“Hiçbir sanatçı gerçeği hoş görmez” der Nietzsche. Doğrudur, ama hiçbir sanatçı gerçeksiz de edemez. Yaratma hem birlik gerekliliği hem de dünyanın yadsınmasıdır.
“Tanrıyı bu dünyaya bakarak yargılamamak gerektiğine gittikçe daha çok inanıyorum, başarısız bir taslağı bu onun.”
“Yaşamda da, resimde de Tanrıdan pekala vazgeçebilirim. Ama ben, acı çeken kişi, benden daha büyük olan, yaşamın kendisi olan şeyden, yaratma gücünden nasıl vazgeçebilirim?” (Van Gogh)
Hiçbir sanatçı tün yadsımayla yaşayamaz. Her düşünce, hepsinden de önce anlamsızlık düşüncesi bir anlam taşıdığından, anlamsızlığın sanatı olamaz. İnsan dünyanın tümsel adaletsizliğini suçlayabilir, yalnız kendi yaratabileceği bir tüm adalet isteyebilir. Ama dünyanın tümüyle çirkin olduğunu söyleyemez. Güzelliği yaratmak için, hem gerçeği yadsıması, hem de onun kimi yanlarını yüceltmesi gerekir. Sanat gerçeğe karşı çıkabilir, ama gerçekten kaçamaz. Nietzsche bu aşkınlığın bu dünyayı, bu yaşamı kötülemeye götürdüğünü söyleyerek her türlü aktörel ya da tanrısal aşkınlığı yadsıyabiliyordu. Ama bir canlı aşkınlık vardır belki de, güzelliği umudu olan, bu ölümlü ve sınırlı dünyayı sevdirten, onu her şeyden üstün gösteren bir aşkınlık. Böylece sanat, sürekli oluş içinde kaçıp giden, ama sanatçının önceden sezip tarihten koparmak istediği bir değere biçimini vermeye çalıştığı ölçüde, başkaldırının kaynaklarına götürür bizi. Oluşuma kendisinde eksik olan, “biçemi” vermek için oluşumun içine girmek ister sanat.
Sf. 243
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder