Hep söylenir ve insan gülümsemekten kendini alamaz: "Kullandığım dil düşüncelerimi, duygularımı dile getirmemi engelliyor." Doğrusu şu olurdu: "Düşüncelerim, duygularım benim dile ulaşmamı engelliyor. "Düşüncem ile benim aramda dil engel mi oluşturmakta? Hayır. Dilimle arama giren benim düşüncemdir.
Bu yüzden, dil bayrağını gönderde en yukarı çekmekten ve ona tam özerklik kazandırmaktan başka çıkış yolu yoktur. Büyük şairlerde sözcükler düşünceleri yanlarına almaz; zaten sözcükler düşüncelerdir. Böylece, kuşkusuz onlar artık düşünce değil yalnızca sözdür.
**
Yazarın çektiği varsayılan 'acılar' üzerine birkaç şey daha. Gerçekten de acı çekeceksen, bu, yazdıklarından değil, yazma biçiminden olsun.
**
Malraux 'tan alıntı:"Biçem, başkalarının öykünmesi olanaksız ve ötekinin önünde bambaşka bir yaratıcılık olarak duran, kendi içinde örgülü bir biçimler dizgesidir."
Edebiyat çarkı. Hiçbir kusuru olmayan, mutlak, kendi başına var olabilen bir şey yaratabilme isteğinin dönüşü; düşünce ile yargının uzlaşabilmesi, duygu ile bu duygunun imgesinin, istemle bu istemin uzantısı ile uygulamasının uyumu. Yazınsallık, gizli olan çoktürlülükle eylemdeki çoktürlülükleri birleştirmekten doğar. Eylediklerinden bir teki bile insanı çok aşar. Bel ki de bu yüzdendir insanın yazı yazmayı sürdürmesi.
**
Balzac.-günde on dört ile on altı saat çalışıyordu. Ne şanslı adam, bir yazarın yaşayacağını varsaydığımız mutsuzluğa kendini feda etmiş (felan falan) buna benzer uzatmalı çalışmalara göğüs gerebilmiş.
Böyle yazmaktan son derece hoşnut olduğundan hiç kuşku yok; yaşamını bunun üzerine kurmuştu, gezintilerini, yalnızca akvaryumdaki balıkların suyunu değiştirmek gibi, gözlerini ve yüreğini, sabırsızca onu bekleyen Rastıgnac'a hazırlamak benzeri işlerden oluşuyordu.
Balzac'ın sağlığını tüketen, ama bir yandan da ne denli sağlıklı olduğunu kanıtlayan bu çalışma yetisine ve gücüne imreniyorum. Şimdi, defterim önümde açık kendi başıma olduğum denli mutlu olmadım hiç. Peki o zaman iki saat yazmaya kalmadan kapıldığım bu aşırı duyarlılık, yürek çarpıntısı, kapalı yer bunaltısı -bulantı niye? Topunu birden bırakıp kaçma gereksinmesi -hiç olmazsa şu bölümü bitirseydim, öyle eğleniyordum ki-, bir arkadaşa telefon etmeler, kapıya bakmalar, bir yemeğin, gazetenin, radyonun araya girmesini kabullenmeler.
Bunları ikiye çatallanmış bir kişilik yapısıyla açıklamak çekici geliyor. Yazarken nasılda acı çektiğimi biliyorum. Yazdığım her tümceyle bir öncekinin eksikliklerinin ve boşunalığının doğrulanması: gerçekleşmeyi bekleyen düşünce (eh, işin aslına bakılırsa bekleyen benim) ile o korkunç boy ölçüşme. Yine de çektiğim acı, aslında işe geri dönmenin verdiği bu keyiftir. (...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder