'ı bekliyordum, çünkü o da kendinden bir sonraki an'ı çekiyordu kendine. Büyük bir dinginlik içinde aşırı bir ivecenlikle yaşadım: hep kendi kendimin ilersinde bulunan varlığımı her şey emip yutuyor, hiçbir şey beni yolumdan alıkoymuyordu. Ne büyük bir rahatlayış!.. 


...İnsan türünün beni sürdüreceğine inandırmak üzere, kafamın içinde, onun (insan türünün) hiç tükenmeyeceği konusunda karara varıldı. İnsanlık içinde eriyip gitmek, doğmak ve bitimsiz olmak demekti, ama önümde, elli bin yıl sonra da olsa, bir gün bir tufanın insan türünü yok edeceği söylendi mi, deliye dönüyordum; büyüden kurtulmuş olmama karşın, bugün bile ürpermeden düşünemem güneşin soğuması olasılığını: çağdaşlarımın daha öldüğü günün ertesinde beni unutmaları bana vız gelir, tıpkı tarihe geçmemiş, tanımadığım ve hiçleşip gitmekten kurtardığım milyarlarca adsız ölünün bende varoluşu gibi ben de çağdaşlarımın her birinde varolacak, yaşadıkları sürece akıllarını kurcalayacaktım onların; ama eğer yokolup giderse, işte o zaman ölülerini gerçekten öldürecekti insanlık...   


...Ölümün elinden barbarlığını çekip almak için, ölümü kendime erek edinmiş ve yaşamımı da ölmenin bilinen biricik yolu yapmıştım: yalnızca kitaplarımı doldurmaya yetecek kadar umut ve isteğe sahiptim, yüreğimin son vuruşunun kitaplarımın son cildinin son satırına yazılacağına ve ölümün ancak bir ölüyü ele geçireceğine inanarak, yavaşça sonuma doğru yol alıyordum...

...Gerçek bir çılgınlık haline getirdim bu işi: gelecek diye büyük bir ölünün geçmişini seçtim ve yaşamı tersinden yaşamaya uğraştım...


...Mutsuzluklarım bir kitap ortaya çıkarmaya yarayacak denemelerden, yollardan başka bir şey olmayacaktı hiçbir zaman. Acılara ve hastalıklara dayanmayı öğrendim: bir utku olacak ölümümün ilk ürünlerini, beni bu ölüme çıkaracak basamakları yaşadım onlarda...


    
...


Otuz yaşında şu güzel işi becerdim: Bulantı'da -bu işi büyük bir içtenlikle yaptığıma inanabilirsiniz- çağdaşlarımın doğrulanmamış, acı varoluşunu yazıp, kendiminkine hiç dokunmadım. Roquentin idim, hiç acımadan onda kendi yaşamımın dolaplarını ortaya koyuyordum; ama aynı zamanda seçilmiş kişi, cehennem yıllarının yazarı, kendi öz hücre kansuyum üzerine çevrilmiş cam ve çelikten yapılma fotomikroskop, yani ben idim... 




.... Hep yazıyorum. başka ne yapabilirim ki?

Nulla dies sine linea*
*yazısız tek bir gün bile geçirmeden
 (Sözcükler'den)



I build a pyramid - Duane Mıchals

1978.


İmkansız - Georges Bataille


'Yalnız insan' lanetlidir.


Çoğu zaman öyle güçsüzüm ki yazı yazacak gücüm bile olmuyor. Yalan söyleme gücü? Bunu da söylemeliyim: Sıraladığım bu sözcükler yalan söylüyorlar. Hapiste duvarlara yazı yazmazdım: Çıkışı aramaktan tırnaklarım sökülürdü.


Yazmak tırnaklara kavuşmak, boş yere de olsa, kurtuluş an'ını umut etmek mi?



Baykuş ayışığında, yaralıların çığlık attığı bir alanın üzerinde uçuyor.
Ben de aynı şekilde kendi mutsuzluğumun üzerinde uçuyorum.



Varlığımı sürdürmek neye yarıyor? 
Kaybedilen davanın peşinden gitmek niye?


Hiçbirimiz rastlantıdan, bir uçurumun dibinden yeni bir alay çıkaran ölümden daha fazla değiliz.


Dayanılmaz bir kadavradan başka bir şey bırakmadıkları bu dünyadan onları bir kaza veya bir hastalık alıp götürünceye kadar, o gün bugündür yaşamaktan, bir şeyi, daha sonra başka bir şeyi düşünmekten, yataktan kalkmaktan, yıkanmaktan ve uyumaktan bir an bile vazgeçmeyen, yaşamım süresince karşılaştığım bunca erkek ve kadın!




 *

umut yok
ölüm
üflenen mum


*

tüm evrende
tabutların boşluğu
kendimin yokluğuyum


 



Georges Bataille,
İmkansız'dan

Yazı - Roland Barthes

Sanat, Sıkıntı-Karşıtı'nın, Sıkılmamanın özüdür; 
ya da daha doğrusu "karşıt" sözcüğünün tuzağına düşmemek için sözü ters çevirmek gerekir: 
Sıkıntı = Sanatın (Yazının) etkin güç olarak karşı çıktığı tepkin güç.

Sıkıntının temeli üzerinden hareketle yazmaya başlanır.
 Bu temel üstünde, demek ki Sanat olarak yazı yükselir. Sanat gerçekten de insanı sıkıntıdan kurtaran o şaşırtıcı güçtür: Sanat sıkıntının bir süre için kesilmesidir (kısa devre yapma), bir başka metafiziğin, ilkine müdahalesidir.



Boşluktan kurtulunamıyor ki...
Önemli olan tek şey nedensizce yazman...
(Aruoba)


Tenha yol en iyisi benim için


Günlük

16 Aralık 1910

Günlüğü artık bırakmayacağım. Sımsıkı tutunmam gerekiyor ona, çünkü günlükten başka tutunacak bir şey yok.
Şu andaki gibi zaman zaman içimde beliren mutluluk duygusunun nedenini açıklayabilsem bir! Gerçekten kabarıp köpüren bir şey bu; hafif ve hoş bir ürpertiyle benliğimi baştan aşağı dolduruyor ve yokluğuna her an, hatta şimdi bile tam bir kesinlikle kendimi inandırabildiğim güçlerin içimde varlığına beni inandırmaya uğraşıyor.



23 Aralık 1911

Günlük tutmanın sağladığı avantaj, insanı aralıksız yenilgiye uğratan değişimlerin yatıştırıcı bir açıklıkla bilincine varmaktır. Genel olarak da inanılır bu değişimlere, sezilir ve varlıkları itiraf edilir, ama böyle bir itirafla umut ve huzura kavuşmak söz konusu oldu mu, bilmeden yadsınırlar hep. Günlük, bugün bize katlanılmaz gelen durumlarda bile yaşandığının, çevreye göz gezdirildiğinin ve gözlemlerin kayda geçirildiğinin, yani bu sağ elin bir vakit şimdiki gibi kullanıldığının belgelerini taşır kendisinde. Hani Günlük'e bakarak bir zamanki durumumuzu bütünüyle görebilir, şimdi eskisinden daha çok bilgiyle donandığımızı anlarız; ne var ki, bu konuda tam bir bilmezlik içinde yaşamamıza karşın, bir zamanki girişimlerimizin pervasızlığını şimdi daha çok takdir etmeden duramayız.



25 Şubat 1912

Bugünden başlayarak Günlük'e sımsıkı sarılacağım. Düzenli yazacağım artık. Kendimi koyvermeyeceğim. Bir yerden beni kurtaracak bir el uzanmasa bile, her an böyle bir kurtuluşa layık olmaya çalışacağım. Aile bireylerinin toplandığı masada bu akşamı tam bir ilgisizlik içinde geçirdim; sağ elim yanı başımda iskambil oynayan  kız kardeşimin sandalyesinin arkalığındaydı; sol elim hafifçe kucağımda dinleniyordu. Zaman zaman mutsuzluğumun bilincine varmak istedim, ama pek başardığım söylenemez.

Cocteau'dan Rimbaud



"Sana bir sırrımı itiraf edeceğim, dedi yalnız kaldığımızda. Bende bir kadın ve bir erkek vardı. Kadın sana boyun eğiyordu; erkek bu boyun eğişe isyan ediyordu. Kadınlar hoşuma gitmiyordu. Onları değişiklik olsun diye ve özgür olduğumu kendime kanıtlamak için istiyordum..."

sf. 76 (Beyaz Kitap)

Erkekler'e - Paul Verlaine

Ne sadesiniz
Ey erkek sevgililerim
Ne ateşlisiniz!
Aksiliklerimi giderin,
Yorgunluğunu üstümden atın süslü sözlerin,
Sen, güzel çocuk, kaldıralım kamışımızı argoyla,
Siz, köylü yiğitler, kütükten söz edin taşra ağzıyla,
Vuruşa düzüşe
Dalalım savaşına
Utangaç öpücüklerin
Gür ormanlarda.
Siz, zenginler, sanatıyla dil öğrenelim
Canı cehenneme amcıkların, bilgiçlerin
İçler acısı söylevleri
(Amcık deyince enayilerden sözediyorum
Çünkü öteki amcıklar bizim için bile geçerli
Zorlar, özeller, kilise hizmetkarları için bile
Hani papası Platon
İlk noteri Sokrat olan
Şurda burda bir kadın, yerli yerince
Ve ödünler hiç yitirmedi,
Sonra, derler ya, herkese hakettiği,
Ve kadınları başımızdan eksik etmesin tanrım,
Onlara yumuşak olalım
İki vuruş arası
İşimize bakalım).
Ey sevgili çocuklarım, öc alın benden
Ciddi okşamalarınız, götleriniz ve
Tam kral şölenlerine yaraşır düğümlerinizle
Bütün bu çukur etlerle
Süslü sözlerin
Neden üzgün olduklarını bilmeyen dostların
Kalın kafalarına sunduğu.
Açıkça söyleyelim, koyalım,
Taşaklarımızı birbirine dolayalım,
Kamışlarımızın ucunu yağlayalım, alem yapalım
Belle, bokla, baldır ve kalçayla.

Paul Verlaine

The Devil's Playground (Nan Goldin)


NAN GOLDIN'İN AYNASI

Son yirmi yılın cinsel ve kültürel devriminin altına fotoğraflarıyla imzasını atan isim: Nan Goldin. Özel hayat ve müstehcen kabul edileni kalabalık topluluklara sergileyerek bir anlamda "ayıp" kavramına bakışları değiştirdi. Kişiselliğin en uç sınırlarında dolaşıyor; sanatı aslında birebir kendi hayatı, model olarak kullandıkları kendi arkadaşları...
Uyuşturucu bağımlılarının, travestilerin, sevgililerinin, sanatçı arkadaşlarının gelişigüzel-rastlantısal çekilmiş görüntüleri birleşip Nan Goldin'in yaşam belgeselini oluşturuyorlar. Nan, kendi fotoğraf stilini ve felsefesini anlatıyor: "Benim işim aslında enstantane fotoğraf estetiğinden geliyor...Yani insanları, mekanları, paylaşılan zamanı hatırlamak veya o anı saklamak için çekilmiş şipşaklar. Tarihmi kaydederek bir sanat yaratıyorum..."
Nan Goldin 1953'te Washington, D.C.'de doğduktan kısa süre sonra, ailesinden ayrılana kadar mutsuz zamanlar geçireceği Boston'a taşındı. 14 yaşına geldiğinde kız kardeşinin intihar etmesiyle alternatif aile yaratma fikrini geliştirdi ve arkadaşlarından kurulu bir aile oluşturdu kendine. Geleneksel aile ve okul yapısının kendine göre olmadığını anlayan Nan, çeşitli insanların yanına taşındı ve Satya adında alternatif bir okula yazıldı. Massachusetts'deki Satya, aynı zamanda Nan'in hayatı boyunca en yakın olacağı iki insanla tanıştığı yerdi. İşte tam bu zamanlarda, işe David Armstrong ve Suzanne Fletcher'in fotoğraflarını çekmekle başlamıştı.
Satya'da Goldin'in fotoğraf tutkusu şekillenmeye başladı. Yeni arkadaşları Armstrong ve Fletcher'la birlikte fotoğrafı kendini ve hayatını yeniden keşfetmek için kullanıyordu. Moda fotoğraflarının yoğun olarak etkisinde fotoğraf çekerken bir giysiyi çıkarıp ötekini deniyorlardı. Bu giysi değiştirmeler sırasında Nan Goldin'in ileriki yıllarını etkileyecek cinsiyet ayrımsızlığı gündeme geldi. David sayesinde Boston'daki travesti altkültürüyle tanışmıştı. The Other Side adlı bir gece klübünde yapılan travesti güzellik yarışmasının fotoğraflarını çektikten sonra oradan bir sürü arkadaş edindi.

Bu dönemde Goldin Boston Güzelsanatlar Akademisinde dersler almaya başladı. Bu gelişme onun fotoğraf stilinde bir değişimi işaret eder. Kolejden önce sadece siyah-beyaz film kullanan ve sadece var olan ışıktan yararlanan Nan, bundan sonra renkle denemelere girişir. Ve işine flaş katması, bugün "Goldin görüşü" diye ünlenen etkiye oldukça fazla katkıda bulunmuştur. Çok nadir olarak doğal ışıkta çalışan Goldin, parlak renklerini ortaya çıkaran flaşı özenli bir şekilde kullanarak subjesini aydınlatır.
1978'de Nan Goldin kişisel hayatına ve kariyerine damgasını vuracak Bowery semtine taşındı. New York'ta, dahası Bowery'de yaşanan uçlardaki hayatı herşeyden çok fotoğraflarına yansıdı. Yoğun uyuşturucu ve alkol tüketimi, bozuk ilişkiler, serbest seks, partiler bu dönem işinde en ön planda olan konulardı. Herkesin kendi gördüğünü sanatına yansıtması anlayışından yola çıkarak Nan, erkek arkadaşından dayak yedikten sonraki yara beresini de, tuvalette işeyen kız arkadaşlarını da hep fotoğraflarda kullandı. Bütün bunlar henüz meşhur olmamış Nan Goldin'in barlardaki slayt şovlarında gösterildi. O zamanlar bu şovlara izleyici olarak katılanların çoğu yine fotoğraflarda yer alan yakın arkadaş grubundaki tiplerdi. Bu müzik eşliğindeki fotoğraf gösterimlerinin çoğu New York'un punk rock klüplerinde gerçekleşirken en sık kullandıkları mekan Tin Pan Alley'di. Burda ileriki dönemin sanatçıları ve fotoğrafların sık görülen Kiki Smith, Cookie Mueller gibi isimleri çalışmaktaydı.

1986'da Nan Goldin yola koyuldu. The Ballad Of Sexual Dependency sergisini Edinburg ve Berlin'e götürdü. Bundan yaklaşık iki sene sonra uyuşturucu ve alkol artık Nan'in hayatı (dolayısıyla işi) üzerindeki yegane güçlere dönüşmüştü. Bu dönemde yattığı temizlenme kliniğinde kendi fotoğraflarıyla tarihini kaydetmeye devam etti. Ancak başka bir sorunla yüz yüze gelecekti: AIDS. Bu yeni keşfedilen hastalık yıllardır yaşadığı marjinal çevreden ailem diye tanımladığı pek çok dostunu etkiledi. Muhtemelen bunların en önemlisi de 1976'dan beri en yakınlarından Cookie Mueller'di. Cookie 1989'da ölene kadar onun fotoğraflarını çekerek hayatı belgelemeye devam etti. Bunu takip eden yıllarda daha pek çok arkadaşı bu kervana katılacaktı. Onların yavaş ölümleri ve fiziksel deformasyonları kamerasına doğrudan yansıdı. I'll Be Your Mirror adlı hayatının her dönemindeki işlerden oluşan retrospektifini 1996'da oluşturdu. Bugün Nan Goldin hala çalışmalarını sürdürüyor; sona erene kadar da hayatını kaydetmeye devam edeceğe benziyor. (alıntı)





'Erotizm' - Georges Bataille

" Erotizm, düşleyenin kendisi de düşlenmediği sürece düşlenemez. "



Photo: Larry Clark

Erotizm sorunların sorunudur. İnsan, erotik hayvan olduğu sürece kendisi için bir sorundur. Erotizm, içimizdeki sorunlu kısımdır. Tüm sorunların içinde erotizm, en gizemlisi, en geneli, en uzakta tutulanıdır. Saklanamayan, yaşamı coşkunluğa açılan herkes için erotizm kişisel bir sorundur. 

(Bataille)