İnsanın kendisi için tuttuğu «günlük» tembelce yaslandığımız bir yastıktır. Konuların çevresini incelemekten bizi alıkoyar, tekrarlanıp duran şeylerle gününü gün eder, iç âlemin, bütün keyif ve heveslerine, dolambaçlı yollarına kapılır, kendinin hiçbir ereği olmaz. Bu «günlük» ciltler dolusu konular ele almıştır. Şaşılacak derecede zaman, düşünce ve kuvvet israfı! kimseye yararı olmayacak, hattâ, kendine bile... Olduğu gibi yaşamaktan ziyade hayata yan çizmekten başka bir şeye
yaramamış olacak. Günlük, bir sır ortağı, yani dost ve eş yerine geçer. Acılara karşı bir tesellidir, bir yol değiştirmektir, bir kaçamaktır. Her şeye burnunu sokan ve her şeyin yerine geçen bu nesne, aslında doğru-dürüst bir şeyi temsil etmez. (26 temmuz 1876)
5 nisan 1851
Kalbimin zarı pek ince, hayal gücüm kaygıyla dolu, hayal kırıklığına uğramam kolay, duygularımın yarattığı etkiler de sürekli. Olabileceğini tasarladığım şey, olanın tadını kaçırıyor, olması gereken şey de zehir oluyor bana. Bundan dolayı, gerçekten, içinde bulunduğum zamandan, yeri doldurulamayandan, kaçınılmaz olandan nefret ediyorum, hattâ korkuyorum. Hayal ve sezme gücüm, bilincim bol bol var; ama karakterim yeteri kadar güçlü değil. Hayatın yalnız kuramsal olan yönünde esneklik, yücelik, tamir, zaman giderme olanakları vardır; hayatın pratik kısmı beni ürkütüyor.
16 eylül 1851
Büyük adamlar devri geçiyor; karınca yuvası, çok yönlü bir hayat çağı geliyor. Bireycilik çağı, eğer salt eşitlik üstün gelirse, birşeyler bulamamak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bireyin bir düzüye aynı düzeyde tutulmak istenmesi ve işbölümü yüzünden, toplum, her şeyin yerine geçecek ve insanın yalnız başına yeri olmayacaktır. Nasıl vadilerin dibi bitkisiz kalan dağların kayıp çökmesiyle yükseliyorsa, büyük insanlara karşı ortahalliler yükselecektir. «Müstesna», ortadan kalkacaktır, insan topluluğunun görünüşü, gitgide daha az engebeli, karşıtsız, biteviye olacaktır. İstatistikçi gittikçe artan bir ilerleme, ahlâkçı ise derece derece bir düşüş kaydedecektir. Nesnelerde ilerleme, ruhlarda düşüş, çöküntü. Faydalı, güzelin yerini alacak; «endüstri», sanatın; iktisat politikası, dinin; aritmetik, şiirinkini... İç sıkıntısı eşitlik çağının hastalığı olacaktır.
26 temmuz 1853
Çekingenlik ve öğrenme merakı, edebiyat mesleğinde bana engel oluyor. Burada, her şeyi başka zamana bırakmamı da unutmamak gerek.
Öğrenme merakı yüzünden her şey, bir deniz kabuğu da, bir dağ kadar beni çekiyor, ilgilendiriyor, bundan ötürü de, bir türlü incelemelerimi tamamlayamıyorum. Her şeyi daha sonraya bıraktığım için hep başlangıçtayım, bir türlü de eser vermeğe başlayamıyorum. Her ne kadar, bu bir oluş (vakıa) ise de, başka türlü de olabilirdi. Durumumu anlıyorum, ama kendimi onaylamıyorum.
11 Ocak 1867 (Cenevre)
Ömrümün damla damla sonsuzluğun uçurumuna düştüğünü açıkça duyuyorum. Ölümün önünde günlerimin kaçıp gittiğini duyuyorum. Gün ışığını içime sindirebileceğim önümdeki haftalar, aylar ya da yıllar bir geceden, çabuk sona ereceği için hesaba katılmayan bir yaz gecesinden farklı görünmüyor.
Ölüm! Sessizlik! Uçurum! Ölümsüzlüğe, mutluluğa, olgunluğa hasret duyan insan için korkunç sırlar.. Yarın, az zaman sonra, artık nefes alamayacağım vakit nerede olacağım? Sevdiklerim nerede olacaklar? Nereye gidiyoruz? Neyiz? Bu sonu gelmeyen sorunlar amansız yücelikleriyle her ân önümüze dikiliyor. Çepeçevre Hep sır! Bu kuşku karanlıkları içinde parlayan her yıldız bir inan niteliği taşımakta. Zararı yok! Yeter ki, dünya iyilik için yaratılmış olsun, görev bilinci de bizi aldatmamış olsun. Başkalarına mutluluk vermek, iyilik etmek, işte bizim yasamız, son umudumuz, yolumuzu aydınlatan ışık, var olmamızın nedeni. Bütün dinler çökebilir, ama, bu saydıklarım ayakta kalırsa, yine bir ülkümüz var demektir; bu da yaşamağa değer. Karşılık beklemeden yapılana, candan bağlılığa inan — bunların mihrapları boş kalmadığı sürece — insanı yüceleştirir. Sen kendinde sevmek gücü bulduğun sürece de bunları kimse yok edemez.
9 Şubat 1880
Uçurum ne kadar da yakın; küçük tekne bir ceviz, hattâ bir yumurta kabuğu kadar ince. Açılan delik bırazcık büyüsün, gemici için her şeyin biteceğini hissediyorum. Beni ahmaklıktan, delilikten, ölümden ayıran bir hiçtir. Küçük bir bozukluk, benim varlığım, ömrüm denen bu nazik ve özenle kurulmuş iskeleyi yerle bir etmeğe yeter.
... Oldukça kötü bir gece. Bronşitim yüzünden üç dört defa uyandım. Bir melankolidir geldi, kaygılandım. Bu kış gecelerinin birinde tıkanıp kalmam işten değil, Artık her şeye hazır olmamın, her şeyi bir düzene sokmanın uygun olacağını hisseder gibiyim. Her şeyden önce yakınmaları, acıları, silivermeli; herkesi bağışla, kimseyi yargılama. Sana karşı yapılan kötülüklerde, düşmanlıklarda yalnızca bir anlaşmazlık olduğunu kabul et. «Elimizde olduğu kadar, bütün insanlarla barış halinde olalım.- Ölüm yatağında zihin ancak sonsuz, ölümsüz şeyleri görmeli. Zamanın bütün bayağılıkları silinir, kaybolur. Savaş bitmiştir. İnsanın yalnız gördüğü iyilikleri hatırlaması ve Tanrı’nın yolunda gitmesi uygun olur...
23 ocak 1881
Bu sabah pek az insanın, hastalıklarımızın, dertlerimizin farkında olduğunu düşünüyordum. Yakınlarımız ve en yakın dostlarımız bile, o korkuların en büyüğünü getiren melekle yaptığımız konuşmalardan habersizdirler. Kimseye açamadığımız düşünceler ve kimseyle paylaşamadığımız acılar vardır. Hattâ, bir çeşit cömertlikle bunları gizlemek bile gerekir. İnsan tek başına hayal eder, tek başına acı çeker, tek başına ölür, o -altı tane tahtası olan hücrede de tek başına kalır. Bu ağırbaşlı monolog bir diyalog haline girer, düşmanlığın yerini uysallık alır, her şeyden vazgeçiş, huzurla sonuçlanır, acı ile ezilmek yeniden özgürlük olur.
29 ocak 1881
Korkunç bir gece. Üç dört saat beni boğanlarla savaştım, ölümü yakından gördüm. Şüphe götürmez ki, beni bekliyen boğulup kalmaktır, havasızlıktır. Boğularak öleceğim.
Elimde olsaydı böyle bir ölüm seçmezdim. Ama bir seçim yapma gücüm olmayınca, sessizce boyun eğmek gerekiyor. Spinoza, evine çağırttığı doktorun önünde öldü. Beklenmedik bir ânda, gecelerden bir gece, farenjit'in boğazını sıkmasıyla ölmeğe hazırlanmalısın. Bu ölüm, çevresinde dua eden, yakınları bulunan bir patriarkın son nefesine benzemez, öyle bir değer taşımaz. Beni bekliyen ölümün güzellikle, büyüklükle, şiirle ilgisi yok. Ama stoacılık, vazgeçmek, razı olmak demek değil midir?
19 nisan 1881 (*)
Halsizlik, bedenin ve düşüncenin bitkinliği.
Yaşamak ne kadar da güç, ey yorgun yüreğim!
Çeviren: Fuat Pekin
(*) Amiel, 29 nisan 1881 tarihine kadar günlüğünü yazdı ve 11 mayıs 1881 de öldü.